Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2009, (MIZRAP 2009)
PALMİYEDEN İLMİYEYE
1103 defa okundu,
PALMİYEDEN İLMİYEYE

 


Sevgili okuyucular… Değerli dostlar…Muhterem kardeşler!..

Şu Ordu denen yer, güzeller güzeli ve de özeller özeli bir yer gerçekten.

Doğasının hârikalığı bir yana, kent olarak da kıyı özelliklerini yansıtıyor.

Şehrin, şöyle tam orta yerinden doğru volta atıp Fidangör’den geçerek

Rıhtım taraflarına uzandığınızda, palmiyeleri de görünce; kentin,

sosyâl, kültürel, doğal yapısıyla ve çağdaş denen görüntüsüyle

güney sâhillerini aratmadığını söylemekten kendinizi alamazsınız.

Palmiyeler bir nevî Bodrum havalarını tamamlar gibidir manzaranın.

Böyle olmasına böyledir de, sevgili okuyucular, kıymetli canlar;

bir o kadar da diyânetine düşkün bir kenttir Ordu, aynı zamanda.

MAZHARİYET

Arz edeyim efendim; -Tabiî ki, bir kıstas olarak kabul edilirse!-

Mâlumunuz Ordumuz, iki müftüyü bir arada gördü elhamdülillâh…

Onca patırtı kütürtü arasında târihe geçtiğimizi hiç fark edemedik!

Bu, her memlekete nasip olabilecek bir mazhariyet değildir!...

Kurtuluş ve bağımsızlığımızın sembolü, anlı-şanlı Ankara’ya,

hattâ Osmanlı pâyitahtı İstanbul’a bile böylesi nasîp olmamıştır!

Vekiller dâhil, herkes olağanüstü bir gayret gösteriyor Ordu için!

Biz bir istiyoruz, karşımızda iki tânesi birden arz-ı endam ediyor!

Ama gelin görün ki, bu bile hayr’etmedi bizlere maalesef!

Çekişmeler, çakışmalar, çokuşmalar, tokuşmalar sürdü gitti!

ORDU NE DEMEK?

Ordu demek dile kolay netekim(!) azîzim değerli okuyucular!

Çünkü, Ordu arenasında akıllı çok; aklına güvenmeyense hiç yok!

Akıllının çok olması, iyi olmasına iyi gibi gözükse de

akıllıca sonuçlar ortaya çıkmasına engel olabiliyor ne yazık ki! Çünkü;

“Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını beğenmiş!”

Ne güzel söylemiş bizim büyük atalarımız değil mi? Bir de şuna bakın:

“Danışan dağlar aşmış; danışmayan düz yolda şaşmış!”

Bunu bilen devletler, mekanizmalarını hep istişâreyle, müşâvirlerle,

müsteşarlarla işletirler. Baştakiler, daha çok, temsil konumundadırlar.

Ancak onların atadıkları, yukarda sözleri verilen ataların torunları

onlardan gelen “şanlı târih!” gazının etkisiyle olsa gerek

“tek başına ordu” gibi hareket etmeye yelteniyorlar genellikle.

Vekillerimiz öyle, asillerimiz öyle; bürokratlarımız öyle.

Bakanlarımız öyle, hattâ bakmayanlarımız da!

ŞEHZÂDE ŞEHRİ!

Ne de olsa Ordu’yuz! Ama, sonuçda olan Ordu’ya ve Ordululara oluyor.

Gelen gidiyor, gelen gidiyor. Ordu bir şehzâde şehri olup çıktı.

Her neyse. Gidenler gitti. Biz şimdi sizlerle yine baş başa kaldık.

İki müftünün birden gitmesi de hiç alışık olduğumuz bir şey değil!

Öyle ya, ilk defâ oluyor! Tamâmen müftüsüz kaldık! N’olcak şimdi?

Ama biz bunu hak ettik. İkisini birden verdiler. Biz n’aaaptık?

Aldık birini vurduk ötekine! Onlar kapıştı, biz de def çalıp oynadık!

Bu tamâmen, ciddî meseleleri ve müesseseleri, kendi siyâsî emelleri ya da

kişisel hırs ve çıkarları uğruna polemik malzemesi yapanların suçu.

Şimdi, ne olacağını, ancak bilenler biliyor. Yâni devrede yine onlar.

Karizma yapmak, prestij kapmak adına yollara düşmüşlerdir bile çoktan!

NASIL MÜFTÜ?

Herkes keyfine ve dişine, kendi işinin gidişine göre bir arayış içerisinde.

Bizse bekliyoruz. Ağzımız yandı. Şimdi yalnızca “hayırlısı” diyoruz.

Ama birileri hâlâ “şu olsun, yok bu olsun, yok öteki!” peşindeymiş.

Şuralı olsun, buralı olsun; allı olsun, karalı olsun! Nereli olsun?!

Nereli olursa olsun, yeter ki çıkarımın kralı olsun diyor kimi de!

Bir de, kayda değer; “neden Ordulu olmasın?” kampanyası var ki

üzerinde biraz durulmadan, önemsenmeden geçilecek gibi değil!

Mâdem öyle, biz de geçmeyelim öyleyse…Ama gelecek yazıya inşâllâh…

Yarın, “Neden Ordulu olmasın?” meselesini irdeleyeceğiz, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.11.2009