VÂLİLER ve İSİMLER
Geçtiğimiz 10 yılın, ilk yıllarıydı. Bir gün, hangi vesîleyleydi bilmiyorum; başta Yılmaz GÜNDOĞDU Bey olmak üzere bir-kaç arkadaşla berâber, zamânın vâlisi Kemâl YAZICIOĞLU’yu ziyâret etmiştik. Ülkenin kritik süreçlerden geçtiği, şubat soğuğunun sıfır altı derecelere iyice yerleşip, bahar da gelse, yaz da geçse bir türlü yukarılara çıkmak istemediği mâlum yıllar. Yönetim sivil gûyâ, ama, öylesine kanun hazırlıkları var ki, bir çıksa vatandaşın canı çıkacak. Neredeyse nefes alamayacak!
Memleketin genel havası öylesine ağır; lâkin, Sayın YAZICIOĞLU da ağır adam. Bir sâhil kenti olmamıza rağmen merkezden pompalanan derin dalgalardan etkilenmiyoruz. En azından, bir-çok vilâyette, o zamanların derin odaklarına şirin görünmek adına sergilenen zoraki olaylar, çıkarılan sûnî problemler buralarda çok da gözükmüyor. Biz bunu vâlimizin kişiliğine bağlıyoruz. Allâh selâmet versin.
Ziyâretimizde bu husûsu vurguladık. Sonra o, Tayyip Bey’le olan tanışıklığından söz etmişti. Kendisi İstanbul Emniyet Müdürlüğündeyken Tayyip Bey de İstanbul Belediye başkanıymış. O zamanlar, hem de hemşeri olmaları hasebiyle yakından görüşüyorlarmış. Sanırım AkParti’nin yeni kurulduğu günlerdi. Şubat soğuğunun son günleriymiş meğer. Her neyse, bir ara kendisine;
<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->Sayın vâlim, Boztepe tesisleri çok güzel olmuş. Ben de diyordum ki, netîcede bir tesis. Koca vâlinin adı verilir mi diye geçmişti aklımdan. Ama, görünce fikrim değişti. Ordu, kaç dönem, o kadar tulum vekil çıkardı, nice iş adamları yetişti, belediye başkanları gördü; kimse bunu başaramadı. Netîcede size nasip olmuş. Tebrik ederiz. Teşekkürler! demiştik.
Hakîkâten de öyleydi. Ordu hizmete susamış bir ildi. Elde-avuçta bir Boztepe’miz var. Onun da doğru-dürüst bir tesisi yoktu. Yolu yoktu hattâ. Hâlâ da var denemez ya!
Bir yönetici olarak 10 yıla yakın bir zaman diliminin sonunda, “baba vâli” intibâ ve imajlarıyla ilimize vedâ etti. Ahmet Râtıb Paşa’nın dediği gibi:
Herkesin kendi gider, nâmı kalır dünyâda!
Bu anlamda, iyi bir nam bırakmak önemli. Yazıcıoğlu artılarıyla anılan isimlerden. Acabâ, her kes böyle mi? Elbetteki bunu vatandaşa sormak gerekli.
ACUN ÇETİNKAYA
Bir de OR-Gİ projesini hatırlıyoruz. Temeli atanı da. Herkes duâ ediyor. Adını anıyor. Bakalım havaalanına adı verilecek mi bir gün yapılırsa?!
Bence verilmesi gerekmez. Ama, ne hazindir ki, bir okul yaptırana adı veriliyor Ordu’da. İşte Utku ACUN. Bir de Pelitliyatak’taki Mustafa Necâti ÇETİNKAYA Ortaokulu’nu biliyorum. Bilmiyorum hâlâ o ismi taşıyor mu?
Bu okulları, yolları ya da tesisleri sayın vâlilerimiz kendi paralarıyla mı yaptırdılar? Öyle bile olsa, bizim kültürümüzde nam için hayır yapılmaz. Ama gel gör ki, bizim halkımız, kendi parasıyla da yapılmış olsa, bunu lütuf olarak algıladığı için, normal şeyleri bile olağanüstü cinsinden kabul ediyor. Sonra;
Sonra, hemen vâlinin ismini koyuyor! Neden? Başta, vâli beye bir güzellik, bir ikram olsun diye. Ya, onu sevdiğinden, ya da kendini sevdiğinden! Yâni, bir nevî kıyak kabîlinden. Vâlilerimizin böyle bir talebi olacağını, hizmet için böyle bir şart koşacağını düşünemiyorum. Bunlar tamâmen çevrelerin, şu ya da bu mülâhazalarla ortaya koyduğu mârifetler. Mantîkî bir temeli olmayan geçici şeyler.
Nitekim, Boztepe tesislerinde bunun örneğini görüyoruz. Mesele binâ yaptırmaksa, şimdi o binâ yıkılacak; yerine de yenisi yapılacak. Bu mantığa göre, teâmül gereği, binâ ile birlikte isimler de gitmeli ve gelmeli!
Ama, artık Türkiye o Türkiye değil. Koca dere yolları, uluslar arası standartta çevre yolları yapılıyor, onlarca tünel açılıyor da, kimse ne vâli, ne bakan, ne de vekil ismi telâffuz ediyor. Dereyolu’nu gidip bir görün. Barajlara, tribünlere bakın. Sn. Hilmi GÜLER onlarca defâ isim hak ediyor, okul veyâ tesis ölçeğini baz alırsak. Ama o böyle bir şey istemez, isterse de yaptığı işle mütenâsip olmayan bir durum çıkar ortaya.
ASIL PROBLEM
İşin açıkçası, bana sorarsanız, Ordumuz’un asıl problemi değer yoksunluğudur. İsmini vereceği adamı yok! Ne Osmanlı döneminde, ne de Cumhûriyet’te. Târihe ya da ülkeye mâlolmuş bir isim varsa söyleyin! İlim, kültür, sanat adamı da olabilir! Hani, nerde?
Problem burada. Önce Ordu’nun kodları belirlenmeli. Herkesin kabul edeceği temel değerler okullara, caddelere, salonlara nakış nakış işlenmeli. Gelecek nesillere gülünç olmamak için şimdiden bu ve benzeri, zamanla anlamsızlaşan uygulamalara son verilmeli.
Bu anlamda, Ordu’nun târihi gözden geçirilerek temel taşlar tespit edilmeli. O isimler genlere işlenmek üzere levhalara çakılmalı ki, nesillerimiz nereden geldiği noktasında kazandığı reflekslerle, nereye doğru gitmesi gerektiği husûsunda bocalamasın ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
03.02.2010