Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
BAHAR NEREYE GİDİYOR?
1008 defa okundu,

Önceki gün havalar neredeyse kar yağacakmış gibi bir seyir gösterirken dün sabah bulutsuz bir sabaha uyandık. Rabbimizin, her an, her sâniye yeni sayfalarla, farklı farklı tablo ve enstantenelerle ufkumuzu ve dünyâmızı tâzeleyen sonsuz ikramlarına şükürler olsun.

Bu arada, dallarda tâ Şubat ortalarında başlayan şımarma eğilimi, çiçeklerden yapraklara doğru geçerek erken erken bahar manzaralarına dönüşüyor. Kimileri için oldukça heyecan arz eden bu değişiklikler, üreticiler için yüreklerini hoplatacak bir durum anlamına gelebiliyor. Kar fırtınasının getireceği buzlanma fındık mahsûlü için tehlikeli olabiliyor tabiatıyla.

Hadi hayırlısı. Biz ne desek boş. Sonuçta dâimâ, Allâh’ın dediği oluyor. Bizim konuşmalarımız hiçbir şeyi değiştirmiyor. Sâdece, bizim durumumuz renkten renge giriyor Hak karşısında; o kadar. En iyisi rızâ. Yâni Hak’tan her ne gelirse, ona râzı olmak. Boşu boşuna konuşmak üzerimizdeki îmân boyasına zarar verebilir zîrâ.

“Lütfûn da hoş, kahrın da hoş!” diyebilmek yakışır, adı Müslüman olup, ahlâkı teslîmiyet olabilenlere. Dârüs’Selâm olan cennet, İslâmiyete teslîmiyet gösterenleri bekliyor öncelikle. Şâirin dediği gibi;

Sanma hâce senden ki, zer ü sîm isterler;

Yevme lâ yenfe’u’da kalbün selîm isterler!

( Ey hacı, ey hoca; sanma ki orada senden altınla gümüş isterler;

Hiçbir şeyin fayda vermediği o günde, teslîmiyet üzre yaşamış bir kâlbin ihlâs, samîmiyet ve teslîmiyetiyle bezenmiş bir ahlâkın ürünü olan ameller isterler!”

İşin özü İslâmiyete teslîmiyettir. Kur’ân’da bu adla da geçen ve Cennet anlamına gelen Dârüs’Selâm’la bu iki kelime aynı kökten gelir. Yâni kökdeş olup, birbirlerinin türevleridirler. Dolayısıyla birbirlerinin mütemmimi gibidirler.

ÖZ ve SÖZ

Verdik bezm-i Elest’te elbette sözü

Bu söze bağlılıktır İslâmın özü

“Müslümanım!” deyip de teslîm olanın

Ak çıkar âhirette; ak çıkar yüzü!

Aslında, bahar mevsiminin şu ilk günlerinde, bizi çok heyecanlandıran bu yapraklar ve çiçekler de gelip geçici. Sâdece bir örnek; cennet nîmetlerinin birer nümûnesi. Mevsim mevsim dönüp-dolaşıp geçiyorlar gözümüzün önünden. Sanki görünmeyen bir bant üzerinde yürüyorlar. Hiç biri bizim değil; bizim olduğunu sansak da bizim değil. Her kes “benim!” diyor; “şu dağ benim, şu tepe benim, şu çiftlik benim, şu villa, şu ada, şu site benim!” diyor göğsünü gere gere; öyle de zannediyor; niceleri de öyle demişti, ama, sonuçta bırakıp gittiler.

İşte; asıl başlama noktası orası. Senin olanlar, asıl “benim!” diyebileceklerin; varsa, ordan sonrakilerdir. Buralarda görünenlere dalıp gitmişsen yanılmışsındır. Senin yaptığın, çocukların oyuncaklarıyla oynamasından farklı bir şey olmaz o zaman. Lâkin, gördüklerini “gerçek” gözüyle değerlendirebilmişsen ve onu gerçeğe yorabilmişsen, ne mutlu sana! İşte, ibret gözüyle bakmak denen şey de budur!

ESER

Şu kâinâta sen hiç ibret ile baktın mı?

Kâlbinde yalım yalım aşk ateşi yaktın mı?

Gelenler gitmektedir; sen de yolcusun elbet:

Hayırla andıracak bir eser bıraktın mı?

 Ne mutlu, ömür şeridi altımızdan, çeşit çeşit imkânlar ve nîmet tezâhürleri de önümüzden akıp giderken, gerçek anlamda akıllı bir insan gibi uyanık davranıp, oradan sonsuz âhiret yolculuğu için bir şeyler kapabilenlere!

Yüce Rabbimizin, bize heyecan veren baharların hakîkîsi olan Cennet nîmetlerine de bizleri ulaştıracak uyanıklığı hepimize nasîp etmesi dileğiyle sizlere selâm, saygı ve sevgilerimi sunuyor, cumânız mübârek, yüreğiniz “kâlbün selîm” bir yürek olsun diyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

04.03.2010