Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
GÖKÇE SAVAŞ
1145 defa okundu,

“GÖKÇE” SAVAŞ

“Çanakkale’yi duyup da heyecanlanmayan vatanını-milletini- haysiyetini koruyamaz.

Konuşan ve konuşkan biri değildim. Görevdeyken bir gün dediler ki;

Çanakkale’yi anlatır mısın? Çanakkale bu, dile kolay! Düşündüm-taşındım…

Ne kadar heyecanlansam da, Allâh’a (CC) ve Rasûlüne sığınarak, gidip-görüp-gezerek, gâzîlerimizin, şehitlerimizin, o kanla, mermiyle karılmış toprakların atmosferine girerek,

araştırdım, hissettim; o günden bu güne Çanakkale’yi anlatmaya çalışıyorum.

Çanakkale her şeyden önce, bizim bağımsızlığımızın, devletimizin rûhudur.

İstiklâl Harbimiz, Çanakkale Rûhu’yla kazanılmıştır. Çünkü, dağılmış ve de dağıtmıştık!

Bozgunları yaşıyorduk. Çanakkale’den 2 sene önce Bulgarlara bile yenilmiştik.

Aynı Osmanlı 3 sene sonra yedi düveli Çanakkale’de mağlûp etti. Nasıl oldu bu?

Kavmiyetçilik ve bölgecilik her tarafı kasıp-kavuruyordu. Her yerde isyânlar, ihânetler!

Osmanlı, Yemen’den Balkanlar’a, Kuzey Afrika’dan tâ Kafkaslar’a, dokuz cephede küffârla ve yerli ayrılıkçılarla savaşıyordu. Bu böyle olmuyordu, olamayacaktı!

Sancağa ALLÂH, VATAN, NÂMUS, İTTİHAD kelimeleri yazılarak dikkât çekildi.

Osmanlı Coğrafyası, bu kutsallar uğruna gönül birliği ve eylem birliğine dâvet edildi.

Onun için Çanakkale yalnızca teknik bir olay değildir; BAMBAŞKA BİR ŞEYDİR!

-15’le + 35 arası gelip-giden havalar; dört bir yandan, durmadan yağan bombalar!

En dondurucu karlı-buzlu kışlardan, en yakıcı ve susuz yazlara; hepsi var!

Tablolarda da görüldüğü gibi, düşmanla arada teknik donanım farkları oldukça büyük.

Ama, Osmanlı netîcede koskoca bir imparatorluk. Hâlâ büyük bir devlet. Ancak,

beri yanda, bir-çok cephede birden savaştığı için muhakkak bir orantısızlık söz konusu.

Lâkin, “hiçbir şeyleri yoktu, işi sâdece duâya bırakmışlar, çalışmamışlar!” demek,

böyle bir söylem geliştirmek son derece yanlış, ecdâda saygısızlık ve de haksızlıktır.

Bâzılarının dediği gibi bu savaş yalnızca mâneviyât ve kerâmetle de kazanılmış değildir.

Ancak, mânevî işâretler ve Allâh’ın (CC) yardımı âşikârdır. Nitekim CHURCİLL,

İngiliz Meclisi’nde yenilginin hesabını verirken kendisini şöyle savunmuştur:

“BİZ ÇANAKKALE’DE SÂDECE TÜRKLERLE DEĞİL, ALLÂH’LA SAVAŞTIK!”

Seyit ÇAVUŞ, 270 okkalık topu normâlde kaldırabilir miydi acabâ? Ama, el açmış;

Allâh’ım, senin gücün sonsuzdur. Ne olur, birazını bana ihsan eyle!”

diye nâz eylemiş, yalvarmış, gözyaşı dökmüş;  Allâh da (CC) lûtfetmiştir! Olamaz mı?

BİSMİLLÂH deyip bir atıyor, yok; 2.yi atıyor yine yok. 3.cüde tam isâbet!

Bâzılarının dediği gibi bacadan değil, tam dümen kısmından vuruyor. Böylesi daha iyi!

Çünkü, kontrolsüz hâle gelen gemi, oraya-buraya savrularak tüm düzeni alt-üst ediyor!

Osmanlı Ordusu’nda takım 63 kişiden oluşuyor. Sancaktaki ibrişimler 63 adet.

İmam, müftü din; ordunun her yerinde. Ordu “PEYGÂMBER OCAĞI” kâbul ediliyor.

Savaşa herkes katılıyor. Tüm Osmanlı Coğrafyası’ndan Mehmetçikler var.

“YETİŞ YÂ MUHAMMED! KİTABIN ELDEN GİDİYOR!” diyerek koşuyorlar!

Üniversiteler, okullar, tekkeler, zâviyeler; okumuş-okumamış, maddî-mânevî herkes.

Mevlevîler, Kâdirîler, ellerinde sancakları, özel kıyâfetleriyle Çanakkale yolundalar.

MEYDANLARDA HEM SAVAŞAN HEM NAMAZ KILAN BİR ECDÂD!

Dünyâda ilk hardal gazı Çanakkale’de kullanıldı. Kendileri maskelerini de getirmişler! 

YARBAY HÜSEYİN AVNİ BEY; ERİNDEN KOMUTANINA HERKES ŞEHİT!

Anadolu’dan gelecek kuvvetler gecikiyor. Bunlar, bile bile gidiyorlar ölüme.

Gâye, düşman hedefe ulaşmasın. Cesetlerimizle de olsa önlerine set olalım düşüncesidir.

Bundan dolayı, taarruz öncesi, boy abdesti alıp, çamaşırlarını değiştirerek gidiyorlar.

“RABBİMİZE HER ŞEYİMİZLE TER TEMİZ GİDELİM!” diyorlar.

Sonra Anadolu’dan gelecekler gelir. Herkes şehit, ama; sancak dalgalanıyor!

Bir yanda ölenler varken, bir yandan yenileri devamlı geliyor. ANZAK’ın dediği gibi:

“GEBE DAĞLAR, TÜRK DOĞURMAYA DEVAM EDİYOR!”

Tüm bu notları Emekli Binbaşı Bünyamin GÖKÇE’nin, geçen akşam TESK OTEL’de yaptığı sohbetten aldım. Yaklaşık 2,5 saat süren sohbet slaytlar, orijinâl filimler, arşiv belgeleri, harp dâiresinden alınmış çizimler, animasyonlar yanında Çanakkale, askerlik ve gurbet eksenli türkülerle zenginleştirilmişti.

Mh. Konuşmacı asker olduğu için belgesel konuştu ama, gönül dilini de ihmâl etmedi. Şunu söyleyeyim ki, Çanakkale’yi bizzat gezdim, gördüm. Çok programlara katıldım. Ancak, harp tekniği îtibâriyle genel anlamda işin seyrini en güzel bu sunumla kavradığımı söyleyebilirim. Çünkü, krokiler, filimler, uzay fotoğraflarıyle her şey net denilecek şekilde gözüküyordu. Mehmet Âkif’in şiiri ve aradaki türküler, fotoğraflar, filimler savaşın atmosferini yansıtmada ve işin genel anlamda esâsını anlamada yardımcı oluyordu.

            Bünyamin GÖKÇE Bey’e ve onu bize getirip bu güzel sohbeti yaşamamıza sebep olan Ordu Din Görevlileri Derneği ve destek olan Ordu Müftülüğü’ne teşekkürü bir borç biliyor, ŞEN OL, VAR OL diyor; ve, Sn. GÖKÇE’nin diliyle;

“ÇANAKKALE, SON KALESİ ÜMMET-İ MUHAMMED’İN!”

diyerek sözlerimizi bağlıyor, dünyâmızı da, âhiretimizi de ihyâ edecek ÇANAKKALE RÛHU’nun, başta gençlerimiz olarak hepimizi kuşatması dileğiyle selâm, sevgi ve saygılar sunuyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

16.03.2010