Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
IŞIK ve SES
936 defa okundu,

IŞIK ve SES

Işık nedir, ses ne? Veyâ, her ikisi de ne değildir? Neyse, çok felsefeye girmeyelim; bizim hem işimiz değil hem de harcımız! İhtiyâcımız da! Ancak, konuyu şöyle açabiliriz; ışığın olmadığını düşünelim, ya da sesin! Hayat olur mu? Peki, asıl ışık ve asıl ses hangisi acabâ; bizi bu hayâttan öte, sonsuzlukta da yaşatacak?! Onlar hangisi, onlar nerede?

TÜRK EDEBİYATI Dergisi, bu yılın Ocak ayı, 435. sayısında, mîmârîmizin en zarîf sanat eserlerinden minâreleri inceleme konusu yapmış. Daha çok yapısal ve dönemsel olarak işlenmeye tâbî tutulan, Hülyâ ATAKAN’ın kaleme aldığı, IŞIK SAÇAN KULELER: MİNÂRELER başlıklı yazı, ilgililerince okunmaya değer. Minâreleri yükselten ve yücelten terennüm ettiği gerçekler ve hâtıralar, kulaklara ulaştırdığı uyarıcı nağmeler,  dirilten seslerdir elbetteki.

Mâlum, merhum Üstad Necip Fâzıl, CANIM İSTANBUL şiirinin bir yerinde;

“Şahâdet parmağıdır göğe doğru minâre”

diyerek minârenin yeryüzü için ifâde ettiği anlamı en güzel şekliyle vurgular.

Mîmarların, o yöre insanlarının şehâdet parmağı mesâbesinde binbir çeşit ve tarzda minâreler yükselttiği kadar, müezzinler de tevhid, şehâdet ve dâvet eksenli ezanı, ses mîmârîsinin en güzelleriyle asırlar boyu yankılandıragelmişlerdir. Aynı şekilde, kalem ve kelâm erbâbı da yazı ve şiirleriyle minâre ve ezan ekseninde yorumların en güzellerine imzalar atmışlardır.

Şâirlerimiz içerisinde de, sağdan sola her yelpâzede, Nâzım Hikmet başta olmak, Tevfik Fikret de dâhil olmak üzere ezan, minâre ya da câmi çerçevesinde ilham uçurmayan yok gibidir. Yahya Kemâl bu konuda zâten zirveyi işgâl etmektedir.

Ezan

Emr-i bülendsin ey Ezân-ı Muhammedî.
Kâfî değil sadâna Cihân-ı Muhammedî.
Sultan Selim-i Evvel'i râm etmeyip ecel,
Fethetmeliydi âlemi Şân-ı Muhammedî.    

Osmanlının, 3 kıtada, bütün bölgelerde âdetâ cihân-ı âlemle savaştığı günlerde, şâirin Allâh’a yalvarışı da ezan üzerindendir. Çünkü o mânen olduğu kadar, madden de esâretten kurtuluşun, istiklâlin ifâdesidir:

“Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbî,
Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbî,
Tâ ki, yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Gâlib et, çünkü bu son ordusudur İslâm'ın.”

Millî Şâirimiz M.Akif ERSOY da, İstiklâl Marşı’nda hep ezan rûhunu işler. Hattâ bir yerde;

Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli                 

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli                 

diyerek, ezanın özgürlük ve bağımsızlık adına ne anlam ifâde ettiğini zihinlerimize iyice yerleştirir. Bunun etkisiyle olsa gerek, köyümüzü anlattığım EYMÜRNÂME isimli manzum eserimizin bir yerinde, daha çocukluğumda ezanla  ne denli iç içe olduduğumuz kendisini belli eder;

İlk ezanlarımı okudum ağaçlarında

İlk kızaklarımı kaydırdım yamaçlarında

Kısa dalga konserler verdim dal uçlarında

Yine o nağmelerden çalabilecek miyim?

Ezana ilgim bir çocukluk hevesi olarak kalmadı çok şükür. Hep devam etti. Bir mûsıkî, bir özlem, bir tutku olarak. Tâbiri câizse, bu anlamda hem okudum, hem de yazdım! İşte mesleğimin ilk günleri, 80’li yıllardan bir dörtlük:

EZANLAR

Getirir rûhumuzu heyecâna ezanlar

Mâverâdan gelir, can katar câna ezanlar

Kuşatır muştusuyla hasretli gönülleri

Erdirir vuslata bizi cânâna ezanlar…

Tabiî, ezan sâdece bir mûsıkîden ibâret değildir. Her şeyden önce bir çağrıdır; insanlara günde beş vakit bir şeyleri hatırlatan hakîkâtli bir mesajdır. Nereye gitsek, bizi gerçeğe, işin aslına çağıran bir şefkât soluğudur. Yine geçmiş yıllardan bir dörtlük bunu anlatmaya çalışıyor:

ELBİSE

                   Ölümün eli günbegün daha bir dokunuyor

Gelsene artık gelsene; bak ezan okunuyor

Nasıl işlemekteysen, nakışın öyle olur;

Âhiret elbisesi dünyâda dokunuyor!

            Ezanı anlatmaya kelimeler, cümleler, kitaplar yetmez. Bunun farkında olmak da bir nasip işidir. Sevgili okuyucular; şu ezanlar büyük bir nîmet. Onun değerini bilelim. Ev seçerken bile ona yakın yerler seçelim. Eğer, kendimize, çocuğumuza, sevdiklerimize acıyorsak tabiî. Onun mânâsını derinlemesine bir tefekkür et; ne demek istediğimi, ondan ve onun sevgisinden, çağrısından ve gereklerinden mahrum olmanın, ezanda kulağı olmamanın ne anlama geldiğini çok daha iyi anlarsın.

            Cumâlar, ışığı görme, sesi duyma, ulvî çağrıya hep berâber icâbet etme coşkusunun yaşandığı bayram günleridir. Mübârek olsun. Aklınız iz’anda, gözünüz mîzanda, kulağınız ezanda olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.03.2010