Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
HAYATA TEĞET Mİ GEÇİYORUZ?
921 defa okundu,

HAYATA TEĞET Mİ GEÇİYORUZ?

Bir hayat yaşıyoruz ki, yaşıyor muyuz, yaşamıyor muyuz; neyin nesi, belli değil!

Her şeye, yapıyormuş gibi yapıp teğet geçiyoruz. Her şeyimiz “sanki gibi” sanki!

Şimdiki arkadaşların sıfatı “kanka”, dostlar ve dostluklar “sanki!”, ahbaplar “kanki!”

Kavramlar teğetleşince her şey yerinden oynuyor. Ağırlığı, asâleti kayboluyor.

Sizce, büyük heyecanlarla yaptığınız işler akşam hangi hâneye kaydedilebilir?

Ne yaptığınızın farkında mısınız yâni; teğet miydi her şey yoksa hakîkât mi?

Yan yana gidenler yanındakinden çok uzaklardakilerle muhabbet ediyorlar.

YANINDAKİ KİM?

Ellerde telefon; kimse burayı değil, ziyâretleri değil hayâletleri, sanalı yaşıyor.

Şöyle tadıyla-tuzuyla, bölmeden, bölünmeden hiçbir şeye yoğunlaşamıyoruz.

Çünkü kendimiz yoğun değiliz, yâni dolu değiliz, yâni kendimize yetmiyoruz!

Bu dışarıya dalışlar, mesaj alışlar, taşıma suyla değirmen döndürmek misâli.

Ortamlarımızı anlamlı şeylerle dolduramayınca, uçan sinekten medet gibi bir şey!

ZAPLAMA-ZIPLAMA

Hattâ, yaptığımız şey de net değil; böyleyiz derken bir de bakıyoruz ki şöyleyiz!

Çünkü artık tamâmen zaplama ve de zıplama nesli olduk çıktık. Dur-durak yok!

Hangi programı, diziyi, ya da filmi izlediğimiz belli değil. Zap oraya, zıp buraya!

Böyle bir toplum nasıl yerinde durur, sabreder, hak tanır, hatır tanır, saygı duyar!

Her kanala şöyle bir uğrayıp geçiyoruz. Kanalına göre bir şeyler kırpıştırıyoruz!

Geniş mîdelerimizden daha boş olan rûhumuzu gûyâ birazcık yatıştırıyoruz…

Sâhi rûh diye bir şey de var değil mi? Yâni, şu görünenlerden başka gerçekler de?!

Biz neyin peşindeyiz, hangisinin; rûhun mu, nefsin mi, arzuların mı, hakîkâtin mi?

Bir karambolde gidiyoruz gibi, ama nereye? Hiç de umurumuzda mı sanki?

Öyle bir sıkıntı, dert, tasa, kaygı, keder; her neyse, ondan azıcık bir zerre var mı?

Bir koşuşturma, tozutma, patırtı-kütürtü, bir velvele; şu manzaraya bakın bir hele!

KURAL DEĞİL “VUR AL” VAR.

Bir hayat ki, kural, kâide, ölçü, kriter diye bir şey yok. Kural değil “vur al” var.

Gücü olan, fırsat bulan, kendince büyük olan, hızlı olan tırıslayıp gidiyor…

Trafikte, yollarda kimse kimseye hak tanımıyor; gaza basan, ışıkları delip geçiyor.

Evde, sokakta, dâirede, iş yerinde; her kes insandan bir başka şey olmaya çalışıyor.

Herkes, kendisine verilen rolü ıskalıyor. Herkes başkası ve başka kimlik peşinde.

Bugün baktığınız kişi dün gördüğünüz değil. O her gün başka başka. Arayışta!

Kendini bulamamış ki başta! Bulsaydı yeri olurdu. Belli bir şekli-şemâli olurdu!

Kendi olmak, doğal kalmak, insan gibi insan olmak kimsenin aklına gelmiyor.

Toplumda ama gizleniyor. Bakıyorsunuz tanımıyorsunuz. Selâm da veremiyorsunuz.

Aynalar önünde eskitiyoruz kendimizi…

Demek istediğim, râzı bir toplum değiliz. Aynalar önünde eskitiyoruz kendimizi…

Aynaya, düzenli olmak, pejmürdelikle diğer insanları rahatsız etmemek için bakılır.

Yoksa Rabbimizin lûtfettiği, herkesin kendine özel verdiği çehreyi bozmak için değil!

Bize verilen güzelliğin farkında olmadan meçhûl arayışlarla ömür tüketiyoruz.

Verilen diğer değerleri de onun peşinde harcıyoruz. Sonuçta nereye varıyoruz?

İşte bugün yine bir sürü cenâze anonsu yapıldı. Kanlar aranıyor. Canlar muzdarip.

Allâh’ın kendisine mühlet ve imkân verdikleri de fırsatları çarçur etme peşinde…

Sabahtan herkes bir yerlere dağıldı. Memleket güzel, imkânlar çok Allâh’a şükür.

Ama, yine de teğet geçiyoruz her şeye gibi. Bu her iki anlamda da böyle. Şöyle ki;

BAHAR NEREDE?

Geçen gün gittiğim bir işyerinin bahçesinde çeşit çeşit meyve ağaçları vardı.

Elma olduğu âşikâr birine yaklaştım. Çiçekli dalını şöyle kendime çektim.

Bir güzel kokladım. Ne de güzel kokuyor! Tıpkı çocukluğumdaki gibi!...

Hemen oralara götürdü beni zaman tünelinden geçirerek bu güzel kokular.

Demek ki biz, Cennet yeşili şu yörede, bunca ağaçlar ve çiçekler içindeyiz;

ama gördüklerimiz bir kartpostaldan öteye bir anlam taşımıyor bizim için!

Baharı görüyoruz ama yaşamıyoruz. Kavanozu dışından yalıyoruz.

Her şey vitrinlik bizim için; yapraklar, çiçekler, karlar, yağmurlar; her şey!

Bahar gelmiş, bak ağaçlar yaprak açmış; her taraflar çiçek, toprak coşmuş diyoruz.

Ama çoğu defâ uzaktan bakıyoruz. Onun hakîkâtini lâyıkıyla duyumsayamıyoruz.

Aynı şekilde, hayâtın câzibesi de öyle. Ona dıştan bakmakla yetiniyoruz.

Tüm bu varlıkların, güzelliklerin ne anlam içerdiğine nüfûz edemiyoruz.

Onu, bir oyun, eğlence olarak görüp, rüşdümüzü tamamlayamadan geçip gidiyoruz.

Dünyâ diyoruz, ama onun sâdece bir örnek olduğunu, eşik olduğunu göremiyoruz.

Aslında gördüklerimize lâyıkıyla bakabilsek işi anlayacağız, gerçeği bulacağız. Ama,

Gel gör ki, bizim, ne görmek, nereye gitmek istediğimiz belli değil! Ne demiş atalarımız;

GÖZ OLDUR Kİ HAKKI GÖRE, YOL OLDUR Kİ HAKK’A VARA!...”

Yüce Rabbimiz bizleri, kabukta kalıp oyalanmadan, öze nüfûz ederek,

Hakk’ı, hakîkâti görüp, hakîkâtli yaşayanlardan eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

02.05.2010