CEZÂYİR’DEN BİR ŞİİR, İKİ ANEKDOT:
1989-90 eğitim-öğretim yılını, ülkemizin çeşitli bölgelerinden, 5 Türk öğretmen arkadaşla Cezâyir’de geçirdik. Arapça stajı için Millî Eğitim Bakanlığımızca gönderilmiştik. Eğitim aldığımız yer Cezâyir Üniversitesi Arapça Dil Enstitüsü. Oranın öğrencileriyle birlikte aynı okul ve yurt hayâtını yaşıyoruz. Yat saati, kalk saati, yemek saati vs. prosedür aynı. Ancak, ecdâdın kredisi, kardeşlik ve misâfir oluşumuzdan dolayı bize verilen değer çok ayrı.
Bunu söylemek bir borç. Rabbim atalarımızdan da, onlardan da râzı olsun.
Allâh için birbirini ivazsız ve garazsız sevenleri cennetinde buluştursun. Âmin.
Orada, Zencisinden Çinlisine, dünyânın her yerinden öğrenciler var. Tanışıyoruz, dertleşiyoruz, kaynaşıyoruz. Dertli olmayan yok ki! Ülkemizin haberlerini de tâkip edebiliyoruz. Büyük başın büyük ağrısı olur hesâbı, bizim diyârların derdi daha da büyük. Stratejik önemiyle orantılı büyük gâileler yaşıyor, başta Türkiye ve Cezâyir olmak üzere tüm coğrafyalarımız. Bunlardan etkilenmemek mümkün değil.
Üstüne üstlük, işin içinde gurbette olmak da var. Gurbet içinde gurbet!
Bir yandan da normâl hayat devam ediyor. Her şey yan yana, iç içe…
Vakit de el vermiş olmalı ki, çok notlar tutmuşuz. Koca koca defterler dolmuş.
Zaman zaman seçerek, çeşni kabîlinden paylaşacağız. İnşâllâh sıkılmazsınız.
İşte bugün, tam 20 yıl öncesi Cezâyir’inden, BİR ŞİİR, İKİ ANEKDOT:
SELÂMI VAR, SANA YURDUM…
Selâmı var sana yurdum; mahzun akan derelerin!
Gözyaşlarından ıslanmış; puslanmış pencerelerin!
Kaybetmişler yönlerini, unutmuşlar evi-barkı;
Selâmı var sana yurdum; her yerde, bîçârelerin!
KİM DELİ, BU KADIN MI?
“Telefon etmek için genellikle gittiğimiz Osmanlı yapısı büyük târihî postânenin önüne geldiğimde yan tarafta bir kümelenme farkettim. Deli olduğu her hâlinden belli bir kadın. Elinde poşetler var; ne bulduysa doldurmuş, kâğıt parçalarına varana kadar. Onları koyduğu yerden çıkarıyor, açıp bakıyor; bir daha yerine koyuyor! İnsanlar da gülerek, ibretle izliyor.
Bir ara, telefon kuyruğunda bekleyenlerden biri, kadının hâline acıdı; yerdeki kâğıtlardan bir-kaçını toplamak sûretiyle yardım etmek istedi. Kadın birden bire nasıl feverân etti, bağırdı; bir görmeliydiniz! O genç dâhil, herkes neye uğradığını şaşırdı. Ağzında biriktirip biriktirip tükürüyordu gence doğru! Mikamsı meşrûbât kutularıyla uzana bildiği ve gücü yettiği kadar vuruyordu ayaklarına hışımla! Genç almıştı başına belâyı!
Ne kadar gülünç, değil mi? Akıl, büyük nîmet doğrusu. Lâkin, akıllı olanların, akıllı geçinenlerin de bu deliden ne farkı var ki? En başta, biriktirdiklerimizin? Ya da, eşyâmıza dokununca sergilediğimiz tavırların?! Belki biraz nezâket farkı vardır; o kadar! Eğer iyi düşünülürse, netîcede, olan şeyin aynı şey olduğu görülür! Bilmem, yanılıyor muyum?
Bir de bize, akıllı, normâl, standardlara uygun ve herkes, yâni, gülme konumunda olanlar gibi hareket ettiğimiz için gülmüyorlar; ciddî gözüyle bakıyorlar!”
‘DELİDİR; NE YAPSA YERİDİR’ Mİ?!
“O, onlarla oyalanıyor, bizler de başka şeylerle! Onunkisinin mantığı var; “Delidir, ne yapsa yeridir!” Bizimkinde o da yok gibi! O, sokaklardan, çöplerden, karşılık vermeden topluyor. Biz efendiyiz, yerine göre büyük büyük paralar karşılığı ve de modaya, yâni prosedüre uygun, satın alarak topluyoruz.
Çok şey alabilmekten dolayı, kimseye muhtaç değiliz; bakın işte biz farklıyız, ne kadar çok harcayabiliyoruz, siz avucunuzu yalayın gibi havalardan çalımlanıp böbürleniyoruz bir de! Delide bu yok! Ne de olsa deli; akılsız, öyle değil mi?”
HAYVANLARIN DİLİ; AYNEN BURDAKİ GİBİ!
“Yemekhânedeyim. Köpek havlamaları geliyor dışardan. Zaman zaman kediler bağrışıyorlar. Miyavlıyorlar. Aynen Türkiye’deki gibi!
Bütün dünyâda da bu böyle olmalı. Dilsizler de, aynı işâretlerle anlaşıyorlarmış dünyânın her yerinde. Diğer her şeyin dili aynı yâni. Sâdece ve sâdece insanlar ayrı ayrı diller ve lehçelerle konuşup anlaşıyorlar.
Bu da akıl bereketi. Allâh’ın (CC) insanlara bahşettiği bir elvân; lütuf. Hikmet. Dünyâ renklerinin en güzellerinden. Tıpkı çeşit çeşit çiçekler, elvân elvân güller gibi. Elhâmdülillâh… 22 Mayıs 1990 Alger-CEZÂYİR”
Aslında, ırklar da, her türlü farklar da böyle! Elvan çiçekler ve güller gibi.
Rabbim, cümle kardeş coğrafyalara, kin, nefret ve saldırganlıktan uzak,
aynı bahçenin çiçeği olma şuuruyla içten kucaklaşarak, tekrar, yeniden
elele, gönül gönüle, cennetsi bir hayâtı hep berâber yaşamayı nasîp etsin.
Fitnecilere, fesatçılara, hâin işbirlikçilere fırsat vermesin, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
21.05.2010