Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
HEPİMİZİN SAÂDETİ, NEREDE?
1392 defa okundu,

HEPİMİZİN SAÂDETİ, NEREDE?

Olanlar oldu geçti. Zaman ekti-dikti, söktü-biçti. Kimini ayıkladı, kimini seçti.

Darbeler gördük, devreler yaşadık. Fırtınalar, kasırgalar; neler, neler yaşadık!

Çehreler tanıdık, sîmalar gördük; hep sürtüşmeler, kavgalar, îmâlar gördük!...

Kurtuluş savaşında, sâdece İzmir’de Yunan’ı değil, tüm düşmanları denize döktük!

Ama, Türk milleti kahramandı bir kere; at sırtından inemezdi, rahat duramazdı!

Öyle demişlerdi, kendilerini öyle kabul etmişlerdi; ne yapsındı şimdi bu millet?!

Ona savaş lâzım, kavga lâzım, yiğitlik lâzım; sizin anlayacağınız düşman lâzım!

Eee, n’olacaktı şimdi? N’olacaksa n’olacaktı; Yüce Türk Milleti’nin düşmanı olacaktı!

Çıktık açık alınla on yılda her şavaştan;

On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan!”

Reklâm diliyle söylemek gerekirse: Evet, tamam; şimdi buldum: KÖTÜ, KÖTÜ, KÖTÜ!

Kim ama? Ondan kolay ne vardı? Türk Milleti artık, yaratıcı(!), acâyip bir millet olmuştu!

Koskoca Osmanlı İmparatorluğu iken hiç yaratma(!) söz konusu bile olamamıştı! Şimdi ise, ne olduysa olmuş; 10. yıl marşı’nda belirtildiği gibi, 10 yılda, 15 milyon genç yaratılmıştı!

Düşman ya da kötü yaratmak ta ne?! Basitin basiti! Bir toplu iğne yapamıyorduk belki ama,

düşman yaratmak iş miydi ki? “Yarattım!” dersin, “işte düşman!” dersin, olur-biterdi!

Nitekim, öyle de oldu! Ne zulümler işlendi, ne kelleler sallandırıldı sudan bahânelerle!

Dinci dendi, irticâ dendi, ticâni dendi, hû’cu dendi, nurcu dendi! Şucu dendi, bucu dendi!

Dendi de dendi; ve, ne nâneler yendi! Dandini dandini dasdana, danalar girdi bostana!

Alay edildi, hor görüldü, “dur!” görüldü, “gördüğün yerde vur!” görüldü vesâir, vesâire…

İşte en son 27 Mayıs. 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat. 17 Nîsan; ACÂYİP OLUYOR İNSAN!

En acâyibi, tüm bu süreçlerde; her şeye rağmen din ve îmânına sarılan insanların mücâdelesi!

Büyük mücâdeleler verdiler, direnç gösterdiler; akıl almaz zulümlere göğüs gerdiler!

Îmândı, dindi, dâvâydı, candı, cânândı. Dünyâ dünyâ değil; sâdece ve sâdece bir imtihandı!

İmtihanı imtihan yapan da zorluklardı, çilelerdi. İlk insandan bu yana, bu hep böyleydi.

Saîd-i NURSÎ, S. Hilmi TUNAHAN, M.Esad ERBİLÎ, İskilipli ÂTIF Hoca, bu vâdîde akla gelen ilk isimler. Bu mübârek zâtların çileli hayatlarını, talebelerinin yaşadıklarını okursanız, ne demek istediğimizi daha iyi anlarsınız. Bizim kuşakta da, onlar kadar olmasa da, bayağı zorluklar yaşayanlar oldu. Hepimiz az-çok, o havalardan nasîbimizi almışızdır.

28 Şubatı ve düzmece olayları, KALKANCILARI, FADİMELERİ,  hatırlayın yeter. Tüm gayretler REFAH-YOL hükûmetini pes ettirmeye, muhâfazakârlığı püskürtmeye yönelikti.

ERBAKAN mürtecî, ÇİLLER hâindi. Çünkü, çağdaştı ama, sonuçta HOCA’ya yardımcıydı!

Demek istediğim sevgili dostlar; ulemânın mücâdelesinin siyâsetteki karşılığı HOCA’dır.

Çünkü, kendisi mühendis olmasına, bu anlamda yurt dışlarında bile popülaritesi olmasına rağmen, sistemin irticâ anlamında önünü kesmeye çalıştığı hareket Millî Görüş olmuştur.

ÖZAL ve TAYYİB Bey de Millî Görüş üzerinden hırpalanmaya çalışılmıyor muydu?

Bunu kabul etmek gerekir. Bu anlamda, SP’nin şimdiki misyonu da küçümsenmemelidir.

HOCA da geldi-geçti. Ama görüşleri sağlam bir referans olarak sürüp gidecektir. Biz burada,

ne ona, ne kimseye oy toplama peşinde değiliz. Bir menfaat de söz konusu değil bizim için.

Herkes sonuçta oyunun ve sâniye sâniye, iyi-kötü tüm tercihlerinin hesâbını kendisi verecek. Bizimkisi, bilebildiğimiz kadarıyle bilgi ve tecrübelerimizi sizlerle paylaşmak, dertleşmek.

Benim üzüldüğüm, anlı-şanlı, okumuş-yazmış, sistemin sopasını da yemiş kimi arkadaşların

ülkemizin geçirdiği evreleri unutarak, büyüklerimiz hakkında ileri-geri konuşabilmeleri.

Asıl acı olan da, ortak çilelere rağmen hâlâ birbirimize küçümsemeyle bakıyor olmamızdır.

Taraftar olunsun ya da olunmasın, din-îman nâmına gayret gösteren, çile çekmiş, ilmiyyeden olsun, siyâsetten olsun herkese saygıyla bakmak bize ne kaybettirir ki?! Bunun adı en azından basîretsizliktir, vefâsızlıktır. Kendimizi, sebepsiz, gereksiz, hiçten yere günâha sokmaktır. Kuru gururdur, kibirdir. Bâzı arkadaşların, diğer grup arkadaşlardan kendilerini müstağnî görmeleri, çiğliktir, hamlıktır. Efendimizin şu sözleri kimler, hangi müminler için acaba:

“Siz îman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de hakkıyla îman etmiş olmazsınız. Onu yapınca, birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi size; ARANIZDA SELÂMI YAYINIZ!”

“Bir kişiye günâh olarak, mümin kardeşini hor görmesi yeter!”

Sizin anlayacağınız, hepimizin cenneti sevgiden geçiyor. Selâmdan, saygıdan, birbirimizi hor görmemekten, geçiyor. Bu anlamda, birbirimizi sevmeye-saymaya mecbûruz da aynı zamanda.

Partisi, grubu, hizbi ne olursa olsun, eğer bu sevgi-saygı iklîmini oluşturmayı, öncelikle kardeş arkadaş grupları arasında başarabilirsek, elde edeceğimiz dünyevî ve uhrevî bu saâdet hepimizin saâdeti olacaktır ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

30.05.2010