
‘YAŞ, OTUZ BEŞ’Tİ BİR ZAMANLAR…
Câhit Sıtkı TARANCI, “Yaş otuz beş; yolun yarısı eder!” dedi ama, 2. yarı, öyle tahmin ettiği gibi gitmedi! 10 yıl sonra vefat etti! Onun hesabı öyle, ya bizim ki! Kimbilir ne hesapları vardır her birerlerimizin?! Ama sonuçta hep; ALLÂH’IN DEDİĞİ OLUR!
Mâlum, bâzen akrostişler yazıyoruz ya, 36. yaşımıza girdiğimiz günlerde de bir OTUZBEŞ YAŞ AKROSTİŞİ yazmışız; geçen 35 yıla vedâ bûsesi mâhiyetinde!
Dünyânın gündeminde BOSNA SAVAŞI var. Vahşet son hızıyla devam ediyor. İçerde ise, hâlâ bu gün bile bitmemiş mâlum sıkıntılar şiddetini artırıyor. Sözü uzatmadan, o günlerin duygu, düşünce ve atmosferinden esintiler de barındıran o akrostişi, hâtıra defterimizden buraya alıp sizlerle paylaşıyoruz; 53’ü arkada bıraktığımız bu gün. 53’le 35 arasındaki simetrik tevâfuku da şimdi fark ettim! Ve işte, buyurun:
YAŞ 35 BİTTİ, 36’DAYIZ!
Yaşlar geçiyor bir bir; dakîka gibi, sâniye gibi
Anlayamıyoruz bir türlü, hesabını-kitabını
Şaşmaya bile vakit nerde; zaman öylesine hızlı?!
Ortada bir şey de yok hem; her şeyin olduğu dünyâda
Tekniğin büyüsüne kapılanlar, gerçeği kaybetmişler
Uçsuz-bucaksız imkânlar, anlamsızlığın emrinde!
Zehir kusuyor altın ağızlar gâyesiz, çâresiz kulaklara
Ben mi; bense, seyirciyim sâdece, olup bitenlere
Evet seyirci; hayır hayır, seyirci bile değilim!
Şâyet, seyirci olabilseydim, heyecânım olurdu!
Bir tarafı tutardım; bağırır, çağırırdım!
İtirâzım, infiâlim, ya da iştirâkim olurdu!
Topla birlikte koşardı, gönlümün ayakları
Taarruz ederdim rakip kaleye, hem de son tâkâtimle
İlgim olurdu, düşen-kalkanla; yenenle, yenilenle
Oturduğum yerde duramazdım; hop oturur, hop kalkardım
Takımım için kim bilir, ne fedâkârlıklar yapardım!
Upuzun kuyruklarda beklerdim gecelerden kalkarak
Zehir-zıkkım olurdu günler, mağlûp olunca bizimkiler
Açalım beyler, açalım; açalım gönüllerimizi
Lâfla kapamayalım iç dünyâmızın pencerelerini
Tuna’dan Nil’e, Hint’ten Fas’a perîşân coğrafya
Ipıssız ormanlarda, vahşîler elinde kuzu misâli
Doğranıyor, kesiliyor, eziliyor, çiğneniyor; oyuluyor gözleri!
Adamlara bir sor; “demokrasi, uygarlık, insancıllık!” her sözleri
Yaşlar geçiyor, yaş geçmiyor, gözlerden gönüllere!
Işıklı, pırıl pırıl dünyâyı karartmışız, karanlık işlerimizle
Zor, hem de çok zor, hedefe varmamız; bu gidişlerimizle…
10.06.1992 00.55, Yeni Mah. ORDU
İşte bir YAŞ OTUZ BEŞ hâtırası. Ayrıldıktan 3 yıl sonra, çok sevdiğimiz bir kardeşimizin düğünü dolayısıyla Akkuş’tayız. Damat Ordu İHL mezunu. Gelin kızımız da, Akkuş İHL’den öğrencimiz. Sevdiklerimizle bir aradayız. Târih: 05.07.1992, AKKUŞ
Soldan sağa: Rahmi SOYLU (Akkuş İHL, Öğretmen, Şimdi Gebze’de) Diğer yanımda Yaşar GEBEŞ (Akkuş, Öğretmen) Lütfi EFİL (Geçen Dönem Akkuş’da anlı-şanlı Belediye Başkanlığı yaptı. Ordu İHL mezunu) Yaşar GÜL (Damat. Hâlen Akkuş’ta Kur’an Kursu Öğreticisi olarak görev yapıyor.) Yüksel EFİL (İlâhiyâtçı-Psikolog. Hâlen İstanbul’da çalışıyor. O da Ordu İHL mezunu)
Yıl, 1992. Aylardan Temmuz. Kızım Betül’le Ordu İHL bahçesindeyiz.
Defterden devâm ediyoruz: “Ve işte, yaş 36. Çocukluk günleri çoook gerilerde kaldı. Artık, kendi çocukluğumuzu değil, çocuklarımızın ve yeğenlerimizin çocukluklarını yaşama dönemindeyiz yaşayabilirsek! Belki de biz, yine de çocuğuzdur ve de çocuklarımız bizim oyuncaklarımızdır! Sanki, öyle gibi mi yoksa?!
Çocuklarımızla ilgilenebiliyor, onların bizden beklediği yakınlık, sıcaklık ve güveni verebiliyorsak, biz de bir parça çocuğuz demektir! Rûhumuzun, çocuklukla örtüşen bir saflık ve temizlik yanı hâlâ var demektir.
Ne mutlu, bu anlamda çocuk kalabilenlere! Dünyâsına, duygularına, sevgilerine, tavır ve tutkularına yanlışlıklar bulaştırarak kirletmeyenlere… Ve, çocuk dünyâsının güzelliğini keşfedip, gençlik ve olgunluk ufuklarına ondan çeşniler katabilenlere…”
Yüce Rabbimiz bizleri, çocuk safiyetiyle yaşayıp, niyetlerini, tavırlarını, söylem ve eylemlerini kirliliklere bulaştırmadan, şu fânî âlemden gerçek âleme doğru bir iyilik güvercini misâli kanat vurarak, ufuklarda kaybolup gidenlerden eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.06.2010