BALONLAR, BARONLAR, UÇURTMALAR…
Ordu’muz bu yılın ağırlık teşkil eden ilk yarısını, oyunla-oynaşla ve de hay-huyla geçirdi. Bir etkinlikler yoklaması ve değerlendirmesi açısından, eğitim-öğretim döneminin başladığı Eylül’e doğru çeksek baz dilimini, sonuç yine de pek değişmiyor. Dememiz o ki; şöyle dişe dokunur ne bir icraat, ne de bir faaliyet söz konusu oldu, yaklaşık bu 10 aylık dönemde.
Ne hükümetin, ne belediyenin, ne sivil toplum kuruluşlarının, Ordu ölçeğinde hâfızada iz bırakacak bir katkısı olmadı ekonomik, kültürel, siyâsî piyasaya. Bu sene şu hizmet yapıldı, şu faaliyete imza atıldı denecek, milletin hayrına ağırlıklı ve ağır başlı bir etkinlik ya da eser yok ortada. Söylemek istediğimiz bu. Öteden beri gelen rutin hizmetler, elbette ki bunun dışında.
Belediye ile Üniversite elele vermiş, hattâ iş birliği yapmışçasına, dans, eğlence, konser, bale, şenlik, festivâl, kulüp kavramları eksenli gençlik ağırlıklı, çağdaş denilen ne idüğü ve târih öncesini mi, yoksa sonrasını mı çağrıştırdığı belirsiz, uçarı etkinliklere imza attılar.
Beri yanda, millî-mânevî değerleri önceleyen sivil toplum kuruluşları horul horul uyudular. Festival havaları onların da başını döndürmüş, neye uğradıklarını şaşırtmış olmalı! İşi hükümete havâle etmiş olmalılar ama, buralarda işler diğer yerlerde televizyonlara yansıyan güzel haberlere paralel gitmiyor. Sonuçta, Ordu davul-dömbelek, çalgı-çengi, cistak cistak havalarına teslimdi bu dönem.
Deliye her gün bayram misâli hep uçtuk uçtuk dönem boyu! Hele, şu son 3 aydır her taraf balonlarla lebâleb. Gün geçmiyor ki balon kuşakları bir caddeyi kuşatmasın. Hafta geçmiyor ki, bir yerlerde bir yeni mağaza açılışı yapılmasın. Havaya öyle bir kapıldı ki vatandaş, açanlar yer değiştirip bir daha, bir daha açılış yapıyor. Biliyor ki, millete de seyir lâzım zâten. Husûsî tâkipçileri bile var açılışların.
Balonlar, müzikler, danslar: Açılın beyim açılın, ki açılsın şanslar!
Şaka bir yana, kriz, mriz edebiyâtı yapılıyor ama, açılış bayağı çok. Bunu balonlardan, vatandaşın uçarcasına yürüyüşlerinden, hiçbir şey anlaşılmayan, bir defâ Türkçe bile olmayan müzik adı altındaki anlamsız gürültülerden anlıyoruz da, bir-kaç ay ya da yıl sonrası meydana gelen saçılış ve de kaçılış durumları ne âlemde; onu bilemiyoruz. Onun alâmet-i fârikalarına dâir belirtileri algılamakta zorlanıyoruz.
Mutlulukları çoğaltmak için açılışları duyurup paylaşıyoruz da, hüzünlere talep olmayacağı kesin kes bilindiği için kapanışların hüznü, uçtuğu havalardan, balon patlayınca hızla yere çakılanların üzerine binip canını çıkarıyor. Da, kimseciklerin haberi dahî olmuyor.
Aslında, açılışlarda olduğu gibi kapanışlarda da şöyle, ikramsız da olsa programlar düzenlense de, vara-yoğa herkes açılışa özenip de neyi varsa döküp-saçmasa oldum-olası! Böylelikle, hem kendisini mâcerâya sürüklemez, hem de çevresine hayâl kırıklığı yaşatmamış olur!
İşte kömürcü kardeşler size en çarpıcı örnek! Ne hayâllerle çıktılar yollara! Mağazalarına, marketlerine görkemli açılışlar yaptılar belki. Hocalara hayır dualar ettirdiler. Vekilleri, bakanları dâvet ettiler. O kalabalığın getirdiği havaya kapıldılar, uçtular, uçtular.
“Uç uç, tâ ötelere geç!” dediler adamcağızlara; sonra ne oldu? Olanları gazeteler yazdılar sessiz sessiz. Kim duydu, hiç kimse!? Onlar şimdi kendi dertleriyle baş başa! Bir havanın, bir cıvanın, balonların kurbanları! Evet, balonların ve uçuranların suçu var da, çocuk olmadığı hâlde, balonlara atlayanların suçu yok mu? Var ama, olan olduktan sonra geriye dönüş yok!
Uçmak dedik ya, bir de uçurtma şenliğimiz var. Güzel bir şenlik. Çocuğu yaşlısıyla her kes orada k; çok çok güzel bir şey. Temiz hava, deniz, doğa, ağaç, güneş, çayır-çimen. Rûhlar uçurtmalarla birlikte kanatlanıyor.
Sizin anlayacağınız; uçmaya, uçurmaya, uçurtmaya devâm. Derken, sâhilde uçmayan bir uçakla karşılaşıyorsunuz; FIRTINA UÇAĞI. O da, Ordu’ya özel bir FIRTINA, Ordu’ya özel bir UÇAK!
Ya OR-Gİ. O da cansız şimdilik. Dolayısıyla Ordulu şu sıralar “havalarda uçmak!”la meşgûl sâdece. Bir de kendi havaalanından havalanırsa, keyfi o zaman kıvâmına erecek! Bu gidişle o da olur ki, zâten dönüşü olmayan bir yol.
Ama, tüm bu uçmaları yaparken, Yunus’umuzun “Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz” dediği UÇMAK’ı, yâni CENNET’i unutmayalım. Eğer hayâtımızın sonu UÇMAK’a değil de TAMU’ya, yâni CEHENNEM’e varırsa, dünyâdaki tüm bu uçmanın, uçmaların hiçbir anlamı ve bir bereketi olmaz. Dünyâda uçalım, uçuralım, dağlar taşlar aşıralım, ama bu âlemin öte yakasını değerlendirme dışı bırakmayalım sevgili dostlar. Bize güvenen ve peşimize düşen vatandaşları da ateşe sürüklemeyelim. Biraz da halkımızın millî-mânevî tarafını besleyen bir şeyler yapalım. Kuru kuruya uçurmayalım yâni! Her uçuşun, bir de konuşu olduğunu unutmayalım, unutturmayalım.
Tüm bu yazmalarımızın, çizmelerimizin, okundurma ve dokundurmalarımızın,
bâzı noktalara dikkât çekmelerimizin sebebi de yalnızca bu.
Yoksa, kimseyle alıp-vereceğimiz yok -Allâh’a şükür- ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
16.06.2010