ÇAMBAŞI’NDA BİR PAZAR
Hafta sonu Çambaşı Yaylası’na gittik. Yollarda genişletme ve yenileme çalışmaları son hızıyla devam ediyor. Kimse, “çalışılmıyor” diyemez. Yerleşim yerlerindeki güzelleşme ve belediyelerin çalışmaları gözden kaçacak gibi değil. Özellikle Yokuşdibi, Turnalık, Çambaşı, bir el değmişlik alâmetlerini belli ediyor.
Obalar da çok güzel. Vatandaşlar olarak da artık, her şeyimize daha bir özeniyoruz. Evlerimiz, bahçelerimiz, yollarımız, bağlaklarımız daha bir düzenli-takanlı. Bunu fark etmemek mümkün değil. Hele, bizim gibi seyrek gidenler için her şey âşikâr.
Biz, sabah erken çıktığımızı zannederken, daha Gıligıli Çeşmesi’nde karşıladı bizi, kalabalık manzaraları. Turnalık’tan sonra çeşmeye yakın meydanların arabalarla ve kahvaltı sofralarıyla dolu olduğunu gördük. Susuz Obası’nın oradaki Çakırak Çeşmesi’nin etrafında, bir araba daha girecek yer kalmamıştı.
Sabah pırıl pırıl bir hava vardı. Kabalak, Çambaşı’nın hemen berisinde çok şirin bir oba. Şimdi göleti de var. Hemen içinden dere geçiyor. Karşı yamacındaki karlar henüz tamâmıyle erimiş değil. Daha doğrusu, son bir-iki, nümûnelik kar kürtüğü var. Obanın kıyısından Çambaşı’nın girişine kadar karların eteği sıra güzel bir koruluk da mevcut. Daha ne olsun. Hava mis. İnsanlar da bu fırsatı kaçırmamışlar. Âilece kahvaltı yapıyorlar ağaçlar ve su şırıltıları arasında. Ne güzellik, ne mutluluk.
Çocukluğumuzda, her sabah hayvanları ahırdan alıp da, yayılmaları, yâni, otlamaları için bıraktığımız, o zamanlar ağaç kütüklerinin de yığılı olduğu, şimdi ise tamâmen yerleşim yeri hâline gelen Mezarlık Boğazı’nı dönüp de Çambaşı karşınızda gözükünce, arkada fon oluşturan, alacalı-bulacalı kar kütlelerinin, dalmaçyalıları akla getiren manzarasıyla birlikte yaylanın büyüsüne kapılıyorsunuz.
Eskiden köy okulları çarşıdakilerden çok daha önce dağılırlardı. Okul dağılır dağılmaz âilece yaylada alırdık soluğu. Göç pikapla giderdi. Hayvanları da Gümüşlük, Oluklu yolu üzerinden yaya olarak götürüp-getirirdik. Fındık mevsimine kadar üç ay bilfiil yayla yapardık. Kur’an’ı, 7 kardeş hepimiz de yaylada öğrenmişizdir. Şimdi, yılda bir kez, bir günlüğüne de olsa varıp dönebilmeyi kâr biliyoruz.
Her neyse; asfalttan ayrılıp, Gümüşhâneliler Mahallesi olarak tanımlanan tarafa döndük. Son virajı dönüp evle karşı karşıya geldiğimizde babamla annemin evin yanlarında bir şeyler yaptıklarını gördük. Onlar, dünden gelmişlerdi. Son bir aydır her hafta sonu gidiyorlar. Bizimkisi, bizim için de onlar için de sürpriz oldu bugün.
Annem, hava güzel olduğu için evde ne varsa günlemek, yâni havalandırmak için dışarıya atmış. Babam da, tırpanla evin etrafındaki otları biçiyor. Eskiden ot olması mümkün değildi. Hayvan çoktu. Hazırı da bizim hayvanlarımız için gerekiyordu. Kovuşturmakla baş edemiyorduk. Şimdi ottan yollar bile yürünmez hâlde. Dolayısıyla behemehâl biçilmesi gerekiyor.
Biraz çalıştıktan sonra babam ve oğullarımla çarşıya indik. Yeni câmi çok güzel. İmam arkadaşımız da yeni ve daha çok genç. Sempatik ve yaşından olgun bir duruşu var. Fatsa, İslâmdağ’dan. Hâfızlığını da orada yapmış. Namazın peşinden salâ verildi. Giresun tarafındaki obalardan birinde adam, oğlunun düğününde jeneratör çalıştırırken cereyana kapılıp ölmüş. Namazı ikindiden sonra kılınacakmış. Çarşıda denk geldiğimiz, Fen Lisesi Öğretmeni Mürsel KARAHASAN’ın komşusuymuş. Cenâze için gelmiş. Köyle yakın olduğu için mezarlıkları yayladaymış. Allâh rahmet eylesin. Evlâtları ve yakınlarına da sabır versin. Her iki âlemde de saâdetler ihsân eylesin. Âmin.
Öğleden sonra evdekileri de alarak, hep berâber çarşıya indik. Gelmeden önce, güneşe rağmen düşen bir-kaç damla bize dışarıdaki her şeyi toplattırmıştı. İyi de öyle oldu. Çünkü, biz çarşıdayken, ikindiye yakın bir fırtına koptu ki, sormayın! Derken dolu düşmeye başladı. Her taraf, kar yağmışçasına bembeyaz oldu. Arabanın içine büzüştük. Sanki yukardan dolu değil de çakıl yağıyor. Öylesine iri ve sert. Gök te gürlüyor bu arada. Karşı yakalardan kamçı şaklatmasına benzer yıldırım sesleri geliyor. O an için insan kendisini öylesine çâresiz hissediyor ki! Kelime-i tevhit okuyoruz, salavâtlar getiriyoruz. Bize, kendisini bildirene, Rasûlünü tanıtana çok şükürler olsun.
Asıl görülecek manzara; daha 15-20 dakîka öncesine kadar orda-burda her hâliyle pervâsız, kabadayıcasına yürüyen, lüksler içerisinde, benliklerine mağrur havalı havalı dolaşan insanların, arabalarına atlayıp kaçışlarıydı ki, hakîkâten ibretâmizdi. Taksinin içinde beklerken, bir ara, kırmızı arka ışık zincirinin Mezarlık Boğazı’na kadar vardığını gördüm.
Ve dedim ki; KORKAN, ALLÂH’TAN KORKSUN! Rabbim herkese, haddini bilme, kulluğunu bilme, duruşunu, varışını bilme şuurunu ve uyanıklığını versin! Kendisini, bir şey sanıp, havalanıp da, -şeytan misâli,- gururun, kibirin ateşine yananlardan eylemesin!
Sevgili dostlar! İşte yine yerimiz bitti. Yaylayla ilgili ve bağlantılı olarak vurgulamak istediğimiz bir diğer konuyu, bir başka yazıya bırakmak durumundayız. İnşâllâh diyoruz.
Ve diyoruz ki, bizim gidişimiz hem bizler, hem de anne-babamız için ilaç gibi geldi. Çok güzel bir gün geçti. En güzeli de, dönerken onların hayır duâlarını almak, memnûniyetlerini hissetmek oldu.
Rabbim, cümlemizi, güzelliklerin farkında olanlardan, güzelliklere güzellik katmaya çalışanlardan ve anne-babası, akrabâları, komşuları, din kardeşleri ve tüm hakşinâs insanlarla berâber, hasetsiz-fesatsız güzel güzel geçinerek, hem dünyânın, hem de âhiretin güzelliklerine ulaşanlardan eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
22.06.2010