DERZLER ve de DERSLER!
Geçen ay içerisinde köye gittiğimiz bir gün, yıllar yılı çatılarda, bırakıldıkları yerlerde ümitsizce, el atılacakları günleri bekleyen kitap, dergi, gazete, eski evrak poşetlerini merdiven başlarına kadar indirmiştik. Hafta sonu, son gidişimizde o kolileri açtık. Hepsini de şöyle bir elden geçirerek, en azından havalandırmış olduk. Fazla ayrıntıya girmememize rağmen, bizi çok önceki zamanlara götüren kitaplar, kupürler ve yazılarla karşılaştık. İleriki zamanlarda, kâğıt yumaklarını çözdükçe, kitapları, dosyaları açıp karıştırdıkça içlerinden neler çıkacak kimbilir?
Kitaplar, yalnızca zaman içerisinde çoğaldığından değil, biraz da meşgâlelerimiz gitgide artıp, kitaplara olan ilgilerimizin de doğal olarak azaldığından dolayı yavaş yavaş çekiliyorlar hayâtımızdan. Bunu, kitapların başını alıp gitmesi olarak değerlendirsek suçu onlara yıkmış oluruz. Çünkü, sonuçta onları yalnızlaştıran bizleriz. Üstüne üstlük, kendimizin de yalnızlaştığını akl’edemeden.
Televizyon derken, ardından bilgisayar ve dijital teknoloji, kitabı daha bir kovdular hayâtımızdan. Hem görsel anlamda, hem fizikî olarak, hem de genel çizgi îtibârıyle kitaptan, defterden uzaklaştık. Çocukları onlardan uzaklaştırmaya çalışırken, kendi ilgilerimizin mantığı ve sonucunun da onlarınkinden çok farklı olmadığını göremedik. Artık kendi hayâtımızı değil, sanal bir hayâtı yaşadığımızı, bunun dışında kalan bölümleri de, oraların kurgularıyla şekillendirdiğimizi bir türlü düşünemedik. Düşünemiyoruz. Bir rüzgârın önünde savrulup gidiyoruz.
Paketlenmelerine, kaplanmalarına, onca sarılıp-sarmalanmalarına rağmen, hemen hemen hepsi de sararmış-solmuş, değişikliğe uğramışlar. Durdukları yerde bir şey olmayacaklarını düşünmek büyük bir yanılgı. Hiçbir şey yerinde durmuyor. Hiçbir nesne aynı kararda kalmıyor. Değişikliğe direnmek mümkün değil. Devletler arşivlerini korumak için ne yatırımlar yapıyorlar ama, her şey bir yere kadar olabiliyor sonuçta.
Yöremizdeki her ev gibi, buradaki evimizin de çatısı var. Zaman içerisinde problem olmaya başladı. Su sızdıran yerler var. Yarım balkon şeklinde olduğu için, çatı katının bir kısmı doğrudan yağmur alıyor. Damdaki kiremitlerde kaymalar olmuş. Saclar çürümüş. Anten bakımı, ısıgün bakımı derken kırılmalar olmuş. Derzler, zaman içerisinde kimyasal değişime uğrayınca fonksiyonlarını yitirmişler. Sâdece kitaplar değil, onlar da, tüm sertliklerine rağmen, ne güneşin sıcak bakışlarına, ne de yağmurların yumşak akışlarına dayanabiliyorlar. Bir gün bakıyorsunuz teslim olmuşlar. Ve bizler, usta çağırmak durumunda kalmışız!
Elbette kalacağız. Herkese bir şekilde iş düşecek, herkes bir şeyler yapacak bu sebepler dünyâsında. Nitekim ustamız bir-kaç günlük gecikmenin sonunda geldi. Çatı katına geldiğinde ilk tepkisi;
Bu ne kadar kitap? Peki aradığınız kitabı nasıl buluyorsunuz? şeklinde oldu.
Aslında öyle abarttığı kadar bir kitap ta yoktu. Her neyse; çatıyı gözden geçirme faslında oluklara bakarken, normal akan yerlerde değil de, en art kısımlarda ve akarının tersine, bayık yapıldığı için normal çalışmayan bölümlerde toz yığılması olmuş. Bir çamur hâline dönmüş. Usta, burada da gösterdi ustalığını, tabiî burada söz konusu olan söz ustalığı;
- Hep okumakla olmuyor. Arada buralara bakmak gerekli!
Doğru söze ne denir? Ustamız haklıydı. Aslında, sâdece çatılarımız değil, sâhip olduğumuz her şey zaman zaman şöyle bir gözden geçirilmeli. Hem maddî olanlar, hem de mânevî. Her anlamda kendimizi murâkabe altında bulundurmalıyız. Nasıl ki, çatımızdaki ufak bir akıntı döşemenin, döşemenin çürümesi de tüm binânın çökmesine sebebyet verirse, aynı şekilde, îmân binâmızda, ibâdet hayâtımızdaki ihmâlkârlıklar da tüm hayâtımızdan öte, mânevî âlemimizin de çökmesine sebebiyet verebilir Allâh korusun.
Bu anlamda, haftada bir, topluca kılınan namazlar toplumsal bünyemizin takviyesine, dostlukların gözden geçirilip tâzelenmesine imkân vermektedir. Hele bir de, özel çevre kuranlar, haftada bir akşam olsun bir araya gelerek millî-mânevî eksenli sohbet cemiyetleri oluşturabilirlerse, Allâh’ın izniyle, sapasağlam temeller üzerine kurulu millet binâmızın çatısının nem almasına, bünyesinin hastalanmasına engel olmuş, îmânımızı, irfânımızı, memleketimizi, vatanımızı her türlü zâfiyetten korumuş oluruz.
Ekrem Ustamız çok haklı. Her şey bakım ister. Titizlik ister, temizlik ister. Evlilik için bile aynı şeyi söylerler. O bile derken, başta asıl o özen ister, dikkât ister, yenilik ister, tâzelenme ihtiyâcı duyar. Çocuklarımızla, dostlarımızla, komşularımız, akrabalarımız ve bizimle ilgili herkesle olan diyaloglarımızın tâzelik ve canlılığı çok önemli. Her ne ki; canlı ve heyecanlı olsun, parlak olsun istiyorsak, onun üstünün tozlarla kaplanmasına, bayatlamasına, paslanmasına ve durağanlaşmasına müsâade etmemeliyiz. Tıpkı, olukların akan kısmı temiz olduğu hâlde, arkaya bakan durgun kısmının çamur kütlesi hâline, dolayısıyla akışa geçit vermez hâle geldiği gibi.
Ne demişler; “Çalışan demir ışıldar.” , “Akarsu yosun tutmaz!” ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
16.07.2010