Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
İRÂDE AYI, SABIR MEVSİMİ
1038 defa okundu,

İRÂDE AYI, SABIR MEVSİMİ

Rabbimize şükürler olsun, iyilik ve güzellikler harmanı olan bir Ramazan ayına daha hep birlikte kavuştuk. Maddî hasat mevsimiyle, mânevî hasat mevsimini bir arada idrâk ediyoruz. İkisi de sabır istiyor. Aslında, her şey sabır işi ama, alışılmışın dışında olarak ve 30-40 yıl arası yıllarda bir yaz mevsimlerine dönerek iş yoğunluğu, sıcak ve uzun günlerle birlikte gelen Ramazan daha bir sabır istiyor.

Hani, atalarımız ne demiş: SABIR ACIDIR AMA MEYVESİ TATLIDIR.

Dolayısıyla, gerçek irâde sâhiplerinin kendilerini ispat etme günlerindeyiz.

Diyeceksiniz ki ZOR! Önemli olan da zoru başarabilmek değil mi?

Yüce Rabbimiz neden sık sık sabra vurgu yapıyor olabilir? Elbette öneminden dolayı.

“Ey îmân edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allâh’tan yardım dileyin.

Şüphe yok ki, Allâh sabredenlerle berâberdir.”Bakara 153

Tefsirlerde, buradaki sabrı iki şey üzerinden açıklarlar; TAAT ve BELÂ. Sabır sâdece belâlara karşı değildir. İbâdetler de sabır ister. İşte bugün başladığımız oruç bunun tâ kendisidir. İrâdesine güvenip tutanlara Allâh (CC) kolaylığını ve sevâbını verecektir.

Tabiî ki bol tarafından. Nitekim, NÎMETLER KÜLFETLERE GÖREDİR denilmiştir.

            Öyleyse, bu ayda, âyet ve hadislerde belirtilen, gerçek anlamda bir mâzereti olmayan mü’minlerin, oruç tutmaması söz konusu olamaz. Çünkü, bu ay ORUÇ ayıdır. Emirler açıktır. Bahânelere sarılmakla kişi kendini bile kandıramaz. İşte âyetler:

“Ramazan ayı öyle bir aydır ki, Kur’ân-ı Kerîm o ayda indirilmiştir. (O Kur’an ki) insanlara hidâyet rehberidir. O’nda, doğru yolun ve Hak ile bâtılı ayırt eden hükümlerin nice açık delilleri vardır. Öyleyse, sizden kim, Ramazan hilâlini görür, (bu aya erişir)se oruç tutsun.” Bakara 185

“Ey îmân edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Tâ ki, (oruç tutarak) kötülüklerden sakınasınız.” Bakara 183

Yaşımız îtibârıyle bizlere, yaz mevsimi oruçları tutmak nasîp olmuştu. Yaşımız 15-18 arasıydı. O zamanlar fındık işleri daha da ağırdı. Büyük bir bölümü insan gücüyle oluyordu. Birçok işi de bizzat kendimiz yapıyorduk. Çuvallar 70-80 kg. arasında oluyordu ve çoğunlukla sırtta taşınıyordu. Uzak taşımalar atla yapılıordu. O zamanlarda denilenlere îtiraz da edemiyordunuz. Söylenenleri yapma istersen.

Sonuçta, en çok susuzluk zorluyordu insanı. İftarda ilk işimiz suya koşmak oluyordu. İç babam iç; mîdemiz, o zamanlar musluklara takarak balonvârî şişirdiğimiz plâstik çocuk emzikleri gibi oluyordu.

O zamanlar geldi geçti. Bugünlere geldik. Şimdi örfler ve gelenekler zayıfladı. Herkes, deyim yerindeyse, kibarlaştı. İnsanlar iyice nâzikleşti. Doktorlar ve din görevlileri yufkalaştı. İşi ciddîye alanlar konuşamaz oldu. Çünkü, sanki böylelerine dolaylı bir baskı var gibi. Hemen, ya radikal, ya hoşgörüsüz ya da kötüleme anlamında ŞERİATÇI falan şeklinde yaftalamalar oluyor. Aslında bunların hiç biri de samîmî bir dindar için anormâl şeyler değil. Bilâkis, hassâsiyetler elzem. Hangi gerçek müslümana dînini yaşamayı ciddîye alması yakışmaz ki?

Çevremizde, komşularla berâber misâfir olarak bulunan 100 civârında fındık işçisi var. Hepsi de doğulu. Konuşmalarından ve hazırlıklarından anlaşıldığı kadarıyla hepsi de oruç tutacaklar. Ama geleneksel, ama yöresel; dinlerine bağlılar ve irâdelerine sâhipler. Zâten, namazlarını da kılıyorlar çoğu. Benim merak ettiğim, acabâ ev sâhibi bizlere mi daha zor gelecek bu oruç, yoksa akşama kadar dallar ve çuvallarla, yamaçlar ve bayırlarla boğuşan bu çoğu çocuk yaştak insanlara mı?

Yazımızı, olaylara sevgi gözüyle bakan Mevlânâ’nın sözleriyle bağlayalım:

“Oruç, özlem çekenlerin gönüllerini, canlarını öyle tâzeleştirir ki, zavallı balığı bile su o kadar tâzeleştirmez.

İslâmın binâsı şu beş direk üstüne kurulmuştur: Kelime-i Şehâdet, Zekât, Hac, Oruç, Namaz. allâh’a yemin ederim ki, bu direklerin en kuvvetlisi, EN BÜYÜĞÜ ORUÇTUR!

Nefsinle savaşa girişince; ‘Ben orucu öyle ucuza satmam!’ diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!

Oruç ayına girdiğin zaman, o aya kavuştuğun için Hakk’a şükrederek, sevinerek, neşeli olarak gir! Çünkü, Ramazan’ın gelişinden üzülenlere, gamlılara oruç haramdır. Onlar, oruca lâyık değillerdir!”

Rabbimiz bizleri hep birlikte ve her anlamda oruç tutanlardan, onun derinlik ve serinliğine erenlerden, bu KUR’AN ayını, gerçek bir bayram idrâkiyle değerlendirip, mânevî harmanını bereketlerle sonuçlandıranlardan eylesin ves’selâm….

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

10.08.2010