ŞEN OLASIN ORDU ŞEHRİ!
Artık yerli işçi bulmak zor. Çünkü, şimdi her kesin kendi fındığı var. Yukarı ilçe ve köylerden gelenler de fazla duramıyorlar. Buralarda mevsim geçmeden, onların da fındığı başlıyor. Bu sebeple, yöremizin fındık toplama ihtiyâcı artık yurdumuzun doğu kesimlerinden gelen işçiler vâsıtasıyla gideriliyor. Rabbimiz, insanları birbirlerine sebep olarak yaratmış. Onlar olmasa, bölgemizde fındıklar dalda kalacak gibi gözüküyor. Rabbimiz, bizlere birbirimize muhtaç olduğumuzu gösteriyor. Anlamayı ve özümsemeyi de nasîp etsin inşâllâh.
Köyümüzdekilerden gördüğümüz, bildiğimiz kadarıyla, istisnâlar hâriç, gurbet şartlarının elverişsizliği, çalışma ve hava durumlarının ağırlığına rağmen çoluk-çocuk hepsi de oruçlarını tutmaya çalışıyor. Onlara telefon geliyor memleketlerinden, “biz burada gölgede ağzımız kurumuş, yanıyoruz, yattığımız yerde oruçta zorlanıyoruz, gelin de görün!” diye. Her telefon açan, “sıcaktan ölüyoruz!” diyormuş. Yine iş olsa da yapsak diyorlar. Buralar yeşillik, serin. Çalışıyor olsak da, buralarda oruç bizim için daha kolay diyorlar. Ama, iş bulamayınca dün bir kısmı gitmek durumunda kaldılar. Yolları ve bahtları açık olsun.
Bu yıl fındığı, iki bölüm hâlinde patoza verdik. İlk harman patozcularımız oruç tutmuyorlardı. Patozcuların, iş yoğunluğu sebebiyle genelde tutmadıkları biliniyor, ya da konuşuluyor. Ama, geçen gün tevâfuk eden patozcularımız Termeli ve kardeştiler; ikisi de oruç tutuyorlardı. Bilâl ve Cemâl kardeşler, genel intibânın aksine, isimleri gibi güzel ve temiz yüzleri, ayrıca iş titizlikleri ile dikkât çekiyorlardı. Güzel, temiz, sağlam insanlarla iş yapmanın ayrı bir tadı-tuzu var. Rabbim, sayılarını çoğaltsın. Âmin.
DÖNERLİ RAMAZANLAR
Maalesef, bu kentin Ramazan manzaraları pervâsızları oynuyor. OBKT’si, ve inadına siyâsî tercihleriyle meşhur kentimizin, oruçsuzluk damarı da şöhret yolunda gibi. Ordumuzda, yerel yönetim ve akademik çevrelerin, yıl boyu sergiledikleri ve genel havayı yansıtan etkinliklere bakarak bunun gâyet normâl olduğunu söylemek mümkün. Atalarımız, ne ekersen onu biçersin dememişler mi? İşte ortada. Şunu kabul etmek gerekir ki, AkParti iktidarıyla birlikte millî-mânevî değerleri önceleyen çevrelerde bir rehâvet söz konusu. Faaliyetler yok denecek kadar az. Ordu’ya hâkim hava zevk ve eğlence eksenli bir âlem. Her hâlde, adımızın Ordu olmasına güveniyoruz!
İşçilerin ekmek hesabı dolayısıyla, bir fırıncı arkadaşla sohbet imkânımız oldu.
“11 lokantaya ekmek veriyorum. Ramazan başında, 2’si hâriç diğerleri ekmek almayacaklarını bildirdiler. Gelişen zaman içerisinde iş tersine dönerek, ekmek almayanlar ikiye düştü!” Müşterilerin lokantacıları zorladığını ve tekrar açmak durumunda kaldıklarını belirtti. Ben de, “köyden indim şehre, şaşırdım birden bire!” darb-ı meselinin ifâde ettiği gibi, işçileri uğurlamak için geldiğimiz şehirde, Güzelordu’nun, OTOGAR çevresindeki kahvehânelerinin doluluğunu görüp, dışarıya atılan masalardan gelen taş ve çay kaşığı seslerini duyunca şaşırmadım desem yalan olur. Şehrimizin bu kadar hızlı yozlaşacağını tahmin edemezdim doğrusu. Fırıncının beyânına göre, Köprübaşı’nın oralarda, lokantalar Ramazan öncesi dönerlerinin aynısını hazırlıyorlarmış müşterileri için.
Memleketi anlamak zor. Sağ oylar çoğalıyor. Medyaya göre, dincilik artıyor. Gelgelelim, oruçsuzluk, edepsizlik, çıplaklık, hayâsızlık çoğalıyor ve de aleniyet almış başını gidiyor. Mâşâllâh, vatandaş, Allâh’ın bildiğini kuldan saklamıyor! Ne kadar açık-seçikler görüyorsunuz. İsyânları bile harbî! Saklama ihtiyâcı duymuyorlar. O kadar şeffaf, böylesine demokrat ve de haddinden fazla dobra! Bu ise, Müslümanlığa sığmadığı gibi Hristiyanlığa da sığmıyor. Çünkü, batılıların öteden beri oruçlulara saygı adına, onların gözü önünde yememeyi bir nezâket olarak sergilediklerini biliyoruz. Bu anlamda, bizimkileri, sonradan görme laikçiler olarak nitelemek en isâbetlisi olacak gâlibâ.
Şu ya da bu şekilde oruç tutmayanlar, aslında, kendi zaaflarının kurbanı olduklarının pekâlâ farkındalar. Onlar da biliyorlar ki, sonuçta, ibâdete ihtiyâcı olan bizleriz. Gerçekte, fındık hasadı, hayat hasadına örnek teşkil edecekken, tam tersi olarak, engel olabiliyor maalesef. Fındık hasadı, mâneviyât kesadını getirirse bunun kârı ne olabilir ki zarardan başka?! Gaflet denen şey bu olsa gerek! Rabbim cümlemizi korusun.
ASIL KAHRAMANLIK!
Ayrıca, bu günâhını saklama ihtiyâcı bile duymayanlara, bunun bir kahramanlık olmadığını, asıl kahramanlığın, olumsuz arzu ve isteklere karşı direnmekle olabileceğini söylemek gerekir. Nitekim, Peygâmber Efendimiz (SAV) de, Bedir Savaşı’ndan dönerken ashâbına, asıl savaşın nefisle yapılan savaş olduğunu belirtmiştir. Bu bağlamda, bugünün pervâsızlarına, aşk çağlayanı Mevlânâmızın şu sözlerini tekrar hatırlatmak yerinde olacaktır:
“Nefsinle savaşa girişince; “Ben orucu öyle ucuza satmam!” diye kendini yere at, ellerini çırp, ayaklarını vur, diret!
Sen, canının içinde Kur’an nûrunu istiyorsan, şunu bil ki, oruç, bütün Kur’ân’ın tertemiz nûrunun sırrıdır!”
İşçiler artık memleketlerine dönüyorlar. Birisinin, vedâ sürecinde dediği gibi; “İyi davrananların iyiliği söylenir. İşte gidiyoruz. Herkesin bahçesi, evi-barkı, suyu-odunu kendisine kaldı. İyiliği ya da kötülüğü de yanına! Ne oldu yâni?!” Dünyâ da böyle. Aslında, birilerini kaale almadan, hor görerek bir şeyler yapanlar, kimseye değil, tüm kötülükleri kendilerine yapıyorlar.
Sözün özü, netîcede mülk Allâh’ın. Ve dönüş de O’na. Her kes arzu ve hevesleri, kendisi ve çevresindekilerle imtihan oluyor. Ve de, herkesin hesabı kendine.
Rabbim cümlemizi, Ramazan iklîminin mânevî atmosferi bereketiyle,
Ömür boyu, her hâlükârda, dâimâ, iyilik ve güzellikleri şiâr edinerek
hesabını kolaylaştırma şuuruyla yaşayanlardan eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
25.08.2010