Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
AYLAR GEÇİYOR, SALINCAK NEREDE?
1371 defa okundu,

AYLAR GEÇİYOR, SALINCAK NEREDE?

Aylar geçse, mevsimler dönse, yaşlar kemâle erse de, gönlün istediğinde salıncak her zaman her yerde. Ama, bizim gibiler, yâni en az biz yaştakiler için daha çok köylerde, yaylalarda; daha doğrusu çocuklukta. Şimdi o zamanlar geçti. Çünkü, her şeyden önce o dutlar kurudu. Yeni ağaçlar da mâlum; onlar da bizler gibi kibarlaştı! Salıncak tutacak kolları yok, uçuracak kanatları! Çokları çarşılardan satın alınıp getitiriliyor ve maalesef onlar da bizim gibi buralara, bu havalara pek ayak uyduramıyorlar artık. Ağaçlar dut vermiyor ki, salıncak versinler; ya da çocuklara kol-kanat geren dalları olsun.

Bizim çocukluğumuzda evimizin yanında 3 ulu dut ağacı, bir kiraz, 2 büyük karaağaç vardı. Hayâtımızın en yakın manzarası, çocukluğumuzun masal kahramanları onlardılar. Peliti, kestânesi, kavlağanları, kavağı, meşesiyle sayısız ağaçlar kuşatıyordu evimizin etrâfını. Onların baharda, yazda, sonbaharda, kışta sergiledikleri çeşit çeşit manzaralar arasında geçti çocukluğumuz. Yapraklar, çiçekler bizimle açtı ve yine bizim gözümüzün önünde döküldü. Hem de yıllarca. Sonra kendileri döküldüler.

Cevizleri, hurmaları, töngelleri saymıyorum. Şimdi hiç biri yok. Ötekiler bir yana, çok arzu ettiğimiz hâlde artık ne dut ne de bir kiraz yetiştirebildik. Her sene alınır dikilir; sonra biraz büyür, dallar serpilir, çiçekler açar, meyveler uç verir gibi olur; sonra ne olursa olur, geri yanar ve dökülür. Bu her defasında böyle olur.

Hakîkâten, düşünüyorum da, şu an köyde salıncak asılacak bir ağacımız yok. Ağaç çok da, öylesi yok. Ihlamur, yaykın, incir, çam, servi, çaltı, erik, taflan, elma, armut, vişne; bunların hepsi var. Ama hiç biri akla salıncak getirmiyor. Çünkü, her şeyden önce dut kadar yakın konumda değiller; yer, şekil ve yapı îtibârıyle müsâit olmuyorlar.

Onun için, yazın küçükler oynasın diye, demir ayaklı, zincir askılı, tahta oturaklı salıncaklar yaptırıp getirdik çarşıdan ve harmanın bir tarafına yerleştirdik. Mahallenin çocukları istifâde ediyor. Fındık işçilerimiz büyük küçük değerlendiriyorlar. Elbette büyükler de dâhil olmak üzere bizler de nasipleniyoruz zaman zaman.

Bunun yanında, büyüklerin sene boyu ikâmet ettiği hanım köyde, Yaraşlı’da çocuklar için bir salıncak hep var. Çünkü evin yanında, harmanın köşesinde asırlık bir dut ağacı mevcut. Salıncak asmaya müsâit olmayan dut ağacı zâten söz konusu değil. Kış hâriç, salıncak hep durur orda. Şu kadarını söyleyeyim ki, misâfirler dâhil olmak üzere binip sallanmayan yok. Bakmayın siz buraya sâdece çocukların fotoğraflarını aldığımıza. Dedeler, nineler bile binip çocukluk ediyorlar! İyi de ediyorlar. Hayâtı büyüğü-küçüğüyle, hep birlikte coşku ve sevinçle yaşamak, mutlulukları paylaşmak iyilik ve güzellikleri bereketlendiriyor.

Bu bayram sabâhı, namazı Eymür Köyü’müzde kıldıktan sonra, âdet hâline geldiği üzere babam ve kardeşleri, biz kuzenler bir evde toplu hâlde kahvaltı yapıyoruz. Bu vesîleyle gittiğimiz halamızın evinin önünde bir büyük dut ağacı var. Eskilerden. Büyük urganlarla düzenlenen bir salıncak hep asılı duruyor torunlar için. Lâkin herkes değerlendiriyor.

Bizimle bu yıl ilk defâ Bayram Namazına giden Yûsuf, biz içerdeyken meğer orada sallanıyormuş. Bu salıncak, bizim evin yanındaki demir salıncaklar gibi bodur değil. Bizim çocukluğumuzdakiler gibi; adamı tâ nerelere uçuruyor! Yûsuf Kerem, beni salla baba dedi. Çocuk haklı. Ne yalan söyleyeyim. Bir iki de ben sallandım. İnsan sanki tâ karşı yaylaların doruklarına doğru yükselip uçuyormuşçasına keyif alıyor.

Öyle olmasaydı, 1997 yılında Şiir Şöleni için Ordu’ya gelen koskoca şâirler, fotoğrafta örneği görülen meşhur Bahâeddin KARAKOÇ gibi anlı-şanlı, yaşlı-başlı isimler, salıncağı görünce böylesine heyecanlanır mıydı hiç? Belki onlar da eskileri hatırlayıp, bir nebze uçmak, kurtlarını demeyelim de kart(lık)larını dökmek, hafiflemek; kısaca çocuklaşmak adına, demir de olsa salıncaklara koştular.

Aslını sorarsanız, salıncak yaşlılara daha yakın. Çünkü salıncak demek ayağını yerden kesmek, bir bakıma uçmak demek ve UÇMAK da zâten CENNET anlamında. Hem, insanlar yaşlandıkça küçülmüyorlar ve de çocuklaşmıyorlar mıydı? Öyleyse; tamam o zaman! Koy sepete! Uçmağa ve uçurmağa devâm!

Lâkin, doğrusunu söylemek gerekirse, bu yazı geç kaldı. Taa okullar tâtil olduğunda yazmayı düşündüğüm bu yazı okulların açılacağı günlere kadar kaldı. Elimizde bol mâlzeme olmasına rağmen bu yaz hiç düğün yazısı yazamadık. Dünkü yazıyı saymayın. O, torbadan çıktı gibi bir şey. Tek örnek de o oldu. Mâlum, güncel gündemler hep ağır basa geldi. Ramazan, Fındık, Referandum vs. Neyse ki, hepsini de yüzakıyla arkada bıraktık Allâh’a şükür. Şimdi artık normâl gündemlere dönebiliriz.

Ancak, salıncak her zaman, her yerde. Ama, illâ da köyde derseniz; artık son günlerdesiniz. Okullar açılıyor. Hafta sonları var ama, bir yandan da havalar soğuyor. İş, parklardaki salıncaklara kalıyor. O da çok çok sınırlı hepimiz ve de herkes için. Öyleyse, fındık geçmiş olsa da, incir başta olmak üzere cevizler, elmalar, armutlar; varsa diğer tarla bereketleri ve köyün toprak kokan güler yüzü bizleri ve sizleri bekliyor. Salıncağı da unutmadığımız zaman, hem ziyâret, hem ticâret kabîlinden tatlı ve verimli bir güne imza atmış oluyorsunuz.

Bu yazı geç kaldı, tamam da neden îcâb etti? Öyle ya! Söyleyeyim: Bizim Yûsuf Kerem, kitap okumayı, test çözmeyi seven bir çocuk. Devamlı test aldırıyor bize. Biz de, “aman bize bulaşmasın da!” diyor alıyoruz. Her neyse; aldığım son testlerden birinde, Türkçe konu bölümünde SALINCAK adında bir şiirle karşılaşmasın mı? Altında da benim adım. Bana gösterdi. Sevindim tabiî. Bu bağlamda yazmak ve çocuklarımızı da doğaya, oyuna yönlendirmek adına bir yazı plânlamıştım daha Mayıs-Hazîran aylarında. Kısmet bugüneymiş. Dedik ya; gündemler…gündemler…

Her neyse, test kitabında ilk ve son kıtasına yer verilen şiirin tamâmını buraya alıyoruz. İnşâllâh sizlere salıncak tadını hissettirir, bir an olsun ayağınızı yerden keserek çocukluğunuza doğru uçurur.

Sözün özü, salıncak bizim çocuk yanlarımızdan biridir. Bizim en güzel yanlarımız da işte o çocuk yanlarımızdır. İçten, gönülden, çıkarsız, çıkmazsız yanlarımız. Saf, duru, kirlilikler bulaşmamış temiz yanlarımız.

Belki bedenimiz için olamasa da, rûhumuz için bir gönül salıncağımız hep olsun sevgili dostlar. Bizleri hayâllere, masallara, çocukluklarımıza ve sonsuzluklara doğru şöyle bir vardırıp getiren. Bizi bir çocukmuşçasına elimizden tutup geçmişimizle geleceğimiz, olmuşumuzla olacağımız arasında bir yerlerde dolaştıran. Hayâllerden gerçeklere doğru götüren. Bir çocuk yüreği gibi iyilikler, güzellikler arasında dolaştırıp tozlanan yanlarımızı rüzgârlandıran.

Evet, sevgili okurlar; Ramazan dedik, Fındık dedik, Bayram dedik, Evet dedik.

Koştuk, coştuk; bu arada âdetâ kendimizi unuttuk, dinlenmeleri ihmâl ettik.

Artık biraz soluklanmanın zamânıdır. Doğrusu bunu da hak ettik.

Az gittik, uz gittik; dere-tepe düz gittik ve elhâmdülillâh bu günlere geldik.

Dünyâ güzel, nîmetler güzel; tüm iyilikler, güzellikler insanoğluna özel…

Rabbimiz cümlemize bu inanç üzre, akl-ı selim, hiss-i selîmle hareket etmeyi,

Hayât boyu nîmetler yolunda meşrûiyet dâiresinde gitmeyi nasîp eylesin…

Salıncaklarda buluşmak, sonsuz UÇMAK’larda görüşmek dileğiyle ves’selâm…

 

SALINCAK

 

Bahçeye salıncak kurduk

Sallandık sallandık durduk

Her yanımız yaprak çiçek

Güllere el sallıyorduk

 

Dilimizde şen türküler

Dünkülerle bugünküler

Şarkılar da döküldüler

Göğe yelken açıyorduk

 

Kuşlar dalda cıvıl cıvıl

Geçiyorlar başka fasıl

Bir görseniz bizi, nasıl

Mutluluktan uçuyorduk

 

Güneş çekti gitti gökten

Sabah gelecekmiş, erken

“Çabuk gel, çabuk gel” derken

Artık eve geçiyorduk…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.09.2010