EKİM AYI, EKİN AYI…
Her ismin bir hikâyesi ya da serüveni vardır. Her şeyden önce sebebi, bahânesi vardır…
Soyisimleri bir araştırın meselâ; hemen hemen hepsinin de mutlakâ bir öyküsü vardır.
Caddeler, sokaklar, köyler, kentler, semtler, mahalleler. Dereler, ırmaklar, çaylar vs.
Elbette ki, en önemli sermâyemiz olan zaman dilimlerinin de anlamlı birer adları var.
Burç köşeleri, bu mânâda yaklaşımlar, yakıştırmalar, takmalar-takıştırmalarla doludur.
Herkes, ilk anda, bilinmeyen kelimelerden kendince anlamlar çıkarıp uçurur da uçurur…
Ama, EKİM bu anlamda en rahat aylardan biri. Bir defâ, yorum problemi söz konusu değil.
Adıyla-sanıyla, ardıyla-önüyle, her yönüyle EKİM işte; EKİM AYI! Nerden bakarsan bak!
Yâni ekim yapılan; eskilerin ORAK AYI, KİRAZ AYI dedikleri cinsten, tanıdık-bildik bir ay.
Mesele Türkçe ise, en Türkçesinden; anamızın babamızın dilinden, atamızın ilinden bir ay!
Mâlum Ekim ekmek’ten gelir, hattâ gelmekle kalmaz; gide gide en son yine EKMEK olur.
Bu anlamda EKİM, emek demek, ekmek demek; yemek demek, kısaca hayâtiyet demek…
Ekmeden olmaz, biçmeden olmaz. Ek ki EKİM olsun, ek ki EKİN olsun. Ekmeden biçilmez.
İyi güzel de, sormak ayıp olmasın; ne ekiyoruz, ne zaman ekiyoruz? Hani, nerde görülmüş? Öyle ya, hiç EKİM’de ekin ekildiğini gören, duyan var mı? Elbette var! Hem de aramızdalar!
Mısırların, fiylerin, soyaların ekildiğini, fidanların dikildiğini, aşıların yapıldığını biliyoruz. Toprak belleniyordu, toprak aktarılıyordu; tarlalar bir baştan bir başa imece usûlü kazılıyordu.
Ama tüm bu işler, ekmeler-dikmeler; sık bitenleri ayıklamalar, sökmeler baharda yapılıyordu.
BAHARLARIN BİR BİLDİĞİ VAR!
İlkbaharda. Ama bir de sonbahar vardı. Son da olsa, o da bahardı. Onun da bir bildiği vardı! Biz, Sonbahar denince, yaprakların döküldüğünü, mısır, meyve vs.lerin derildiğini biliyoruz.
Ancak, bizden 8-10 yaş büyüklerin gördüğü, bildiği ve yaşadığı bir şey daha vardı; Ki o da, o zamanların ve hattâ günümüzün temel gıdâ maddesi buğdayın bu mevsimde ekildiğiydi. Kim bilir, belki de adını bundan aldı bu ay. Buğday ne demek? Kısaca ekmek ve her şey! En temel besin zîrâ. Diğeri et. Hayvanların yiyeceği arpa da öyle. Saman zâten onlardan…
Mâmâfih; EKİM ayı EKİN ayı. Biyolojik varlığımızın devâmı buradaki EKMEK’e bağlı.
Sizce, yemeden yapamadığımız şu ekmeğin ekildiği bu ay EKİM adını hak etmiyor mu?
Arpanın, samanın, ateşin-dumanın, ocağımızda pişen ekmeğin-aşın kaynağı bu mübârek ay!
O zaman ekimi ekim gibi anlayıp, bilelim. Zamanı ona göre ekelim ekimleyelim, ekinleyelim.
Ekim ayı EKİN AYI. Eskiler öyle görmüş. Kültüre HARS demişler, çiftçiye de HARRAS!
Zamanla HARS’ı beğenmeyenler, ona karşılık olarak EKİN sözcüğünü münâsip görmüşler.
Hars kelimesi lûgatlerde çift sürme, tarla işlemedir.. Harras da ekin eken, tarla süren demektir.
Dolayısıyla hars kültürdür, irfandır. Kültür, bir milletin birikimlerinin tamâmını ifâde eder. Her milletin kendine has bilgi, görgü, gelenek, görenekleri, fikir ve sanat ürünleri vardır. Dolayısıyla, bir milletin kültürü, irfânı; onun kimliği, kişiliği, karakteri ve alâmet-i fârikasıdır.
Kendisi kalmak isteyenler, kendini tanımak ve gençlerine tanıtmak zorundadır, millet olarak.
Aksi hâlde başka milletlerin empozesi olan kültür salgınları arasında orijinâlitesini kaybeder.
Bu da felâketlerin en büyüğüdür. Kültürünü unutan nesiller medeniyetlerini de kaybederler.
Nitekim, kültürünü, irfanını kaybedenler ülkesine uzaklaşmış, yabancılara yâr olmuşlardır.
Tevfik Fikret’in Halûk’u misâli aslına sırt dönmüş; yaban ellerde papaz olup gitmişlerdir!
Yazık, çok yazık derken; yapılması gereken şeylerin olduğunu da unutmamak gerekmez mi?
ORDU’DA KÜLTÜRÜN KADERİ
Hem de çok gerekir ve de bilhassâ Ordu için. Ordu’muzun kozmopolit bir yer olduğu âşikâr.
Yabancı etkilere çok çok açık. Mânevî bünye zayıf. Kültürel faaliyetler yok denecek kadar az.
Var olanlar da, öz kültür adına bir sancı taşımıyor. Cümlesi uçuk, sulu, argo ve de çok uçarı.
Tiyatro eserlerine bakınız. Adlarını okusanız yeter. Milletin parasıyla, milleti bozuyorlar…
Dünyâ çapında sanatçı denilen insanların yaptıkları yontulara bakınız. Anlayan beri gelsin!
Bu anlamda, EKİN adına toprağımıza hep dikenler ekiliyor. Artık buğday ekme zamânı geldi.
Artık,özümüze, ilimli, irfanlı, edepli, ölçülü-biçili sözümüze, has kültürümüze dönme zamânı.
Kendi kültürümüze su kadar, ekmek kadar muhtâcız. Gençlik elden gidiyor; bilesiniz dostlar!
Bir de, kültürel açlığımızın farkında olamayacak kadar ilmimizden irfanımızdan uzaklardayız.
İktidarların bu babda bir derdi olmadı. Mevcut iktidar da buna dâhil. Hep madde, hep madde!
Yapılagelen bunca işler arasında KÜLTÜR, ufacık bir madde olarak bile yer alamadı yazık ki.
Artık zamânı gelmiş olmalı. İlgililer, yetkililer, sorumlular; nerdesiniz? EKİM ayı EKİN ayı.
Tüm sağduyulu kurum, kuruluş ve insanlara sesleniyorum. ARTIK UYANMA ZAMÂNI!
BÎGÂNELER ve DÎVÂNELER…
Üniversiteyle birlikte sorumluluğumuzun boyutları daha da genişledi ve de oylumlaştı.
Ülkenin dört bir yanından gelen çocukları sokağın ve de irfansızların insafına terk etmeyelim!
Kimse, bu mesuliyetten kendini müstağnî göremez. Gençlere, ülkeye, kendinize acıyın beyler.
Artık bu kadar bîgânelik yeter. Bîgâneliğin bundan sonrası dîvânelikten başka birşey değildir!
Biz bîgâne kaldıkça, onlar da bîgânelerle ünsiyet edeceklerdir doğal olarak! Ve işte o zaman; Bîgânelerle ünsiyet etme; bana cihânı zindan edersin!
diye bağıra-çağıra feryat etmenin, hiçbir anlam, önem ve de esprisi kalmayacaktır...
Şu bir gerçek ki, geçen yıl kültürel faaliyetlerde sınıfta kaldık. Duyarsızlıkta yarıştık âdetâ. Ama, inşâllâh bu yıl kendimizi affettirmek için elimizden geleni yapmaya çalışalım dostlar!
Aklımızı başımıza toplayalım, elimizi çabuk tutalım;
EKİM zamânı EKİN zamânı olsun!
Haydiyin, bu günden tezi yok, bir taraftan başlayalım;
VİRA BİSMİLLÂH ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
11.10.2010