Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
BİR HABER ve EDEBİYÂT
920 defa okundu,

BİR HABER ve “EDEB”İYÂT

Sevgili okurlar! Zaman zaman yerel ya da ulusal gazete ve dergilerde ilginç haberler çıkıyor.

Bâzen, dikkât çekeyim derken,  vâkıaya aykırı, işin özünü zedeleyen deyimler kullanılıyor. Daha doğrusu, haberlerin veriliş biçimi insanın aklını, fikrini ve de zikrini kurcalıyor.

UYAN DA BALIĞA GİDELİM!

Meselâ geçen günlerde, bir yerel gazetemizdeki bir haberin başlığı aynen şöyleydi:

ŞEHİT… … ÖLÜMSÜZLEŞTİ… “kim olduğu önemli değil; meselâ, falan kişi?”

Fesüphânâllâh! Hani, böyle durumlarda ne derler, nasıl derler? Uyan da balığa gidelim!

Şehit şehit olalı günler, aylar, belki de yıllar oldu. Nasıl oldu da, şimdi ölümsüzleşti acabâ?

Olay şu; Belediye Meclisi bir şehidimizin adının şehirde bir yere verilmesi için karar almış.

Gazetemiz de bu haberi,  şehidimiz sanki vahim bir mağdûriyetten kurtarılmış gibi vermiş!

Çünkü, şehit eğer şehitse, adı şehit olarak konmuşsa,  o zâten ölümsüz kâbul edilmiyor mu?

Öyleyse, böyle bir başlığın gereği, sebebi ya da mantığı ne? Ne alâka yâni? Haksız mıyım?

Ortada, ya bir câhillik söz konusu, ya “haber olsun, torba dolsun!” var, ve yâhut ta şirinlik!

Öyle ya; sanki, şehidin şehitliği husûsunda kararsız kalınmış da, meseleyi meclis çözmüş gibi! Böylelikle yerüstü hizmetleri dillere destan olan Belediyemiz bir nevî, yeraltına da el atmış!

Kutsal Kitabımız; “şehitleri ölü sanmamamızı, onların diri olduğunu” söylüyorken siz,

şehidin şehit olmayıp ta, belediyenin bu kararıyla ancak ve nihâyet şimdi mi ölümsüz hâle gelebildiğini söylemek istiyorsunuz? Doğrusu bravo size ve bravo belediyeye! Helâl olsun!

Ne mutlu bize; böyle farklı güçleri, gizemli özellikleri bulunan yöneticilerimiz olduğu için!

MERAK ETTİĞİMİZ ŞEY?

Yalnız merak ettiğim bir şey var: Adları bir yerlere verilemeyen şehitlerin hâli ne olacak? Hani duâlarda geçtiği gibi; “adları unutulmuş, nesilleri kesilmiş”, adları henüz bir yerlere verilememiş, bu mazhariyetten mahrum, bu anlamda mağdur bulunanlarla kim ilgilenecek?

Hani, diyorum ki, ilgililer oraya da bir el atsalar da, sesini duyuramayanlar da nasiplense!

Meselâ o gazetemiz himmet buyurup, araştırmacı gazetecilik özelliklerini harekete geçirip te,

tespit ettiği isimleri Belediye meclisine getirip sunsa; ne büyük bir hizmet yapmış olmaz mı?

Geçmişimize ve hâtıralarına vefâ adına halkımıza ne güzel ve anlamlı bir jest olur değil mi?

Araştırın, karıştırın; muhâbirlerinizi yarıştırın. Ölümsüzleşemeyen şehitleri de kurtarın, ve

“FALAN ŞEHİTLER DE MECLİSTE KARAR ALINARAK ÖLÜMSÜZLEŞTİRİLDİ!”

diye başlıklar atın. Böylelikle hem haber bulmuş, hem de hayırlı bir iş yapmış olursunuz…

Bizden söylemesi. Nasıl fikir ama?! Buna da,“refikten refike kıyak” başlığı uyar herhâlde!

EDEBİYÂT ve EBEDİYET

Çocukluktan bu yana hepimizin zaman zaman oraya, buraya, ağaçlara, taşlara, pencerelere, okullara, sokaklara, alt geçitlere, üst geçitlere; derelere-tepelere adlarımızı yazmışızdır.

Hele bir de, şu an şehrimizde süregiden EDEBİYAT FESTİVÂLİ faaliyetindeki cinsten Kültür-Sanat bültenleri ya da dergilerine, edebiyât bildirilerine girdik mi tamam! Yaşadık!

Ölümsüzleşip gitmişizdir artık! Daha artık sırtımız yere gelmez!  Hadi diyelim öyle olsun! Doğru da, sonuçta ne olacak? Bu durum sana ne getirecek; veyâ en son seni nereye getirecek?

ÖLÜMSÜZLÜK, AMA NASIL?

“İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir.

Onlar orada ebedî kalacaklardır.” Bakara 39

“İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler

ve orada ebedî kalıcıdırlar. (BAKARA/82)

Kim ne derse desin, Kur’anın ifâdesiyle, herkes, “HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR!” Bundan kaçış, kurtuluş yok. Öyleyse, asıl önemli olan şey; inanç-ibâdet, kimlik ve kişiliktir.

Bize ölümden sonra ölümsüzlüğü va’d eden Rabbimizin ölümsüz kriterlerine göre yaşamaktır.

Gerisinin adı ne olursa olsun, tadı ne olursa olsun; beyhûdedir, boştur, boşa kürek çekmektir!

***   ***   ***

 

Sözün özü, sazlarımıza, sözlerimize dikkât edelim. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duysun.

Kulluk edeb ve âdâbına  uymayan anlamsız, kuru, hoyrat, serseri, ölçüsüz, zembereksiz kelimelerle çizgiden çıkmayalım. Kalemimiz de kelâmımız da insanlık vasfımıza uysun.

Dilimizin kılıç olup bizi dilmesini istemiyorsak, tez elden ağzımızı toplayalım;

hâl ve gidişimizi de âcilen toparlayalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

15.10.2010