
BU FOTOĞRAF, O GÜNLERDE YAYINLANMALI MIYDI?
Bu fotoğrafın arkasında yazan târih 28 Ekim 1995. Bundan tam 15 yıl öncesi yâni. Bize gelişi, mektubun yayınlanışı derken bir yıldan fazla zaman geçiyor. Mektubu, yer yer sansürleyerek de olsa yayınlayabiliyoruz. Ama, diğer fotoğraflarda tereddüt etmezken, bir fotoğraf var ki, onu dergiye koymamanın daha doğru olacağı kanaatine varıyoruz.
Neden derseniz, maalesef çok unutkan milletiz. Azıcık bir araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan tablo bize çok açık bir fikir verebiliyor. Fotoğrafın gelişinden mektubun yayınlanışına kadar geçen 2 yıldan az süre içerisinde ülkede tam 5 hükümetin değiştiğini görüyoruz. Öylesine bir istikrarsızlık, her anlamda sürtüşme ve kaos yılları. Büyük olaylar, ya da depremler öncesi öncü sarsıntılar, ağır sancılar. Neler getireceği, neler ve nerelere götüreceği meçhûl!
O günleri biraz hatırlamak, bugünleri de daha iyi anlamak adına, kısa bir gezinti yapalım isterseniz. Fotoğraf çekildiği târihte 51. hükümet iktidarda. (05.10.1995 - 30.10.1995) tarihleri arasında 25 gün idârede kalan hükümette başbakan Tansu Çiller. Kurulan azınlık hükümeti güvenoyu alamayınca düşüyor.
52. Hükümet, yine Çiller Hükümeti oldu. Deniz Baykal da Başbakan Yardımcısı. O da uzun ömürlü olamadı. (30 Ekim 1995- 6 Mart 1996)
Derken 53. Hükümet kuruldu. Bu da Mesut Yılmaz başkanlığında 2. Hükümetti. Onun da ömrü ancak 3-3,5 ay kadar olabildi. (6 Mart 1996-28 Hazîran 1996)
54. Hükümetin bir mecbûriyet hükümeti olduğu âşikârdı. Başka alternâtif kalmamıştı. 1. Erbakan Hükümeti REFAHYOL adıyla şöhret buldu. Ekonomik toparlanma noktasında, havuz sistemiyle hâfızalarda iz bırakan bu hükümeti götüren de (28 Hazîran 1996-30 Hazîran 1997) o hep demoklesin kılıcı gibi ülkenin tepesinde sallandırıla gelen irticâ söylemleri oldu. 28 Şubat Süreci aynı zamanda bu hükümetin sonu olmuştur.
Söz konusu fotoğrafın yayınlanması düşünülen dergi 1997 yılına âit. İktidarda, 55.TC yaygın adıyla Anasol-D Hükümeti olarak bilinen 3. Yılmaz Hükümeti var. Kuruluş târihi 30 Haziran 1997.
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a, DSP ve Demokrat Türkiye Partisi’nin katılımıyla bir zoraki azınlık koalisyonu kurdurulmuştu. CHP de hükümeti dışardan destekliyordu. Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine CHP hükümete desteğini geri çekince ANASOL-D hükümeti düştü.
Her neyse, sözün özü, o günler her anlamda fırtınalı günlerdi. Ekonomi deyince tepeden tırnağa hortumlama, vatan-millet-din-diyânet deyince irticâ akla geliyordu. Fişlemeler, horlamalar, harlamalar-gürlemeler gırlaydı. Ülkeyi içten ve dıştan kumpasa almak isteyen güç odaklarıyla, özünde ve misyonunda direnen halk arasındaki derin sürtüşme kuklalar üzerinden yürütülüyor, ancak arada olan her şeyden önce mâsum ve mazlumlara oluyordu. Memleketin her anlamda tadı-tuzu kaçmış, milletin geleceği, her şeyi, açıktan açığa tehdit altındaydı. Neler yapıldığı bu gün çok şükür, bizim anlatmamıza çok ta gerek olmayan açıklıkta ortaya döküldü. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
Evet, bu mektubu, o zamanlar başkanı bulunduğumuz vakfın yayın organı Ordu Ensar’ın 4. sayısında yayınladık. Seçtiğimiz birkaç paragraf ve fotoğrafları da. Ama, bu fotoğrafa gelince kendimizle bayağı mücâdele ettik. Kendi adımıza değil de, fotoğraftakiler adına. Onlara bir zarar ve sıkıntı vermekten çekindik. Çünkü, fotoğraftaki manzara, o zamanki muktedirlerin formatındaki gençlik profiline uymuyordu.
Bırak içkiyi, masa bile yok. Yere oturmuşsunuz. Bizim Ayten Öztürk’ün resmettiği cinsten, mütevâzı, ama püfür püfür, hâlis-muhlis bir Anadolu bereket sofrası. Hem de İngiltere gibi bir yerde. Türkün çağdaş imajını da sarsıyorsunuz. Kabahat, sizi oraya kabul eden İngiltere’de başta zâten. Üstelik, hepinizin yüzünden mâneviyât akıyor. Bir de, birden fazlasınız; hem de çok çok fazla. Aman aman, bir de kitaplar yok mu? Tam örgütsünüz! Allâh korusun, gerçi silah falan yok ortada ama, biryerlere saklamışsınızdır; koskoca memleketi baştan sona ezer geçer, irticâyı hortlatırsınız. Cumhûriyeti kollamak adına bir an önce târümâr edilmelisiniz!
Belki yeniler bunu bir abartı olarak kâbul edebilir. Lâkin, 3 kişi bir araya gelmekten korkulan günler üzerinden daha 10 sene bile geçmiş değil. İnanmayanlar, en yakın câmi müdâvimlerinden bilgi alabilirler.
Fotoğraftakilerden sâdece kardeşimi tanıyorum! Diğerleri kimdir, nerededir; hiç bilmem. Belki onlar da o günlerden sonra böyle bir araya gelebilmiş değillerdir. Hepsinin yüzünden nûr akıyor. Onlar birer ışık süvârisi. İnanıyorum ki, yüzleri gibi nûrlu ve temiz işler peşinde koştular. Kendileri, âileleri, ülkeleri adına güzel işlere imza attılar; atıyorlar. Ne mutlu onlara!
Nitekim, mektuptan bir-kaç paragraf seçmiştim. Söz çok uzadığı için sâdece, söylemek istediğimiz şeyle ilgili son bölümle yetineceğim. Kardeşim Fâtih’in mektubunun son bölümü şöyle:
“..Tabiî, buradaki hayat standardı ve fiyatları Türkiye’ye kıyaslandığında oldukça farklı. Buraya göre ucuz ama… Bu rakamlar arkamıza bakarsak çok büyük; geleceğimize ve hedeflerimize bakarsak çok önemsiz kalıyor. Aslında, ileriye yönelik ümit ve hedeflerimiz açısından, yâni, geleceğin büyük Türkiye’si ve onun örnekliğinde gerçekleşeceğine inandığımız barış ve rahmet medeniyeti açısından ne böyle rakamlar, ne de Türkiye’deki grupların, siyâsîlerin polemikleri, bana takılınmaması lâzım gelen şeylermiş gibi geliyor.
Hepinize selâm ve sevgiler.
Mektup, asker mektubunu geçmeden bitireyim. Hoşçakalın…”
Bugünlere baktığımızda, duâya dönüşen o temennîlerin rahmet medeniyetinin tekrar dönüşüne kapı araladığını, rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Hamdü senâlar olsun; çok şükür…
Evet, soruyorum size: “Bu fotoğraf o günlerde aynen böyle yayınlanmalı mıydı?”
Yoksa, şimdi yayınlanmış olması mı güzel? Merak ediyorum doğrusu ves’selâm...
ORDU HAYAT GAZETESİ
27.10.2010