SONBAHAR KÖYÜNDE BİR HAFTA SONU
Cumartesi gün, Casar Flaischlen’in şiir diliyle GÜNEŞİN OLSUN GÖNLÜNDE dedik sizlere. Sardı bizi. Güneş güzel şey sonuçta. Kelimesi bile ısıtıyor, aydınlatıyor insanı. Bu hafta sonu bunu yaşama fırsatı bulduk. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.
Daha Perşembe günden, havaların güzel olacağı belli gibiydi. Güneşi görünce düştük yollara. Bizim gibi daha niceleri vardı köy yollarına dökülen. Allâh’a şükür; hepimizin köyleri güzel. Evimiz-ocağımız, tarlamız-takanımız, bağımız-bahçemiz bolluk-bereket. Onların bizlerden istediği, yalnızca ve yalnızca biraz hareket.
Cumartesi annem ve çocuklarla köyün yolunu tuttuk sizin anlayacağınız. Her taraf iyiden iyiye tenhâlaşmaya yüz tutmuş gibi. Tek-tük bahçelerde, ev yanlarında bir şeylerle meşgul olup çalışanlar var. Karşı komşumuz Lütfi Ağabey gibi ev çevresinde, yol, duvar, beton gibi güzelleştirme çalışmaları yapanlar var. Bakıyorsunuz kimileri bahçeleme yapıyor; kimisi dalları cıbırtıp odun hâline getiriyor. Çocuklar çaplıyor. Kimi sırtında, kimi omzunda yol kenarına taşıyor. Nitekim, akşam dönerken bunların bir kamyona yüklendiğine şâhit olacağız.
Neyse, giderken Dedeli’yi geçip de Çavuşoğlu sapağına geldiğimizde yep yeni manzaralarla karşılaşıyoruz. Bir olağanüstülük var. Artık eski izleri çiğnemiyoruz. Yapıldı-yapılacak, yok ertelenecek derken, oradan Çatalkaya’ya geçip Dereyolu güzergâhından Akdeniz’e uzanacak yolun yapım çabaları tüm hızıyla başlamış. Daha önce tespit mâhiyetinde, ağaç, taş, çort, çalı-çırpı temizleme, kıyı-köşe belirleme türünden ön hazırlık mâhiyetinde olan çalışmalar ciddiyete binmiş. Sağ, sol iş makineleriyle dolu. Silindir de bir yandan eziyor. Mevcut yolun kâh sağına kâh soluna geçerek kıvrıla-döne gidiyoruz.
Ezberler bozulmuş; harmanlar yol olmuş, yollar harman. Yol bittiğinde ne önceki kıvrımlar, ne de şimdiki zikzaklardan eser kalacak. Rabbim görmeyi nasîp etsin. Melet’e kadar kısa zamanda geçeceğini umduğumuz yolun güzergâhı, alacağı şekil ve çevrenin arz edeceği yeni manzarayı oldukça merak ediyoruz doğrusu.
Köye varınca ilk işimiz şöyle çevreyi bir kolaçan etmek oldu. Yusuf Kerem, daha evin kapısını açmadan dükkân katın açılmasını istiyor. Çünkü onun orada iş makineleri(!) var. Yazdan yarım kalan işleri olmalı! Onun projeleri Tayyip’ten daha fazla! Evin yanındaki boğazda, köyün yol ve beton çalışmalarından artan kum-çakıl yığını var. Bizim delikanlı yazın onun içerisine tünel bile yaptı komşu çocuklarla berâber. İşi-gücü orada oynamak. Köye gelmeye can atmasının sebebi de bu diyebiliriz rahatlıkla.
Bir-kaç incir vardı ağaçta; mevsim gereği, soğuklar dolayısıyle büzülmüşler. Âdetâ kuru incir hâline gelmişler. Domartlak, yâni yeni doğan gibi yeşil olarak kalmış, olgunlaşamadan soğuklarla tanışmış olanlar da var. Yine de istense reçel yapılabilir. Fakat sayı olarak yetersiz. Çünkü, artık kuru-yaş, ne varsa dökülmüş. Diğer ağaçlarda zâten hiç kalmamış. Artık bu dönemin incir sayfaları tamâmen kapanmış vaziyette. Rabbim tekrarını görmeyi nasîp etsin diyoruz.
Önce, bal armut vardı; ona uğradık. Biz bildik bileli bir ulu ağaç. Gövdesinde yosunlar yemyeşil bir halı mîsâli. Ayrıca, dalları arasında bol tufeylî yeşillikler var. Fakat dalda çok az meyve kalmış. Bir-iki denedik, baktık çıkmak da zor. Zâten çıktığımıza değmez deyip, yerden doğru elimizdeki çarpıyla uzanabildiğimiz kadarıyle bir-kaç tâne düşürerek evin öbür yüzündeki elma ağaçlarına gittik.
Tam zamânı, olmuş olmalı ki, ufak bir silkelemeyle patır patır döküldüler. Topladık, ama bir yandan da komşulara âit bir inek ve iki danasıyla mücâdele ettik. Biz elma toplarken elmalara saldırıyorlar. Kovuyoruz, bir-kaç dakîka geçmeden yine geliyorlar. Yedikleri bir şey değil; mâlum elma boğazlarını tıkarsa ölebiliyorlar. Onu önlemek adına bayağı uğraştık.
Akşama yakın evin yanına geldik. Ordu’ya döneceğiz. Geçen yazımızda mısır tarlalarından söz etmiştik. Gözlem yapmak adına, görmek istedik. Harmandan baktım; hiç tarla göremedim. Bizim, o çocukluğumuzdan beri meşhur Kanaların Avlusu dediğimiz tarladan da eser yoktu. Tamâmen fındık dikilmiş. Evin çevresinde bir dönüm kadar bir yerde var gibiydi sanki ama, onu da akşama yakın saatler olduğu için net seçemedik. Sanki yeni biçilmişdi de, mısırlar yerde yatıyor gibi bir hâl vardı. Çıtıman falan göremedik.
Oradan yola indim. Şayıp, Cevizlik, Fındıklı, Aydınlar; o taraflara doğru baktım. Bir tâne bile tarla çarpmadı gözüme. Akşama yakın saatler. Hava berrak. Ancak, soba dumanları olsa gerek ağaç boyu olmak üzere köylerin üstüne doğru hafiften abanmış. Net seçilemiyor ama, yine de fındık bahçelerinin artık mısır tarlalarına hak tanımadığı âşikâre belli oluyor.
Şehre dönüyoruz. Bir tarla görmek adına biraz daha etrafa dikkât ediyorum gelirken. Bir-iki evin önünde, eskiden pancarlık dediğimiz, etrafı fıraklılarla çevrili küçük sebze bahçeleri türünden, ufak bir çevrik büyüklüğünde küçücük tarlalarla karşılaştık. Kimi henüz hiç biçilmemiş, biçilen yerlerde de çıtıman falan yapılmadan götürülmüş. Sizin anlayacağınız, eski çamlar bardak olmuş.
Pazar gün de hanım köyde, Yaraşlı’daydık çocuklarla. Meyveler, sebzeler, nar, biber, katıkara üzüm, hamsi, yoğurt, süt, salıncak. Sohbet, muhabbet, çay. Derken, hamsi, balık arabaları tâ köylere kadar geliyor. Sudan ucuz. Bu sıra 1 liraya kadar düştü kilosu. Et pahalanınca hamsi giriyor devreye. Rabbimizin nîmetleri, lütufları bol. Köylerde bile telefon etsen, her şey ayağına geliyor. Fiyat çarşıdakiyle aynı. Daha ne olsun. Bundan gerisi can sağlığı. Bütün çevre köylerimiz üç aşağı-beş yukarı böyle. Değil mi dostlar?
Akşam Nizâmeddin Mahallesi’ne aşağı inerken Yûsuf, hiç konu yokken, her iki köyde yaptıklarını bir bir sayıp, ikisine de vurgu yaparak; “Gelecek hafta sonu yine gidelim!” diyor. Çocuk bence haklı sevgili dostlar. Bizler ve çocuklarımız köylerimize gitmeliyiz. Köyü, toprağı olanlar bunun değerinin farkında olmalı, onu çalışarak, piknik yaparak, ilgilenerek vs. her yönüyle bereketlendirmenin her anlamda iyi olacağını unutmamalı.
Rabbimiz cümleye en başta din-îman selâmeti ve sıhhat-âfiyetler lûtfetsin…
Âşık Veysel’in deyişiyle, sâdık yârimizle her anlamda dost eylesin ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.11.2010