Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI
964 defa okundu,

YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI!

Bu konuyu kaç aydır yazacağım gûyâ. Ama bir türlü elim varmıyor. Üst üste gelen gündemler de pek müsâde etmedi ya. Bir de, projenin gerekliliği ile, yer(sizliğ)i, daha doğrusu güzergâhı arasında sıkışıp kaldım.

Aslını sorarsanız, yakına kadar çok net bir görüntü de söz konusu değildi. Basında yer alan açıklamalardan, projenin, bırakın uzmanlar ya da kültür, basın, yayın çevreleri ve halk nezdinde tartışılmasını, belediyede bile doğru-dürüst görüşülmediğine dâir haber ve yazılar yer alıyordu. Buradan, belki ömrü asırlara ulaşacak bir projenin, iyice etüd edilip, yeterince olgunlaştırılmadan hayâta geçirildiği de anlaşılıyordu.

Diğer yandan, Belediye’nin bültenlerine bakınca da şehirde her şey yolunda ve ortalık güllük-gülistanlıktı. Parklar, bahçeler, bulvarlar. Bu sayfaları çevirdikten ve hayâllere daldıktan sonra, eleştiriye eliniz-kolunuz kalkmıyor. “BİR RÜYÂ GERÇEK OLUYOR. ORDU TELEFERİĞİNE KAVUŞUYOR!”

Derken, Şadırvan, Ziraat Bankası, Yalı Câmi arasında, parkın tam ortasında bir gün bir kazı başladı. Sonra bir inşaat yükselmeye durdu. Demirler, kalıplar, çimentolar, harçlar. Sâhilde, başlama noktasında ne zamandır yapılanlar kimsenin dikkâtini çekmemişti ama, burası âdetâ herkesin gözüne batıyordu.

Gelip-geçenler, çay bahçesinde oturanlar birbirlerine soruyorlar, “Bu ne?” diye. Öyle ya, yerlisi var, yabancısı var; bilen var, bilmeyen var. Topluluktan biri de cevaplıyor: “Teleferik yapılacaktı ya hani, işte onun ayağı” diyor.  Minâre kadar yükselecek miydi acabâ?! Yoksa, geçecek miydi bile?!

Bir ikindi vaktiydi. Yalı Câmii’n merdivenlerini tırmanırken bu yeni manzaranın bana ilham ettiği şey, YALI CÂMİ ÖNÜ İNCİR AĞACI!  cümlesi oldu. Karârımı veriyorum artık, “yazacağım!” diye. Yazının başlığı da böylelikle belli olmuştu.

İyi, güzel de, tam burada aklıma hemen şâir-yazar dostumuz Ali ÖZTÜRK Bey geliyor. Şimdi bana yine gücenir diye düşünüyorum. Çünkü, Seyit TORUN’un eleştirilmesini bir türlü kabullenemiyor. Kim aleyhinde bir şey yazıp söylese, sanki başkandan önce cevâbı o yetiştiriyor.  Her yazısında, “aman ha Seyit Bey’e dokunmayın!” der gibi bir tavrı var âdetâ. Daha yüzyüze tanışmamışken, uzaktan uzağa kendisini kırmış olma durumları olsun istemiyorum. Yüzyüze konuşsak, îzah-mizah edişiriz de, uzaktan anlaşmak zor olabilir diye düşünüyoruz.

Gerçeği söylemek gerekirse, ben de bu konuda pek istekli değilim. Hem durup dururken niye böyle bir şeye gerek duyulsun ki?! Seyit Bey olsun, başkası olsun. Kaldı ki, o bizim başkanımız. Her nereye gitsek karşımıza çıkıyor. Düğün, cenâze, açılış, mevlit, uğurlama, dâvet; ne aklınıza gelirse…

Demek istediğim, kendisiyle her yerde karşılaşıyor, göz göze geliyor, el sıkışıyoruz. Hemşerilik de var. Öteden beri süregelen bir hak-hukuk ta söz konusu.  Tenkit edilmekten hoşlanana da rastlamadım şimdiye kadar. Bu işin büyüğü küçüğü, seni-beni yok. Tenkit söz konusu olunca “af büyükten” diye bir şey de geçerli olmuyor. Bunun örneklerini, hep birlikte kendi içimizde de sık sık yaşıyoruz.

Neyse ki, refîkimiz OLAY GAZETESİ, çâresiz kaldığımız bu noktada imdâdımıza yetişti. Geçtiğimiz hafta 3 gün arayla, Teleferik Projesi’nin güzergâhıyla ilgili olarak halktan, ilgili ve yetkililerden gelen tepkileri sürmanşetten verdi. Hiç tahmin etmediğimiz boyutta ve umulmadık şahsiyetlerden tepkiler kamuoyuyla paylaşıldı. Ne yalan söyleyeyim, demek ki Ali ÖZTÜRK Bey’in dediği kadar da partizanca yaklaşmıyordum olaylara. Akıl için yol birdi. Teleferik için ise çok.

Akıl var, mantık var. Şehirde, bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda târihî eserimiz ancak var. Meydanlarımız ise yok denecek kadar az. Parklar da yetersiz. Mevcutların kimisi de, milletin bir anlam veremediği heykellerle dolduruldu. Kimisinin de taa ortasına, böylesine devâsa bir ayağı hançer gibi saplamak, bir nevî târihin ve çevrenin ocağına İNCİR DİKMEK gibi bir şey değil miydi?!

Nitekim, dünkü haberler ve açıklamalar, bu konuda yapılan çalışmaların durdurulduğu cihetindeydi. Durdurulsa da, durdurulmasa da, azımsanmayacak sayıda kişi ve kuruluşun dillendirdiği şekliyle, sonuçta manzarayı berbat edecek, şehrin tadını kaçıracak bu proje, bu hâliyle ne târih, ne kültür, ne turizm ne de belediye kavramlarının çağrışımlarıyla örtüşecek nitelikte.

Biz de, tüm bu gelişmelerden cesâret alarak, içimizdeki ukdeyi içli bir türkümüzün çağrışım makâm ve kıvâmında sizlerle paylaşmaya çalıştık. Umarız, kanayan bu yaramız en çabuk ve kısa yoldan ağrısız-sancısız, kırmasız-dökmesiz kabuk bağlar ve en sağlıklı şekilde netîcelenir.

Sonuçta,“Doktor bulamadı bana ilâcı!” hüznünü yaşamayız inşâllâh, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

09.11.2010