
ÂSÛDE ÇİÇEKLER ÜLKESİ…
Dün sabah, eski yuvaya, hem okuduğumuz, hem de 20 yıla yakın görev yaptığımız okulumuza bir uğrayalım dedik. Sağolsunlar, arkadaşlar gördükçe “gelmiyorsun!” diye sitem ediyorlar. Yolum da okulun önüne uğramıştı. Direksiyonu o tarafa kırdım. Kimliğimi nöbetçiye teslim edip okulun bahçesine girdim. Daha yeni birkaç adım atmıştım ki telefonum çaldı; “doğru kaleme gel!” diye. Ben de öyle yaptım. Bir de ne göreyim, bizim gibi emekli başka arkadaşlar da gelmemişler mi?
Kısaca, bugün bizim arkadaşlardan cenâzeleri olanlar var. Biz Ulubey Yukarıkızılen Köyü’ndeki cenâzeye gitmeyi tercih ettik. Bir minibüs ayarlayıp, aynı havayı teneffüs etmeyi daha uygun gördük. Havalar da çok güzeldi. Güzün tabiata vurduğu renk cümbüşü manzaralar arasından kıvrıla kıvrıla, Ulubey üzerinden Elmaçukuru, Akoluk, Ohtamış derken Yukarı Kızılin’e ulaştık. Cumâ Namazını Kıran Mahallesi Câmii’nde kıldık.
Namazdan önce, emekli görevlilerden Ahmet OĞURLU’nun güzel vaazını dinledik. Namazı, yine emeklilerden Mahmut Bâki arkadaşımız kıldırdı. Notlar aldım, ama, ayrıntıya girmeyeceğim. Paylaşmak istiyorum ama, söz uzayacak. Şu kadarını söyleyeyim ki, iki arkadaşımız da çok oturmuş bir görev olgunluğuyla yaptılar vazîfelerini. Mesajlar da, okuyuşlar da tam kıvamındaydı. Ne söz uzadı, ne de saz. Mahmut Bâki hocanın ağırbaşlı okuyuşuna vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Tegannî yok. çünkü, iyi okuyayım diye bir hırs ve zorlama yok. Tam tadında ve yerinde bir okuyuş. Kendisini tebrik ediyorum. Ahmet Hocamızı da. Mevlitten mısrâlarla süslediği konuları Allâh dostlarının güzel sözleriyle renklendiriyordu.
Yine de bir örnek vereyim: birisi Hasen-i Basrî hazretlerinden öğüt istemiş. O da;
“Burada korkan orada korkutulmayacaktır. Burada korkmayan orada korkutulacaktır!” buyurmuş. Bu da nasıl olur; haramlardan kaçmak, helâlleri seçmekle. Mahmut Bey Hocamız da hutbe de, Efendimiz’in(SAV) Vedâ Hutbesi’ni okudu. Ne kadar güzel oldu. aslında sık sık hepimizin tekrarlaması lâzım. Rabbim ikisinden de râzı olsun. Âmin.
Cenâze ev yanında olduğu için namazdan sonra oraya geçtik. Yollar dardı. Biraz zor oldu ama, sonuçta mezarlığın bulunduğu yere gelebildik. Cenâze de oraya geldi. Kalabalık bir katılım vardı. Namazı hep birlikte kıldık.
Ömer KÖSEOĞLU Beyle yıllarca birlikte görev yaptık. Diğer kardeşleri ve eşi de öğrencimiz. Bundan yıllarca önce düğününe de gitmiştik. Şimdi de annesinin cenâzesi dolayısıyle gittik. Anne Sâdiye KÖSEOĞLU, uzun süredir hastalıklarla mücâdele ediyormuş. Fakültelerde falan dolaşmış. Son bir-iki aydır evde yatıyormuş. Geçen gün evlerinde rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş. Duâyı yapan arkadaşımız Tâlip CAN Bey’in de vurguladığı gibi, milyonlarca hacının kutsal topraklarda Allâh, Peygâmber aşkıyla yalvarıp-yakardığı, Zilhicce ayının, Kurban Bayramı’nın eşiğindeki bu mübârek cumâ gününde kendisini ebediyete uğurladık. Efendimizin, anneler için müjdesi açık: “Cennet anaların ayakları altındadır.”
Hem nasıl anne?! Hepimiz köy insanıyız. Karadenizin çetin coğrafyası ve zor şartlarını hepimiz biliyoruz. Tâbiri câizse, dişiyle-tırnağıyla toplayıp 5 çocuğuna bakmış. Onları, herkesin gıpta edip, örnek alacağı kıvam ve evsafta yetiştirmiş. Ülkeye, biri hâkim, birisi Üniversite hocası, ikisi öğretmen, birisi hemşire olarak görev yapan 5 pırlanta hizmetkâr kazandırmış.
Hele torunlar!... Onları ne kadar seviyordu kim bilir? Belki de anne-babalarından daha fazla titriyordu üzerlerine. Nereden mi biliyorum; mezarlıkta gördüm 3-5 tânesini. Evlerinin yanından, bahçelerden ve yâ yol boylarından çiçekler toplamışlar. Ellerinde tutuyorlar demet demet.Bbiz namaz kılarken onlar hemen yan tarafımızda bekliyorlardı. Her hâlde, biricik ninelerinin toprağı üzerine, temiz, günâhsız yürek ve elleriyle koyup cennetine cennet katacaklar!...
Yavruların isimleri de cennet gibiydi; hep cenneti hatırlatan isimlerdi. Duramayıp, namazın ardından yanlarına gidip sorunca öğrendim. Hangisiydi bilmiyorum ama, Zeynep olabilir; hem söylüyor hem ağlıyordu. Anlaşılan, nineleri gidince kâlplerinin derinliğinden bir şeyler kopmuş, büyük bir boşluk oluşmuştu. Rabbim bu güzel çocuklara sabırlar versin. Onları, ölmüşlerinin defterlerine güzel şeyler yazdıracak, böylelikle hem onlar hem de kendileri, dolayısıyla millet-memleket-vatan için faydalı olacak hayırlı evlâtlar eylesin.
Evet, isimleri neredeyse unutuyorduk: Zeynep, Betül, Âsûde, Emirhan, Melek! Hepsi de cennet çiçekleri gibi isimler. Şimdi, Yahya KEMÂL’in Rintlerin Ölümü şiirinde geçen; “Ölüm âsûde bir bahar ülkesidir…” ifâdesi nasıl akla gelmesin ki?!
İnşâllâh, çok güzel bir günde, çok güzel bir mevkîde toprağa verdiğimiz Sâdiye annemizin kabri de, penceresi cennet bahçelerine açılan âsûde bir bahar ülkesi olur. Ve, yavruları ve tüm sevdikleriyle berâber Rabbimiz onları Efendimiz(SAV)in komşuluğunda buluşturur.
Sâdiye anneye rahmet diliyoruz. Rabbimiz inşâllâh, burada ulaşamadığı bayramlara orada ulaştırsın diye duâ ediyoruz. Geride kalan çelik-çocuk, dost-akrabâ, cümle sevdiklerine de sabr-ı cemîller diliyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.11.2010