Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
KÖYDE BEREKET, KENTTE HÜZÜN..
1126 defa okundu,

KÖYDE BEREKET, KENTTE HÜZÜN…

İşte, nihâyet yağmur yağdı. Hava sıcaklıkları birden düşüverdi. Kışın ayak sesleri. Netîcede, bu ay kış ayı. Bu ayın ilk günleri bir-iki akşam düşen bir-kaç damlayı saymazsak, neredeyse 2 aydır yazdan kalma günler yaşıyorduk. Sonbahar mevsimi, günlerini yaza ödünç vermiş olmalıydı! Fark edip de değerlendirebilenlere ne mutlu!

Çocukluğumuzda çok olurdu böylesi durumlar. Fındığın rahatlatılmasının ardından gelen bu günler çok önemliydi. Fındık gelip-geçerdi. Alınır-satılır; biter giderdi. Evi asıl ilgilendiren, soğuk kış mevsimi şartlarını kolaylaştıran güz nîmet ve gayretlerinin bereketiydi. Öyle ya; kar bindirdiği, evde kalındığı zaman eğer hazırlıklarınız yoksa ne yapardınız? Odun yoksa, yiyecek-içecek hazırlıklarınız yoksa, karda-kışta yandığınız gündür!

SONBAHAR; SON KARAR!

İşte, kışta çâresiz kalmamak için sonbahar, son karar gibiydi. Meyveler, sebzeler, dermeler, derekler, dökekler, dilmeler, kıymalar, asmalar, kurutmalar, durutmalar, toplamalar, çıkarmalar, haşlamalar, süzmeler, kaynatmalar, pekmezler, turşular, konserveler, salamuralar vs; kışa yönelik tüm kiler hazırlıkları bu mevsimde yapılırdı. Ambarlar, tavanlar, çitler, serendiler, küpler, sandıklar ne kadar doldurulursa, o kadar iyiydi.

Hayvanlar için de aynı şekilde. Otlar, alaflar, yapraklar, yığınlar samallıklara doldurulurdu. Gazallar süpürülür, bir yerlere yığılırdı. Kışın da hayvanların altına atılırdı. Temiz ve kuru olsun. Hem sıcak ve yumuşak olsun; hem de bağa-bahçeye kemre oluştursun.

Zamanımızda hayvan bakımı yok. Dolayısıyla böyle tedârik dertleri de yok. Kapıdaki, el uzatılsa toplanabilecek meyveler bile dallarda çürümeye terk ediliyor. Vatandaş kendisini yormuyor. Nasıl olsa ucuz. Her şey pazardan hazır alınıyor.

Ama yine de, o kadar olmasa da köylerimiz bolluk-bereket. İnsanlar, günün şartları ve gereklerine göre bir şeyler yapmaya, kışdan önceki son çabalarını sergilemeye çalışıyorlar. Bunun için de bu havaların güzel gitmesi önemliydi.

İşte, geçtiğimiz Pazar, böylesi bol güneşli günlerin son halkasıymış meğer. O gün, kalktığımızda, ufuklar perdelerini daha yeni aralıyorlardı. Önce hafif bir kızıllık belirdi Yoroz’un kuzeye doğru uzanan omuzlarında. Belirli-belirsiz, çizgi çizgi pamuksu bulutlar var. Kızıllık gitgide arttı. Göğün yere değdiği yerler al renge boyandıkça ışık hâlesi de genişledi. Ancak, akşam ufuklarında olduğu gibi yangına dönüşmeden açıldı, açıldı ve son noktada güneş uç vermeye başladı.

“HADİ ORDAN!” MI?

Eskilerden ve onların iyiliklerinden söz edilirken, üzerlerine güneş doğmadığı husûsu vurgulanırdı. “Rahmetli öyle bir insandı ki, üzerine güneş doğduğu vâkî değildir!” denilirdi. Bu ne demektir? Her sabah, daha alacakaranlıkta kalkılır; namaz kılınır ve hayâta öyle başlanır. Bu bir değil, iki değil; her zaman, ömür boyu böyle! İşte, böyle bir hayat tarzıdır bu yaşanan.

Şimdi böyle bir durumun hayâli bile güç. Belki de; “Hadi ordan, öyle şey mi olabilirmiş?” şeklinde karşılanyor bu tür davranış biçimleri! Zîrâ, bugünün gençleri bizden de çok ilerdeler! Anneler, babalar duyuyoruz, anlatıyorlar; oğulları, nâdiren kızları sabaha kadar internette, değil öğleye, tâ ikindi sonrası kalkıyorlar. Her şey altüst olmuş. Bu genç şimdi nasıl çalışacak? Nereyi bitirirse bitirsin; iş disiplinine nasıl alışacak?

İbâdeti, dîni-diyâneti hesaba katan zâten, yok denecek kadar az. Özellikle gençler bazında. Onların önünde daha çok zaman var diye düşünülüyor?! Artık, nereden garanti alınıyorsa! Hâşâ! Ama, maalesef bu böyle bir acâyip durum işte! Âhiret işi hiç yarına bırakılır mı? Onun ihmâli olabilir mi? Zîrâ, dünyânın telâfisi mümkün de, yâ âhiretinki?! Öyleyse?

Kaldı ki, işte yazdan kalma son günlerden biriydi Pazar günü. Hattâ, çarşıda-pazarda kısa kol dolaşan insanlar vardı. Köye gittiğimizde de insanlar bağda-bahçede, harmanlarda çalışıyorlardı. Elmalar elini-eteğini çekmiş, kiviler de toplanmış; gün hurmalarındı. Ağaçlar, salkım-saçak altın sarısı nîmet toplarıyla doluydu.

Fındıktan sonra üzüm, incir, elma, kivi derken, en son hurma buyuruyor gözlere, gönüllere. Manzarası bile yetiyor varlık sebebi olarak. Bizim çocukluğumuzda yoktu. Hattâ yakınlara kadar böylesine yaygın değildi.

Her kim öncülük ettiyse Rabbim râzı olsun. Hemen aklıma Teynelili Râgıp Amca geliyor. O kendini, bu mübârek meyvenin tanıtımına ve yaygınlaşmasına adamış. Bu yolun gönüllü dervişi gibi. Yolu ve bahtı açık olsun. Ordulular olarak kendisine müteşekkiriz.

DERT ÇOK; KAÇIŞ YOK!

Sevgili dostlar. Pazar günden ilhamlar ve yansıyanlar bundan ibâret değil elbette. Yazılacak şeyler de haddinden fazla. Köylerimizin güzelliğinden vaz geçemiyoruz. Kente gelince de yaralıyız; ölüyoruz. Câhilikler, süsler, pozlar, hızlar, forslar, cakalar, kural tanımazlıklar, kazâlar, yaralanmalar, ölümler!

Gencecik fidanlar hiçten yere ölüyor, öldürülüyor. Memlekette bir ruh anarşisi yaşanıyor. Gazeteler baştan başa ihânet, cinâyet, aldatma, intihar, zinâ vs. haberleriyle dolu. Huzur tabiatta da mı böyle yapıyoruz? Ahmet KILIÇ Ağabey’in dediği gibi, köy köy deyişimizin altında bir kaçış mı gizli; doğrusu ben de bilemiyorum.

Ne yaparsak yapalım; köy de bizim, kent te! Her şey bizim sorumluluğumuzda. Nereye gidebiliriz ki? Bu memleket bizimse, sorumluluğu da bizim. Nereye gidersen git. Görmezden gelsen, sâdece kendini aldatırsın; o kadar!

Keşke, nerede olursak olalım; sorumluluk ve yükümlülük bilinciyle hareket edebilsek! İşte o zaman, kaçış diye bir şey söz konusu olmaz. Her yer güllük-gülistanlık olur, sıla olur. Nereye gitsek mutluluk ve güzellikler karşılar bizi. Tıpkı köylerimizde her mevsim çeşit çeşit nîmetlerin karşıladığı gibi.

Her yerde güzelliklerle karşılaşmak ve mutluluk bulmak istiyorsak, o topluma güzellikler ekmek, insanlık için de en az kendi menfaatimiz için olduğu kadar duyarlı olmak zorundayız. İnşâllâh bunları sizlerle paylaşmaya, birlikte çözümler üretmeye çalışacağız. 

Şunu söylemek gerekir ki; âhiret için olduğu kadar, dünyâ için de bu böyledir:

Ne ekersek onu biçeriz! O zaman, gerek fert, gerekse toplum olarak hepimizin,

iyilik-güzellik ceht ve gayretimiz bol; yol ve bahtımız da açık olsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

06.12.2010