Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
DÂHİLER ve DELİLER; KÜLTÜR MAHŞERİ
1176 defa okundu,

"DÂHİLER ve DELİLER"; KÜLTÜR MAHŞERİ

Bu kitabı iki yılı aşkın zaman önce Sıhhiye’den, Türkiye Diyânet Vakfı Kitabevi’nden almışım. Okumak son zamanlara nasip oldu. Kentimizde çay evi, kültür-kafe muhabbetleri çerçevesinde başladım ve kısa zamanda  bitirdim. Kitabın son çeyreğini de sırada beklerken yine buralarda okuyup değerlendirdim. Kitabın konusu her ne kadar , geçtiği yerler olarak İstanbul olsa da, bize onunla tanışmak, buluşmak ve dertleşmek Ankara ekseninde nasîp oldu. Zâten, kitapta geçen kahramanların çoğu da İstanbul eksenli bir devletin vatandaşları olarak dünyâya gelip onun sıcak etkileri altında hayat  sürmüşken,  bizler doğma-büyüme yepyeni bir anlayış ve algılayışın etkileri altında biraz ondan, biraz bundan atıştırarak yeni bir hayâta tutunmanın mücâdelesi içerisinde sürüklenip gidiyoruz. Henüz, tercihlerimizin belirginleşerek, yolumuzun ve yordamımızın netleştiğini, âidiyetimizin ayan-beyan ortada olduğunu söylememiz mümkün değil. Sizin anlayacağınız, Veysel diliyle, “İnce uzun bir yoldayız; gidiyoruz gündüz-gece!” Ama, nereye? İnşâllâh daha iyiye deyip, elinden gelenler ve de gönlünden kopanlar uğraşıp duruyorlar. Herkes de bir yol tutturmuş gidiyor.

Değerli okurlar. Osmanlı’nın târihteki yerini tamamlayıp idrâk ve hâtıralardaki yerine çekilmesinden sonra, memleket birdenbire boşluğa düştü. Bu beklenmedik bir durumdu. Öyle ya; bu milletin 1000 yıllık çizgisi belliydi. Dîni , diyâneti, yolu-yordamı, kültürü, geleneği, edebiyâtı, siyâseti, medeniyeti, her şeyi İslâmdı. İslâm haktı. Tartışılmazdı. Allâh’ın yoluydu. Peygâmberin çizgisiydi. Şimdi, bunun yerine ne konulacaktı? Ne konulabilirdi ki?! Diğer sistemlerle Allâh’ın dîni aynı kefeye konularak tartışılabilir miydi? Bu, en asgarîsiyle Güneşle mumu yarıştırmak gibi bir şeydi!

İşte, Osmanlı’yı hasta eden batının, onun coğrafyasına dayattığı yeni yollar, cılga, cılız, karanlık ve de sonunun nereye çıkacağı belirsiz bir yoldu. Hiç, milletin asırlardır yaşadığı, başı sonu güven dolu Hak yolla, bu dış rüzgârların üflediği ne idüğü belirsiz yollar bir olabilir miydi? Olamazdı ama, olacaktı işte!

Elbette, bunun mücâdeleleri de olacaktı. Yukardakiler dayatmalara boyun eğse de kalem erbâbı olanlar, ilim adamları, sanatçılar olan bitenlere sessiz kalamazlardı. Bu aziz milletin bunca birikimi, ortaya koyduğu medeniyet, öyle bir hamlede sökülüp atılabilecek kadar basit miydi? Basitse, nasıl bu kadar yüzyıllardır bunca hârikalar sergilemiş, ilim adamları, sanatçılar, edebiyatçılar, kahramanlar yetiştirmiş, bütün dünyânın selâm durup örnek aldığı bir medeniyet ortaya koyabilmişti?

Çanakkale Mahşeri’nin yazarı Mehmet Niyâzi bana göre, Dâhiler ve Deliler kitabıyle kültürel Çanakkalemizden kesitler sunmuş, dînî, ilmî, edebî, felsefî mücâdeleleri gözler önüne sermiş. Milletimizin ne yapacağını şaşırdığı dönemlerde inanç ve güveni sarsılmadan onun ruh asâletine sâhip çıkıp canlandırmaya çalışanlarla, batı meftunları arasındaki söz, hareket ve kültür mücâdelelerini Küllük ve Marmara Kıraathânesi müdâvimleri ekseninde işlemeye ve o dönemlerde nelerin olup-bittiğini, bizlere düşenin neler olduğunu anlatmaya çalışmış.

Roman tekniğiyle ve hepimizi meraklandırıp atmosferine alan canlı bir uslupla örülen kitabı okurken siz de kendinizi olayların içinde buluyorsunuz. Kitabı elinize almaya görün; milletimizin, olaylarla ve günün kimi rumuzlu, kimi sâhici kahramanlarıyle birlikte kendinizi  kültür ve medeniyet mâcerâmıza kaptırıyorsunuz.

20. yüzyılın orta kuşak diliminde ülkemizde yaşanan stratejik tartışma ve arayışların bir aynası niteliğindeki kitap, en son, tüm bu mücâdelelerin ekseninde cereyân edip dillendiği  Marmara Kıraathânesi’nin yıkılması, baş kahramanlardan Binbaşı Hüsrev’in de eş zamanlı tevâfuk eden olağandışı vefâtıyla son buluyor. Ancak, oradan tüm coğrafyaya yayılan mücâdeleler devam ediyor. Kendini, bu soylu dâvânın bir yerinde hisseden herkesin, bu memlekette olup-bitenleri daha iyi anlama, daha gerçekçi  ve pratik işler peşine düşme, geleceğe dâir daha güzel  ve isâbetli hayâller kurma adına bu kitabı okumasını harâretle tavsiye ediyorum. İnşâllâh biz de zaman zaman bu kitaptan istifâde ederek, çeşitli  atıflarla meselelerimizi anlatma yolunu seçeceğiz. O zaman, daha somut şeyler sunma imkânı da bulmuş olacağız.

Elimdeki kitap ÖTÜKEN NEŞRİYAT (www.otuken.com.tr) yayını ve 2007 İstanbul basımı. Bilhassâ, Necip Fâzıl, Osman Yüksel Serdengeçti ve Hilmi Oflaz gibi isimleri ve mücâdelelerini anlamak için canlı bir kaynak niteliği taşıyor kitap. Erol Güngör, Muzaffer Ozak, Nihal Atsız, Nuri Karahöyüklü vs. gibi ilim, kültür, gönül ve aksiyon adamı daha nice isimler, kişilikler; hepsi bir dönemin bir tarafları. Hem de ateşli tarafları.

Sevgili okurlar, bizler, “OKU” diye söze başlayan bir dinin ve bu temel üzerine kurulu

bir medeniyetin mensuplarıyız.  Öyleyse; durmak yok, okumaya devam ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.12.2010