Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
YOLCULUK ve MAHALLE BASKISI
1388 defa okundu,
YOLCULUK ve MAHALLE BASKISI

“Yolculuk kişinin ahlâkî durumunu ortaya çıkarır.”mış. Bu, belki yol arkadaşlığı bağlamında söylenmiş bir sözdür daha çok. Ya da, arkadaş seçerken başvurulabilecek bir kriter olarak ortaya konulmuştur.

            Büyükler bunu çeşit çeşit şekillerde dile getirirler. Bir insanı tanımak için birlikte “3 kilo tuz yemen lâzım!” derler meselâ. Veyâ, “3 çit darı yemeniz lâzım!” derler. “Uzun bir yolculuğa çıkman gerekir” derler. Buradan, anlaşılması gereken, bir insanın, eğer yol arkadaşlığı yapılmamışsa gerçek anlamda tanınmış olamayacağı gerçeğidir.

            Aslında bunu şöyle anlamak ta mümkündür: Kişinin kendini tanıyabilmesi de biraz yolculukla ilgilidir. Zîrâ, insanın çevresi onun bir havuzudur. Barınağı olmak yanında korunağıdır da aynı zamanda. Orada, tanıdık-bildik çevre ve insanlar arasında kendini daha çok güvende hissettiği gibi, her anlamda kontrolde de olduğunu düşünür. Hareketlerini de, çevrenin teâmül ve temâyüllerine göre belirler. Ondan da öte, farkında olmadan bir akış şekillenir yâni. Böylece, çok gönlüne göre olmasa da kendince bir orta yol düzeni tutturulmuş olur. Sisteme uyulup, öylece yaşanılıp gidilir.

                                           SEFÂ MI, VEFÂ MI?

            Gel gör ki, o havuzdan çıkıp, mahalleden sıyrılıp ta, -tâbiri câizse- gözden ırak yerlere gidilince aynı düzen devam eder mi? Elbetteki etmez. Etmemelidir de! Çünkü, o yolculuğun insana etki ve katkıları kaçınılmaz olmalı. Ama, meşhur türkümüzde geçtiği gibi;

                                               “Yârim, İstanbul’u mesken mi tuttun?!

                                               Gördün güzelleri, beni unuttun aman!”

şeklinde de olmamalı. Nereye gidilirse gidilsin sıla unutulmamalı, serden geçilmeli ama yârdan geçilmemeli. Sefâ yolu ihtiyâr edilip de, vefâ es geçilmemeli. Hem dünyevî, hem de uhrevî anlamdaki AHDE VEFÂ kavramı hiçbir zaman göz ardı edilmemeli. Vefâdan kopanlar belirsizliklere, sonu gelmez gurbetlere savrulur çünkü.

                        Ama durum, Pir Sultan ABDAL’ın;

                        Dostum beni ısmarlamış gel diye;

                        Gideceğim ammâ yol bozuk, bozuk!

dediği gibi olursa n’olacak? derseniz; o zaman kişinin, kendisine daha bir mukayyet olmağa çalışması gerektiği açık. Kendini sabırla, sebatla, metânet ve istikâmet duygusuyla donatacak. Ona göre çevre, yol, hâl ve gidiş belirleyecek.

 HAVUZ ve ŞAVUL

            Fakat, kim ne derse desin; her yolculuk insanda bir tâzelenme, kabuğunu kırma, yeniliklere açılma hissi verir. Hattâ saçılmaya bile teşvik eder! Bir nevî kanatlandırır. Kıyıda-köşede kalmış, şu ya da bu şekilde bastırılmış, beklemeye bırakılmış duygularını da ayaklandırabilir. Bu olumlu yönde olabileceği gibi olumsuz da olabilir tabiî.Burada âile terbiyesi ve eğitimin etkisi kendini belli eder.

            Kimi yolculuklar vardır ki, gerçek yolu, SIRÂT-I MÜSTAKÎM'i buldurur. Kimi yolculuklar da vardır ki, yol kaybettirir Allâh(CC) korusun. Nice gurbetçiler daha iyi hâllerle gelirler sılaya. Niceleri de, daha yozlaşmış olarak dönerler. Bu da bir nasip-kısmet meselesi.

            Bu şuurda olunduğu, Allâh’ın ipi olan Kur’an’a sımsıkı tutunulduğu sürece, nereye uçarsanız uçunuz, nereye göçerseniz göçünüz, o ip sizin Hak binânızın şavulu olur, dünyânızın da, âhiretinizin de mutluluk yuvalarını tesis edebilmenizi sağlar. Aksi hâlde, savrulur gidersiniz meçhûllere doğru.

                                  

                                   GELİŞMELER ve de ÇELİŞMELER

            Ülkemizde gözle görülür hızlı gelişmeler var. Dünyânın bir ucundaki bir yenilik hemen yanıbaşımızda bitiveriyor. Çoğu defâ bu çabukluk, millete hizmet etme, ona açılım sağlama duygusundan kaynaklanıyor. Ama, insanlar onu iyiye de, kötüye de kullanabiliyor. Bu  noktada, yöneticilerin yapabileceği şeyler oldukça sınırlı. Çünkü, şer cephesi çok sinirli! Ahlâkî bir dileğinizi dillendirseniz, sizi hemen çağdışılıktan başlayıp, “muâsır medeniyet baskısı”na tâbî tutuyorlar. Siz de ister-istemez tutulup kalıyorsunuz.

            Yaptığım son il dışı yolculukta el kaldırıp bindiğim otobüsün her koltuğunda televizyon vardı. Belirlenmiş 15 kanal var. Ayrıca müzik kanalları var. İstediğinizi seçebiliyorsunuz. Yazın gittiğimde böyle şeyler yoktu. Dönüşteki otobüste de aynı şekildeydi. Beriden öte bakıyorsunuz, herkes değişik kanallar izliyor. Kimi spor, kimi dizi. Kimisi de haber program.

                                 

                                    SUS-PUS, TUZ-BUZ!

            Söylemek istediğim, eskiden, iyi-kötü insanlar otobüslerde tanışırlardı. Birbirlerinin yüzüne bakarlar, azdan-çoktan sohbet ederlerdi. Milletten, memleketten, yerden-yurttan, çelikten-çocuktan konuşurlardı. Dertleşir, söyleşirlerdi. O da kalktı. Hattâ, buralardaki muhabbetleri konu edinip OTOBÜSNÂME adlı kitap yazanlar bile vardı. Şu televizyon denen şey aramıza fitne sokmadı direkt olarak belki ama, bizi muhabbetten kopardı. Gitgide iyice yalnızlaşıyoruz. Tuz-buzlaşıyoruz. Rabbim, türmedaan, yâni darmadağınık olmaktan korusun!

            Sevgili dostlar. Cumâlarımız kutlu, gün ve gecelerimiz, gönüllerimiz mutlu,

            çocuklarımız, gençlerimiz, inançlı, ibâdetli ve de dâim umutlu olsun ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

23.12.2010