Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2010, (MIZRAP 2010)
OLAYLI YOLCULUK..
1201 defa okundu,

“OLAY”LI YOLCULUK…

Cumartesi’yi “Suya Bakan Adam Günü!” îlan ettik ya; önce bunu kendimiz uygulayalım istedik. Havâlar da gerçekten çok çok güzeldi. Yusuf Kerem’le birlikte vurduk yola. Yeni Fidangör’ün üst taraflarından girdik. Köprübaşı’dan Tahıl Pazarı’na doğru, dala-bata gidiyoruz.

O da benim gibi çarşı deyince aklına kitabevleri gelenlerden. Bunu o gün anladım. Aklına bir-kaç kitap takmış. Nerede kitabevi görse, girelim diyor. Giriyoruz. Çarşı da çok kalabalık. Herkes, havanın büyüsüne kapılarak kendini kapıya atmış gibi. Veyâ, bizim geçen günkü yazımızı okuyan-okumayan düşmüş yollara!

KAYIP ARANIYOR!

İşin şakası bu, fakat gerçeği de şu ki, bir ara Yûsuf’la birbirimizi bile kaybettik. Nasıl olduysa, elimden kurtulmuş. İlk başta panik de yapmadım gûyâ. Sağa-sola, ileriye-geriye bakıyorum. Ama, dediğimiz gibi öylesine kalabalık ki, iğne atsanız yere düşmüyor. Neredeyse adım atamıyorsunuz. Telâş da olunca, aralardan geçmek zorun zoru oluyor. Ne kadar bakarsanız bakın, iki adım öteyi görme şansınız da zayıf.

Meğer, çok yakınımdaymış. Az geride, benden kurtulup da, bulamayınca mızıldanmaya başlamış. Hemen orada birilerinin dikkâtini çekmiş. Baktım oturuyorlar. Baylı-bayanlı bir-kaç kişi birlikte, kenardalar. Ânında ilgilenmişler sağolsunlar. Kendileri de sivil polismişler. Allâh râzı olsun. Çocuk, heyecandan mı nedir, telefon numaramızı da hatırlayamamış! Aslında o tür şeyleri çok bilirdi. İşte, böyle bir durum da yaşadık.

Rabbim, cümlemize birbirimize iyi sâhip çıkmayı, kendilerimize ve çevremize mukayyet olmayı ve de her zaman ve hâlükârda birbirlerimizin değerlerini bilmeyi nasîp eylesin. Kimselere taşıyamayacağı yükler yüklemesin. Âmin.

Yalı Câmi’de ikindiyi edâ ettikten sonra yolun karşısına geçtik. Yûsuf’un önce uzaklardaki rıhtım dikkâtini çekti:

-         Oradaki gemi mi baba? Üzerinde vinç mi görünüyor? O ne işe yarıyor?

-         Evet oğlum. Onunla yük indirip-bindiriyorlar.

BOYACI KARDEŞLER…

Derken, denizin kıyısına kadar yaklaştık. O arada bir çocuk, elinde -kendi yapması olacak- derme-çatma bir sandık;

-         Boyayalım âbi! diyerek gelip karşımıza dikildi.

-         Çok isterdim ama, vakit müsâit değil, şöyle biraz dolaşıp döneceğiz!

-         Olsun âbi, biz de şöyle bir tozunu alırız. Fazla zamanınızı almayız!

-         Peki öyleyse, hadi bakalım! Kaça boyuyorsun?

-         Gönlünüzden ne koparsa âbi. Bir şey takdir edersiniz!

Çocuk küçük ama, ağız tam esnaf ağzı. Bu arada Yûsuf denizin büyüsüne kapıldı. Tam kıyısına varıyor. Dalga gelirken geri çekiliyor. Eline taş alıp fırlatıyor ileriye doğru. Kenardaki küçük kayalıkların üzerine çıkıyor. O arada biraz daha büyük görünen bir boyacı daha geliyor sandığıyla.

-         Selâmün Aleyküm!

-         Aleykümselâm! Ne güzel bak, adam gibi selâm da veriyorsun!

-         Verilmez mi ağabey, selâm Allâh’ın selâmı!

Çocuğun selâm şuuru hoşuma gidiyor. Görüntü ve konuşmalarından hissettiğim kadarıyle soruyorum:

-         Siz nerelisiniz, Sakaryalı mı? Aslında Adapazarı demeliydim; gelmedi aklıma.

-         Hayır, İzmitli!

-         Bu arkadaşın nereli?

-         O da öyle. Zâten biz kardeşiz. Benim adım Hasan, onunki Mehmet.

-         Okula gidiyor musunuz?

-         Hayır!

Buna da hayret ettim. Fazla da kurcalamadım. İkisi de ilköğretim yaşında olmalılar. Özellikle küçüğü. Şimdi hâlâ, hem de şehrin göbeğinde okula gitmeme diye bir şeyler var mı?

ASLINDA, BOYASIZ OLMAZ!

Her neyse, sonuçta iyi de oldu. Bir nevî vâfuk oldu da diyebiliriz. Çünkü, biraz sonra Olay Gazetesi’ne uğrayacağız. 20. Yıl kutlamaları var. Yarın da bir Samsun yolculuğu, Allâh izin verirse. Çocuklara müteşekkirim.

En son, boyacı kardeşlerin fotoğraflarını da çektik. Karta bastırırsak oradaki büfeye bırakmamızı, kendilerinin de oradan alabileceklerini söylediler; ayrıldık. Rabbim yol ve bahtlarını açık eylesin, hayırlısından, inşâllâh…

            Yûsuf’la biraz daha dolaştık oralarda. Kayaların üstünde, suya taş atarken fotoğraf çektittirdi bana. İskeleye koştu. Oralarda da fotoğraflaştık. Bizim gibi fotoğraf çekenler, baba-oğul, arkadaş-arkadaşa ya da âilece dolaşanlar çoktu. Kimileri parklarda oturuyorlardı. Tanışlara da çok denk geldik. Hattâ birisiyle havanın güzelliğinden konuşurken;

-         Bizimkiler dün denizde yüzmüşler bile! dedi.

Evet, birkaç gündür havalar hakîkâten yazdan kalma gibi. Hattâ bugün de öyle. Ama, bu, arılar için hiç de iyi değilmiş. Ordu Arıcılar Birliği Başkanı Necâti Aydın, mevsim normallerinin üzerindeki hava sıcaklıklarının arılara zarar verdiğini belirtiyor.

Fındık için nasıl acabâ? Ne desek yalan. Sonuçta, Allâh’ın dediği oluyor. Önemli olan verilene râzı olup, hazırını lâyıkıyle değerlendirmek. Rabbimiz bizlere, her hâlükârda inanç bilinciyle hareket etmeyi nasîp eylesin.

“OLAY” ZAMÂNI

Evet, oradan dolmuşa binip Olay Gazetesi’ne geçtik Yûsuf’la. Daha uzaktan, yoldan bakınca etrafın çelenklerle kuşatıldığı gözüküyordu. Balonlar, süslemeler; tam bir şenlik görüntüsü. Elemanlar tam kadro orada. Hepsi de şık ve pozitifler. Daha kapıda karşıladılar bizi. Her taraf ziyâretçilerle dolu. Zeki Bey’e haber verdiler. Yanımıza geldi. Bir süre kent, sorumluluk, bağımsızlık, siyâset, belediye, gazete, gazetecilik bağlamında sohbetler ettik.

İkramlar, muhabbetler, değerlendirmeler, 20. yılın haklı gurur ve sevincini tebessüm olarak yansıtıyordu. Bugün burada sâir günlerin ticârî atmosferinden öte bir  hava vardı. Sanki duvarların bile yüzü gülüyordu.

Zeki Bey ve kadrosunu, öncelikle imkânları, kâbiliyetleri, özel durum ve konumları îtibârıyle yayıncılıktaki avantajları, gazetecilikteki yerleri, gelenekleri, performans ve fonksiyonları, yüklendikleri misyonlar, geçmişte yaptıkları, gelecekte yapabilecekleri noktasında tebrik edip başarılar diledik. En son;

-         “Nice 20 yıllara!” diyerek sohbeti noktaladık. Onlar da;

-         “Siz de görün!” dilekleriyle mukâbele ettiler.

Öylece oradan ayrıldık. Aynı dileklerimizi buradan da yine tekrarlıyoruz.

NİCE YILLARA, AMA…

Sevgili okurlar! Bütün bunlar üzerine, son söz olarak diyoruz ki; biz gazeteler

ve tüm siz okuyucular olarak hepimiz, kendi çaplarımızda üzerlerimize düşenleri

hayırlısıyla ve de lâyıkıyla yapabildiğimiz nice güzel yılları hep birlikte görelim,

böylelikle, dünyânın da, âhiretin de saâdetlerine erelim –inşâllâh- ves’selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.12.2010