İHÂLEDE FESAT YOK!
Birkaç gündür olduğu gibi, izlediğimiz süreç içerisinde, yaşadığımız kentin sanatı, edebiyâtı, kimliği noktasında görüşlerimizi sizlerle paylaşmak adına zaman zaman kültürel konulara da değiniyoruz. Sonuçta, duydukları, okudukları hakkında herkesin kendi kendine bir değerlendirmesi oluyor elbette. Ancak çoğunluk duygu ve düşüncelerini saklarken, nâdir de olsa tepki verenler çıkmıyor değil.
İşte dün Olgun KÜÇÜK Bey arkadaşımız aradı. Bildiğiniz gibi kendisi, Ensar Vakfı Ordu Şûbe Başkanımız. Gazete bürosunda, Muzaffer GÜNAY Bey’le aynı konuyu değerlendirdiğimiz sırada, Olgun Bey kardeşimizle uzun uzun konuştuk telefonda.
Şunu söylemeliyim ki, çok memnun oldum. Belki de yazılarımız bağlamında yaşadığımız en oylumlu görüşmelerden biriydi bu. Olgun Bey’e hassâsiyetinden dolayı teşekkür ediyorum.
Doğrusu biz de, şehrin kültürel vechesini ele alan yazıların, duygusal yönünün biraz ağır bastığının farkındayız. Kantarın topu biraz kaçıyor gibi oluyor. Kaçtığını da, Olgun Bey gibi olgun arkadaşlarımızın hatırlatmalarından daha iyi bir şekilde fark edebiliyoruz.
Neden böyle oluyor, niye ölçüyü kaçırıyoruz? Çünkü hep, dâimâ, ümitlerin boşa çıktığı dönemler yaşıyoruz. O geliyor, bu gidiyor, bu geliyor, o gidiyor; sonuç değişmiyor! Her seçim dönemi gönlümüzde çiçekler açıyor. Yeni isimler, yeni kadrolar. İş adamları, bürokratlar, müdürler, arkadaşlar, kardeşler, gönüldaşlar, vatandaşlar. Yeni atamalar, görevlendirmeler, kutlamalar. Yeni işler, plânlar; devâsâ binâlar, siteler, projeler. Maddî anlamda güzel şeyler yapılıyor. İnkâr edemeyiz.
Ama biz, Dil ve Edebiyat Derneği’nin İstanbul’da yapılan Şûbeler arası Tanışma ve İstişâre Topantısından yeni geldik. Oralarda iş adamları, siyâsetçiler, profosörler, edebiyatçılar, belediyeciler, herkesin; milletin-memleketin dili, kültürü, edebiyatı, kimliği adına nasıl elele verdiklerini gördük. Koca koca binâların restore edilip, yoksa yeniden yapılıp kültürün, sanatın, ilmin, edebiyâtın hizmetine sunulduğunu gördük.
Ondan öte, Necip Fâzıl çizgisinden ve şiirlerle iktidara yürüyen Tayyip Erdoğan’ın lideri olduğu bir hareketin kültür, kimlik, kişilik konularındaki hassâsiyetinin buralarda bindebirinin dahî tezâhür ettiğini görememek insanı dilhûn ediyor açıkçası.
Kısaca, burada hâlâ, bu anlamda bir yaprağın bile kıpırdamaması oldukça düşündürücü. Bizim yaptığımız, bu durum karşısında ızdırabımızı dillendirmekten ibâret. Bunun da bir görev olduğunu düşünüyoruz. Kaale alıp almamak ilgililerin bileceği bir şey.
Olgun Bey Kardeşimiz çok haklı olarak, ihâle kelimesiyle başlayan yazının yanlış anlamalara meydan verebileceğini, birilerini töhmet altında bırakma ihtimâlinin göz ardı edilmemesi gerektiğini söylüyor. Gerçekten, ince bir noktaya işâret etmiş. Şurası inkâr edilemez ki, bunca duyarsızlığın verdiği sancıyla yazılarımızda biraz mübâlağa yapmış olabiliyoruz.
Ancak yine de, biz bu sözlerimizi genel anlamda söyledik. Hiçbir isim telâffuz etmedik. Sonuçta, burada bir noksandan söz ediliyorsa bu hepimize âit bir durumdur. Ancak, makam, mevkî, imkân ve yetki sâhiplerinin bu anlamda daha da sorumlu olduğu âşikâr. Zenginlik güzel, makam-mevkî güzel; Ankaralar, İstanbullar güzel ama, tüm bunların omuzlara yüklediği yükler var.
Hayır Beyefendi, yanılıyorsun! Bizim böyle bir görevimiz yok. Bunlar sizin hüsnükuruntunuz deniliyorsa, mesele zâten yok. Çünkü bizim uygulayabileceğimiz bir yaptırım sözkonusu değil. Şöyle bir söz var ki, bizim yazdıklarımızdan daha okkalı, yâni anlayan için daha da ağır:
“Kültürünün sahibi ve davacısı olmayan millet, kendini bir yığın olmaya mahkûm etmiş demektir.” Söz kimin, bilmiyoruz ama, bildiğimiz bir şey var ki, çok doğru bir söz bu.
İhâle kelimesine gelince: Aslında bu kelimeyi başlığa sonradan ilâve etmiştim. Niye? Elbette ki daha ilgi çekici olsun diye! Çünkü, böyle paralı-pullu, dedili-kodulu, sağlı-sollu şeyler daha çok ilgi topluyor da ondan! Sâdece dergi desem; orada karın doyurucu, ya da hayâl de olsa içaçıcı, iştah kabartıcı bir şey yok. Ama, ihâle deyince hepimiz; “Acabâ n’olmuş?” diye, en azından siyâseten dikkât kesiliyoruz. Bilmem haksız mıyız?
Hem, yazıda ihâle varsa da, ihâlede fesat yok! Olsa da çok umurumda değil. Eğer varsa, bu onların problemi. Biz sonuçta hizmete bakarız. O varsa, gerisi teferruattır. İspatı olmadığı sürece de herkes, herkes gibi herkestir.
Cumâlarımız mübârek, kemâl dediğimiz olgunluk hepimize bal-börek olsun.
Gönüllerimiz insan-ı kâmil olma niyet, ceht ve gayretiyle dolsun ves’selâm!...
ORDU HAYAT GAZETESİ
06.01.2011