ÇINAR, BİR AYNA MIDIR?
Ağaçların her biri ayrı güzel, ap ayrı bir kompozisyon. O girift, helezônî şekillerin hiç biri diğeri değildir. Her ağaç bulunduğu yere güzellik ve de özellik katar. Onlar âdetâ topraktan fışkıran cennet örnekleridir.
Çınar deyince de akla hemen bir ağaç gelir. Doğru. Ama o nasıl bir ağaç? Elbetteki onun, ağaçlar içerisinde ayrı bir yeri var.
Sâhi çınar ne? Hangi ağaca çınar deniliyor. O ayrı bir tür mü? Daha çok nerelerde yetişir? Meyvesi var mıdır? Gelin görün ki, işin bu tarafı hiç de ilgilendirmiyor kimseyi gâlibâ.
Botanik kitapları ve ansiklopediler bize bu konuda bilimsel açıklamalarda bulunabilirler. Lâkin, eğer düşünülürse o, dal, budak, gövde, yaprak olmaktan çok öte bir şeydir. Bulunduğu yerde sanki, bir ağaç değil de ruhtur o!
Bu ne ağacı diye soruyorsunuz insanlara; çınar diyorlar. Bir başka yerde değişik tür olduğu âşikâr bir ağacı soruyorsunuz. Vatandaş, yine çınar diyor. Dalı nasıl, yaprağı nasıl? Çiçeği var mı? Çınar diye bir tür var mı?
En son şu kanaate varıyorsunuz ki, dalıyla-budağıyla insanı saran ve rûhunu sarmalayan, kısaca insanda çınar hissi uyandıran her ağaç çınardır! O izâfî bir şeydir. Kültürdür, biraz mîmârîdir, ufuktur, edebiyattır. Otantik ve romantik çağrışımları vardır. Yazarların ve de şâirlerin zengin ilham kaynaklarından biridir.
Öte yandan, bir câmiyi düşünecek olsak, sanki ona bile, ayrı bir ruh katıyor gibidir çınarlar. Siz çınarsız bir Osmanlı Câmii tahayyül edebiliyor musunuz? Ya da medrese, kütüphâne veyâ bedesten? O târihî binâların, figürlerin ve de resimlerin hangisine yakışmazki çınar ağacı?
Geçenlerde Samsun’a gittiğimizde yine dikkâtimizi çekti. Târihî büyük câmiin hemen yanında bir çınar var. Yanıbaşında da, sağ tarafında yolun karşısında bir meydan ve orada geniş, konakvârî ulu bir de çay evi mevcût.
Hepsinden önemlisi, ayrıca bir de çınar ağacı. Kiremitli çatıya doğru kanatlarını yaymış. O çınarla birlikte o civardaki mânevî, kültürel hava daha bir sarıp-sarmalayıcı sanki. Çınar olmayınca binâ da, meydan da çırılçıplak bir mermerden ibâret kalacak gibi. Çınarla o çevre, o binâlar, o sokak ve caddeler, ete-kemiğe bürünüyor, can buluyor âdetâ.
Gel gelelim buraya! Biliyor musunuz sevgili kurlar; Ordu’nun çınarı yok! Ya da ben bilmiyorum. Varsa, bilmek ve de altında bir çay içmek isterim. Bizim çocukluğumuzda, şimdi teleferiğin 2. ayağının yapıldığı yerlere yakın, Yalı Câmi avlusu denebilecek bir noktada böyle bir ağaç vardı; zaman içerisinde kesildi.
Meselâ, Ünye’de bir ulu çınar var. Liseli yıllarda gördüğümde çok daha uluydu. Şimdi büyük dalları kırılmış; ama yine de bir çınar olarak Cumhûriyet Meydanı’nı süslüyor. Geçen hafta sonu gidişimde yanından özellikle geçtim. Yaslandığı Saray Câmii’ne baktım, târihî konağın duvarlarını izledim. Saray, Çınar, Konak yan yana. Çınarlar, köklü târihin sağlam damarları gibi duruyorlar.
Fatsa’nın da çınarları var. En azından ÇINAR diye bir dergisi var, 80’li yıllarda yayınlanan. Bu derginin 1986 târihli 2. sayısı var elimde. Bu isim ve ruh o taraflarda yaygın. Sanırım Çınar diye bir de dersaneleri olacaktı. Bunlar hep kodlara işlemiş çınar kültürünün tezâhürleri.
Ordu’ya gelince, buralarda çınarın adı da, tadı da yeşermiyor. Esâmesi geçmiyor. Daha önce çınarlarda adı geçenler de buraya gelince kentleşiyor, yâni kent havasına uyuyor. Çınarı da, pınarı da unutuyor gibiler. Bu son sözlerimizi ileriki bir yazıda biraz daha açıp, ne söylemek istediğimizi anlatmağa çalışacağız inşâllâh.
Şimdilik, çınarlı duygular, pınarlı düşünceler dileğiyle ves’selâm…