Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2011, (MIZRAP 2011)
ORDUNUN; HAVASINDAN MI, SUYUNDAN MI?
988 defa okundu,

ORDU’NUN; HAVASINDAN MI, SUYUNDAN MI?

Biliyorsunuz, bir dönem yazılarımıza yasak konulmuştu. Evet, öyle şeyler de olmuştu bir zamanlar Ordu’da. En çok anlaşabileceğimiz kişiler, çevreler ve makamlar, “arkadaş derdin ne, sıkıntı nerede?” diye sorma ihtiyâcı bile duymadan, hem de en müsâit diye değerlendirilen ve de özgürlük söylemlerinin ayyûkta olduğu bir süreçte yazılarımızın yayınını süresiz durdurmuşlardı. İktidar sâhibi arkadaşlar dâhil kimseciklerin de sesi, gıkı çıkmamıştı. Konuyla ilgilenmemişlerdi bile yâni!

“Arkadaş, bu şık olmaz. Biz neyin mücâdelesini veriyor ve de ne yapıyor gözüküyoruz? Bu bize zarar verir. Misyonumuzu zedeler. Bir konuşalım, işi tatlıya bağlayalım. Ama kesinti hoş olmaz!” falan diyen olmadı. O sıralar müftü pazarı vardı. İstenen alınıyor, istenmeyen milletin paralarıyla yapılmış binâlara, millet adına sokulmuyordu. Bizim de suçumuz, bu ve benzeri tavır ve haksızlıkların şık olmadığını söylemekten ibâretti.

Belki de, birilerinden aldıkları direktiflerle yapıyorlardı bunları ki, sonraki süreçte, asgârîsinden olayı yatıştırması, bu ters gidişe dur demesi gereken kişilerin bile kılı kıpırdamadı. Sanki, “iyi oldu, bize rağmen, bize sormadan, onayımızı almadan yazmak, -velevki doğru bile olsa- neymiş görülsün!” der gibi bir tavır sergilendi. Sonuçta 5-6 ay kadar bizi yazma konusunda dinlendirdiler sağolsunlar.

Sonra, zamânın vâlisi Ali KABAN Bey, o bize yapılanlara göz yuman, o başkalarının da mı nasırına bastı ne olduysa, Ordu’dan gitmek, vâlilikten ayrılmak durumunda kaldı. Şimdi Ankara’da yaşıyorlar mâlumunuz. Başbakan danışmanı olarak görev yaptığını yazdı gazeteler.

Her neyse; yasaklı olduğumuz sıralar bir vesîleyle Ankara’ya gittiğimizde, işlerimizden arta kalan zamanlarda mecliste bulunan tanıdıklardan bâzılarını ziyâret etmek istedik. Kendisi milletvekili, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden bir hocamızın bekleme salonundayız. Orada başka bekleyenler de var. Bir yandan muhabbet ediliyor.

Derken birisi daha geldi. Duruşundan önemli bir bürokrat olduğu belli. Ordan-burdan konuşurken, biz yasak konusundaki ızdırâbımızı da dillendirdik. Doğrusu, bu dönemde re’sen, böyle bir muâmeleye mâruz kalmak zoruma gitmişti. Başka dönemler olsa neyse ne! Tersliği gözler önüne sermek, bilhassa şu dönemde, böylesi garipliklere son verdirmek adına derdimizi yanmaya çalışıyorduk.

O kişi, adını ve görevini de söyledi ama unuttum. Kendisi Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı falan da yapmış. Bizim söz konusu ettiğimiz kişileri iyi tanıyor.

ŞU ORDU NASIL BİR YER?

- Şu Ordu nasıl bir yer arkadaş, anlayamadım. Samsun’u öte dönene bir şeyler oluyor! Said Vakkas Bey iyi bir arkadaşımızdı. Ordu’ya gitti, hep şikâyetler gelmeğe başladı. Çok sürmeden görevden alındı. Şimdi de Ali Kaban’ı anlatıyorsunuz. O da aslında hizmet etsin diye gönderildi ama, her ne olduysa! Bu Ordu’da bir şey var gâlibâ! Havasından mı, suyundan mı, neyin nesi?

Adam haklı mı, değil mi, bilmiyoruz ama; değil mi ki, Ordu’nun dereleri bile yukarı akıyor, bir takım terslikler olmasa kurtarmaz! Ordu’da bir şeyler mutlakâ ters gitmeli! Onun şânına yakışan budur!

Bir de, adı Ordu ya; Ordu deyince akla mantık dışı hareketler gelir. Bu anormâl bir şey de değil! Ordu mantığı, mantıksızlık mantığıdır. Şu anlamda; bir komutan size emir verse, o emirin sizin aklınıza yatıp yatmaması hiç önemli değildir. Onu o an sorgulama lüksünüz de yok. Siz onu düşünürseniz emrin yerine gelmesi mümkün olmaz. Dolayısıyla emir-komuta zincirinde kopukluklar meydana gelir ve işler yürümez. Askerde emre uymanın güzelliği de buradadır. Taşa selâm vereceksin deyince vermezsen bu emre itaatsizliktir. Bugün bunu mantıksız bulup karşı gelen, yarın bir başka emre de karşı gelir. O zaman o, askeriyeden başka bir şey olur!

KILIÇDAROĞLU MU, KILIÇ VAR OĞLU MU?

Nitekim, Ordu’ya gelince, o halim-selim görünen KILIÇDAROĞLU’na da bir şeyler oluyor. Âdetâ her defâsında kükrüyor! Burada daha önce bir konuştu; mahkûm oldu. Başbakan’a tazminât ödeyecek. Bundan ders almadı. Şimdiki gelişinde de kükredi; “BENDEN KORK!” buyurdu. İşte Ordu böyle bir yer. Adamı sivillikten çıkarıyor!

Evet sevgili okurlar. Kültürel anlamda da bu böyle. Bir başka yazıda ona da değineceğim inşâllâh. Geçmişinde gazete, dergi, yazma-çizme bulunanlar Ordu’ya gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar! Sessizliğe bürünüyorlar. Bizim başımıza gelen yasaktan öyle oluyor desem, yasaktan önce de bir numaralarını görmedik. Ya da, buradayken sesi-soluğu çıkmayanlar, merkezden ayrılınca kültür yağmuruna dönüşüyorlar!

Havasından mı, suyundan mı? Örnekleri biz vereceğiz, kararı da siz!

Pek yakında ve de çok çok az sooora, ves’selaaam!…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

01.02.2011