KÖY-ŞEHİR, DERS-İBRET!...
Dünyâda olduğu gibi ülkemizde de çok tartışılan bir konu oldu köpek besleme meselesi. Bizim zamanımızda böyle bir problem yoktu. Köyde her kapıda en az bir köpek olması, olmazsa olmazlardandı. 2, 3 köpek olan kapılar da vardı. Zağar dediğimiz, enik dediğimiz, hopal dediğimiz, karabaş, ala baş vs. çok çeşitli isimlerle çağırdığımız kapı köpeklerimiz vardı. Av köpekleri de cabası.
Sonra çarşılara geldik. Köpekler gitti. Onlarla birlikte inekler, danalar, tavuklar, cücükler, atlar, eşekler, katırlar; ne varsa gitti. Sizin anlayacağınız köylülük gitti. Köye gitmelere devam olsa da, köylülüğe elvedâ. Şimdi, köydekiler de çarşılı. Ekmekler, domatesler, fasulyeler; her şey, her şey çarşıdan. Artık karşıdan, karşı komşudan, tarladan diye bir şey yok. Marketten, ya da AVM’den.
Ama, tüm bunlara rağmen, hayvan sevgisini insanların içinden söküp atamazsınız. Vatandaş, şehirde de yaşasa, köpek beslemek istiyor. Ya da taşımak. Kedi beslemek istiyor. Örneklerini çok görüyoruz. Biz de, onları görünce ister istemez ilgilenmek durumunda kalıyoruz. Uzaktayken uzak kalabilirsiniz, lâkin yakınınızdaysa es geçemezsiniz.
Nitekim, geçen sabah mescide namaza giderken uzaktan siyah bir köpek peydâ oldu. Beni görünce, sanki kırk yıllık dostmuşuz gibicesine kuyruk sallaya sallaya çevremde dönmeye başladı. Sevimli hareketleriyle berâber bizi mescide kadar getirdi.
Mescidden çıktıktan sonra aynı hareketler devam etti evin kapısına kadar. Ama, öyle çok yüz verme, dostluk gösterme şansımız olmadı. Çünkü, köy olsa neyse ne; ama çarşı şartlarında bu mümkün değil. Müsâade de yok. Çünkü sonuçta, şartlar da bunu gerektiriyor.
Kim bilir, hayvan köyden getirilip ortalığa mı bırakılmıştı? Yoksa yavruları mı vardı besleyecek? Böyle olduğu âşikâr gibi sanki. Zîrâ, henüz çöp bidonlarıyla tanışmış değil olmalı. O taraflara hiç bakmıyor bile. Köyden inmiş şehre, şaşırmış birdenbire!
Burada bir eziklik duymamak mümkün değil. Sizi bir değer yerine koyup bir şeyler umuluyor. Sizse kendi âleminize yumuluyorsunuz. Bu çok acı. İnsanlar için de bu böyle. Çevresine madden, mânen faydalı olabilecek insanların, çevresiyle hiç ilgilenmeden yaşaması ne kadar kötü bir şey eğer düşünürseniz.
Bugün toplumun ne çok meseleleri var ilgi ve çözüm bekleyen. Âmirler, memurlar, bürokratlar, siyâsîler, zenginler, güçlüler; var da var. Ama, siz bu sâhip olduklarınızı size kimin verdiğinin ve niçin verdiğinin farkında mısınız? Onları size verenin, sizin de kullarla ilgilenmenizi istediğini hiç düşündünüz mü? Düşünmüşüzdür de, ne yapmışızdır? Önemli olan bu.
Bunun fakirlik zenginlikle ilgisi de çok yok. Zengindir, kimseye zırnık faydası olmaz. Fakirdir ama, sevgisiyle, gönül zenginliği, bilgisi, insanlığıyla çevresi için örnek ve ışık insan olabilir. Yeter ki, faydalı olmak istesin. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır!” sözünü bu açıdan da değerlendirebiliriz.
KÖPEKTEN ALINAN DERS!
Tam burada, insanların hayvanlardan bile alabilecek şeyleri olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim, hayvanlarla ilgili yüzlerce örnekten bir tanesi olarak, ilim ve irfan dünyâmızın ulularından, ahlâk ve mâneviyât örneklerimizden İmam-ı Şibli Hazretlerinin, bu bağlamda değerlendirilebilecek, kendi irşadına sebep olan bir olayla ilgili olarak anlattıklarını bir ibret olmak üzere zikredebiliriz. O şöyle anlatıyor:
“- Bir gün, akan bir nehrin kenarında şaşkın şaşkın bekleyen bir köpek gördüm.
Köpek, kuruyan ağzından dilini sarkıtmış, nefes nefese suya bakıyor, fakat ondan bir yudum su içmeye de cesaret edemiyordu.
Meğer ne zaman suya eğilse, suyun içinde kendi aksini görüyor, başka bir köpek zannıyla korkudan geri çekiliyordu.
Nihayet bu işin, bir netice getirmeyeceğini anlayınca birden kendini suyun içine attı.
O kendini atınca, tehdit eden aksi de ortadan kaybolduğu için, kana kana sudan içti.
Köpeğin bu halinden ibret aldım. Çünkü benim nefsim, daima beni tehdit ediyor, maneviyat ab-ı hayatından içmemi önlüyordu.
Birden, ona aynı olan arzu ve heves perdelerini yırttım, işte o zaman, karşımdan kayboldu. Ve ben, iman ve islam yolunda maneviyat ab-ı hayatından doya doya içmeye muvaffak oldum. Nefsimle olan mücadele imtihanını kazandım.”
Değerli okurlar; ister fakir, ister zengin olalım. Yeter ki kâinâta kulluk bilinci ve ibret nazarıyla bakıp, bize verilen az ya da çok her ne imkân varsa onları o anlamda değerlendirmeye çalışalım. Bizi aldatarak, Rabbimizin yolundan alıkoyan her ne varsa, onları araştırıp hayâtımızdan uzaklaştırma gayretinde olalım. Yoksa yarın, -Allâh korusun!- her şey için çok geç olabilir! Bu duygu ve düşüncelerel diyoruz ki;
Cumâlarımız mübârek olsun. Yüreklerimiz kulluk bilinç ve sevinciyle dolsun…
Gönüllerimiz; îmân ve sevgi üzre giderek “dârüs’selâm”ı bulsun ves’selâm…