MEHMET RIFAT’ın SAN’AT GALERİSİ
Uğurcan ATAOĞLU’nun “DEDEM MEHMET RIFAT” isimli kitabından söz ettiğimiz yazımızın ilkinde, tanıtma yanında kısmen, kitapla ilgili duygu ve düşüncelerimizi de belirtmiştik. Ancak, plânladığımız hâlde, şiirlerinden örnekler sunamamıştık. Kitapta ÖnSöz’den sonra 88 şiir, 33 fotoğraf, 10 resim, 9 desen ve bir de CD var. Her biri başlıbaşına o dönemlerden esintiler ve tadlar taşıyor.
Kitapta, bahsi geçen şeylerin tamâmı yer alıyor. Ancak, Sıtkı CAN’ın sözünü ettiği HüsnüHatt ve Tezhip örnekleri hiç yok. Keşke, resim tablolarında olduğu gibi en azından birkaç tâne de Hatt levhası kalabilseydi! O zaman biz de rahatlıkla, hattımız var; Hattat’ımız var diyebilirdik geçmişe dâir değerlerimiz sadedinde. Resim tabloları, desenler, fotoğraflar kalıyor, HüsnüHatt ve Tezhipli Levhalar kalmıyor! Bu da kafa yormaya değer gibi gözüküyor. Zîrâ, bizler bile, daha dün denecek çok yakın geçmişte, her şubatsı dönemde kitaplarımızı bir yerlere saklama ihtiyâcı duymuşuzdur. Birçoğu da gittiği yerlerde kalakalmıştır! Sıkıyönetim dönemlerinde, yolculuklarda ya da evlerde yapılan aramalarda kitaplar, dergiler, gazeteler didik didik edilmiştir çünkü. Bunun örnekleri çoktur. Onun için, havalar soğumağa(!) başladığında tedbirler alınırdı ister-istemez!
Ensar Vakfımızda yapılan Kültür Sohbetlerinde, kendilerinden önceki büyük âlimlerin talebesi olan hocalarımıza, hocalarının kitaplarını sorduğumuzda atmosferin ya da durumun şiddetine göre bol bol saklama, paketleyip yere gömme, şüphelenilmeyecek kişilerin evlerine gönderme, tavana koyma, samanlığa saklama gibi türlü usûller geçiyor hikâyeler arasında. Bu öteden beri bir gelenek hâlindedir ülkemizde. Harcıâlem olan kitaplar da ön plâna çıkarılmıştır. Belki de o zamanlar, Harf İnkılabı günlerinde çok daha sert esen rüzgârlar HüsnüHatt ve Tezhip örneklerini ya imhâ ettittirdi, ya da ulaşılamıyacak bir yerlere saklattırdı! Bugün elde olsalardı, onların varlığı, HüsnüHatt’ın esâmesi bile okunmayan Ordu’muz için ne güzel bir hâtıra ve örnek olacaktı. Kimbilir, belki bundan sonra, tıpkı tablolar,desenler, fotoğraflar ve şiirlerin bir yerlerden çıkıp geldiği gibi bir taraflardan çıkagelir HüsnüHatt Levhaları da! Ne demişler; umut fakîrin ekmeği!
Mehmet Rıfat’ın, “Feylesof Rızâ Tevfik Bey’in “Harap Ma’betler” şiirine nazîre” olarak yazdığı ve muhtevâ olarak da çok benzeyen şiirini, hem onun şiirinden bir örnek, hem de HüsnüHatt vâdîsi dâhil tüm inkisâr-ı hayâllerimize tercümân olmak meyânında arz ediyoruz:
SÜTUNLAR yıkılmış, kubbesi çökmüş
Es-salâ verilen mahfili kopmuş
Eski ihtişam sanki hiç yokmuş
Maziye karışan bu bir hayalmiş
Çini mozayikler sökülmüş düşmüş
Yıkık damlarına kuşlar üşüşmüş
Hayat fani, bir varmış yokmuş
Şanlı mihrabı yosunlar sarmış
Nerede İslam’ın devr-i ikbâli
Viran ma’bed gibi hal-i edvârı
Kabristana benzer şimdiki hali
Ebedi uyanmaz uykuya dalmış
Nice asırların şâhidi mihrâb
Ser-nigûn olmakta mâil-i türâb
Baykuş dem çekerek der harâb harâb
Gül biten bağçesin tikenler almış
Ufuk dağlarında güneş ağarken
Ölgün, hazin ziyasını saçarken
Esefle maziyi anar yatarken
Baktım akşam olmuş etraf kararmış
Siyah servilerin gölgelerinde
“Ah min’el-mevt” yazan türbelerinde
Tabut bırakılan kulübelerinde
Rüyalı ömrümü bildim yalanmış
Mehmet Rıfat’ın san’at galerisine zaman zaman uğramanın, san’at penceresinden bir “nefes” solumanın, çeşnileriyle buluşmanın, oradan alacağımız esintilerin kültür yürüyüşümüze bir “nefes” katacağını düşünüyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
27.01.2008