MARKETLER Mİ BÜYÜK; MÂBETLER Mİ? 1006 defa okundu,
|
MARKETLER Mİ BÜYÜK; MÂBETLER Mİ?
Bir milletin ve de medeniyetinin notunu vermek için onun mâbetlerine bakmalısınız. Çünkü mâbetler toplumların kâlbidir; aynı zamanda beynidir ve tabiatıyla, aynasıdır. Milletin inancı, duygusu, düşüncesi, hayâtı; hulâsa, her şeyidir mâbetler. Orası insanın içindekinin dışarıya yansıdığı yerdir. Rûhunun görünen tarafıdır yâni.
Mâbetlere giden insanlar, kendilerini aşan, topluma taşan insanlardır. “İnsan” olmaya niyetlenmiş insanlardır. Çünkü insan kelimesi ünsiyet kelimesiyle aynı köktendir.
Ünsiyeti olmayanın insâniyeti de olmaz. Topluma karışmayan, tâbiri câizse, kimsenin bir düşmüşünü kaldırmayan -sözüm ona- insan ne kadar insan olabilir bu anlamda?
Hem, insanlığın kriterini kim belirleyecek? Yaratan’ından kopuk olduğu gibi, yaratıklarından da kopuk olan, daha işin başında yanlışı seçmiş, yalnız başına bir insan mı?
Mâbetlere uğramadan belirlenecek her kriter, rûha teğet geçecek; dolayısıyla da ya kör, ya da topal olacaktır! Tıpkı Einstein’ın dediği gibi: “Dinsiz ilim kör, ilimsiz din topaldır!”
Çevremize biraz da bu açıdan bakalım. Bize fırsat verseler yolun içine bile binâ yapmaya hazırız; ama câmi işine gelince uzaklardaki kırlara bile câmi için bir nazar eylemiyoruz! Bir plân kurmuyoruz. Bir hayâl görmüyoruz. Bu işler çok az kişilerin himmetine kalıyor. Onun için de çok seyrek ve zoraki oluyor! Şöyle yüksek bir yere çıkarak şehrimize bu gözle bir bakın bakalım!
Yöneticilerimizde böyle bir rûh arama hakkımız zâten yok. Çünkü, biz neysek onlar da o! Kâlbi “câmi, câmi!” diye çarpanların sayısı birkaç kişiden ibâret değil de, şöyle bir market dolusu, hattâ yarısı bile olsa; işte o zaman, şâirin tâbiriyle, “Ardına çil çil kubbeler serpen ordu” oluruz.
Hepimiz gelip geçiciyiz. Biz gidince acabâ ardımızda nasıl bir manzara bırakacağız? Rabbimizin, kendisine tek başına olarak bile câmi yapma imkânını madden ya da makam-mevkî îtibârıyla bahşettiği, ve yâ öncülük vasfını lûtfettiği kaç kişiden kaçı ardına bakınca nazarlarını kendi eseri olan minârelerden doğru göklere kanatlandırabilecek?! Yoksa bu tür şeylere ihtiyâç olmayacak mı?
Her neyse, ne kendimizi, ne de sizleri böyle kabir suâli cinsinden olabilecek sorularla daha fazla darlandırmadan, normal dünyâ hayâtımıza, saza, söze, yazıya, şiire dönelim isterseniz! Bundan önceki yazımızda Ataoğlu Mehmet Rıfat’ın, Feylesof Rızâ Tevfik’e nazîre olarak yazdığı şiiri vermiştik. Şimdi, Mehmet Rıfat’ın aynı duygu ve düşünceleri ne denli yansıttığını, aslına bakarak görme imkânı bulmuş olacaksınız.
Hem de, bu mazlum millete, hak etmediği muâmeleler yapıldığında, sınırlar ötesinde bırakılmış fakat gönül coğrafyanızda yer alan kardeşlerinizin, aklınıza gelebilecek ya da gelemeyecek her türlü mukaddeslerine hunharca ve de hoyratça tecâvüz edildiğinde tutunabileceğiniz, kahırlı anlarınızda size dert ortağı olabilecek şiirden bir ahbâbınız olacak!
Hattâ, kâlbi hazırlamak meyânında, duâlardan önce zaman zaman okumayı denemenin faydalı olabileceğini düşünüyoruz. Ayrıca bir yerlere not almanızı ilâç niyetine tavsiye ediyoruz ves’selâm…
HARAP MÂBED
Vardım eşiğine yüz sürdüm
Etrâfını bütün dikenler almış
Yüksek mihrâbında yazılar gördüm
Kimbilir ne mutlu zamandan kalmış
Batan güneşlerin dalgın nigâhı
Karartıp bırakmış o kıblegâhı
Mazlûm bir ümmetin baht-ı siyâhı
Viran kubbesine gölgeler salmış
İslâmın bahtiyâr bir zamânında
Âb-ı hayât varmış şadırvânında
Şimdi harâp olan sâyebânında
Dem çeken kuşların ömrü azalmış
Bir âyât-ı hikmet var kitâbesinde
Bir ders-i ibret var hitâbesinde
Bâğ-ı Cennet olan harâbesinde
Tekbir sadâları artık bunalmış
Hey Rızâ! Secdeye baş koy da inle
Taşlar dile gelsin senin derdinle
Efsâne söyleyim,ağla;hem dinle
O şerefli mâzî meğer masalmış!...
Rızâ Tevfik BÖLÜKBAŞI
( Serâb-ı Ömrüm )
ORDU HAYAT GAZETESİ
29.01.2009 |
|