ÂKİF’İN MESLEĞİ!
Kendi sözleri, atalarımızın kendi durumlarını da güzel açıklıyor. Hani ne der onlar: “Düşenin dostu olmazmış!” Öyleki, böyle durumlarda insanın kendisi bile kendisine düşman olabiliyor. Hele bir düşmeye gör! Kendisini bile kıyasıya hırpalıyor insanoğlu. Âiledeki durum gibi; iyiyken her şey iyi. İşler bozulunca her kes birbirine yüklenmeye, âile bireylerini suçlamaya başlıyor. Nitekim ülkemizde, ecdâdına, düşmanlardan daha çok düşmanlık edilen dönemler yaşanmıştır. Hâlâ, Osmanlı deyince, Selçuklu deyince, ecdâd deyince rahatsız olanlar var. Sanki kalkıp da gelebileceklermiş, evlerinde rahatlarını bozabileceklermiş gibi. Öylesine korkanlar var. Baksanıza, İstiklâl Şâirimiz Mehmet Âkif’ten bile haz etmeyenler ortaya çıkmaya başladı kurtuluş ve Cumhûriyet adına. Her neyse…
Osmanlı’dan Cumhûriyet’e geçiş döneminde, İslâm Dünyâsı’nın genel bozgununu fırsat bilen bazı şair ve yazarlarımız, sözde aydınlarımız, içlerinde tortulaşan kirli düşünceleri rahatlıkla açığa vurma imkânı elde etmişler. “Kestâne çıkmış kabuğunu beğenmemiş” hesâbı, milletinden, soyundan-sopundan utanç duyarak komplekse düşmüşlerdir. Öylesine ki, olay sanki biyolojikmiş gibi, neslin artık bozulduğunu ileri sürerek, hayvanlarda olduğu gibi kadınlarımızın da Avrupalı erkeklerden aşılanarak yeni bir nesil oluşturulması gerektiğini söyleme cüreti göstermişlerdir. Bunu yaparken rûhen ne kadar sefilleştiklerini hiç akıllarına getiremeyecek kadar sefihleşmişler. Batı sevdâsının gözlerini tütsülediği bu ahlâksız şaşkınlar, Türk kadınları için Avrupa’dan damızlık(!) erkekler getirilmesi gerektiğini söyleyebilmişlerdir!
Mehmet Âkif merhum bir inanç ve ahlâk âbidesiydi. O, sözüyle ve özüyle bir edep ve ahlâk timsâliydi. Mukaddesât konusunda çok hassastı. Zâten bu yönüyle herkes tarafından sevilmiştir. Mehmet Âkif, kâhir ekseriyetin sevdiği, sevmeyenlerinin istisnâ olarak değerlendirilebileceği nâdir şahsiyetlerden biridir. O, haksızlık ve ahlâksızlığa tahammülü olmayan ve tepkisini nasıl olması gerekiyorsa ânında gösteren birisidir:
Devrin etkin ulemâsından Hasan Basri Çantay, yakın arkadaşı Mehmet Âkif ERSOY’la ilgili yazdığı ÂKİFNÂME isimli eserinde anlatıyor:
“Hiç unutmam; Semih Rıfat Bey, üstadın sevmediği bir adamı koluna girerek yanımıza getirmişti. Gâyesi, Âkif’le o adamı barıştırmaktı. Üstad o zatı karşısında görür görmez yayından boşanmış ok gibi dışarı fırladı. Bir daha da geri dönmedi. Ben, daha sonra kendisine bu yaptığının iyi olmadığını söylediğim zaman şöyle cevap vermişti:
“Evet doğru; ayıp ettim. Semih buna meydan vermeyecekti. Benim o adamla bir zorum yok. Fakat mukaddesatıma sövdü o. Basri, Basri, o, benim evladımı öldürseydi belki affedebilirdim. Hânumanımı (yuvamı) söndürseydi, yine affedebilirdim. Daha ileri gideyim: İnsanların ortasında benim yüzüme tükürseydi yine vaz geçebilirdim; mademki bana gelmiştir ve onu aziz bir dostum getirmiştir. Fakat o, benim mukaddesatıma sövdü, mukaddesatıma sövdü!”
Âkif’in nasıl bir insan olduğunu, istiklâlin nice çelik irâdelerle kazanıldığını anlatmak bakımından, mısrâlarının akış ve nakışına bakmakta da fayda var:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!..
- Boğamazsın ki!
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
İşte, ilk satırlarda sözünü ettiğimiz teklif ve benzeri fikirlerin sâhibi, ismindeki anlam derinliği ve zenginliğinden mahrum, bin yıllık şerefli bir târihin onurunu taşıyan bu asil millete karşı –tâbir yerindeyse- “ahlâksız teklif” i dillendiren, dinsizliği ile mâruf Abdullah Cevdet bir sabah hızla ve telâşla gitmekte iken Mehmet Âkif’le karşılaşıverir.
- Böyle nereye? diye sorar Âkif ona;
- Gazeteye gidiyorum. Der ve sebebini şöyle açıklar:
- Bir yazı vermiştim. “Ben bu vatanın öksüzüyüm”diye verdiğim yazıda –S- harfi düşmüş, “Ben bu vatanın öküzüyüm.” şeklinde çıkmış da onu düzelttireceğim! deyince Âkif;
- Telâşınıza gerek yok, isâbetli olmuş! Der.
Onun gerek şiirini, gerek nesrini, gerekse hayât tarzını şu mısrâlar özetler niteliktedir.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!
O kâliyle ve hâliyle, hakîkât mesleğinin târihimize, günümüze ve geleceğimize mâlolmuş, bütün heybetiyle önümüzde duran en güzel örneklerinden biridir ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
20.03.2008