Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2008, (MIZRAP 2008)
BEŞ KAT; BEŞ VAKİT
844 defa okundu,

 

BEŞ KAT; BEŞ VAKİT

 

-          Selâmün aleyküm. İhsan Usta, ne haber, nâpıyorsun buralarda?

-          Sorma âbi. Gece ÂCİL’e gelmiştik. Üşüttük mü, yemek mi dokundu, bilmiyorum. Bir serum yedikten sonra geldi aklım başıma. Şimdi de muâyene sırası bekliyorum.

-          Demek öyle. Geçmiş olsun. Ben de anneni ya da babanı getirdin sanmıştım. Onlar nasıllar görmeyeli?

-          İyiler âbi. Sizin ziyâretinizden bir-kaç gün sonra ablamlara gittiler. Artık orada kalıyorlar. Orası da 5. kat. Asansör yok. Kalorifer yok. Merdivenler dik. O kadar ısrar ettim, bizde kalmaya devam edin diye; kalmıyorlar. Biliyorsun babamın astımı var, kâlp büyümesi var. Yaşları mâlum. Köye gitmeleri zâten uygun değil. Bizim ev hem 1. kat, sıcak, hem her yönüyle elverişli bildiğin gibi; ama bir türlü râzı edemedik onları. Sitemiz büyük. Kahvehânesi, toplantı salonları falan da var. Yine de, gideceğiz diye tutturdular. Biz de fazla zorlayamadık.

-          Neden illâ da gitmek istiyorlar acabâ, ne diyorlar?

-          Bilhassa babam “burada canım sıkılıyor; hem yakında câmi yok” diyor.  Ablamların evi bildiğin gibi İmam-Hatip Lisesi Câmii civârında. Çok yakın da değil aslında ama, olması, sesini duyması yetiyor. Bizim sitede ezan bile duyulmuyor maalesef. Zar-zor duysa da gidemez. Onun için 5 vakit 5 katı inip çıkmaya râzı. Orada tanıdık arkadaşları da var. Erken gidiyor. Kendisi gibi erken gelenlerle sohbet edip vakit geçiriyor.

-          Bence haklılar. Özellikle bu yaştan sonra büyüklerimizin kendini evinde hissedeceği yegâne yer câmiler. Onlar orasız olamazlar doğal olarak. Çünkü bu duygu bizim insanımızın rûhuna işlemiştir; söküp atamazsınız.

                   Evet, değerli okurlar; demek ki vatandaşımız, câmide kendisini buluyor. Sudaki balık misâli, kendi hayâtiyetini o çevrede duyumsuyor. Câmi onun için hem kâlp, hem ruh, hem iç hem de dış. Hem dost, hem arkadaş, hem de sırdaş. Orada içini döküyor, rûhunu dokuyor, hayâtı okuyor. Câmi iliklerine işlemiş bir nevî. Câmiyle Anadolu halkı sırılsıklam. Bizim vatandaşımızın doğal huzur evleridir câmiler âdetâ. Bugünkü Huzur Evimizin de câmiyle yanyana olması ne kadar güzel bir şeydir. Bilerek mi öyle yapıldı yoksa tevâfuk mu bilemiyoruz ama Allâh sebep olanlardan râzı olsun. Yaşlandıkça yalnızlaşan insanlar için câmiden daha güzel bir sığınak düşünülebilir mi?

                   Bu gençler için de böyledir. İnsanın kendini oradan daha güvende hissettiği bir başka yer neresidir? Hattâ bizim insanımız ölümünün bile orada olmasını arzu eder. Câmide ölenleri, secdede rûh teslim edenleri, abdestli gidenleri hep şanslı olarak değerlendirmez miyiz?

                   Geçen gün ebediyete uğurladığımız Hacı Cemâl BAYRAKTAR amcamız da bu duygunun canlı bir örneğiydi. Onu neredeyse 40 yıldır tanıyorum. Özellikle yayladan biliyorum. Çocukluğumuzun güleryüzlü hâtıraları arasında onun da yeri var. Tebessümlüydü. Kendine has bir dili ve şîvesi vardı. Hiç bozmadı.

                   Çambaşı’nın tüm binâlarında, suyunda, çeşmelerinde ve Çambaşı Câmii’nde çok emeği var. Yapımlarda, tâmirlerde. Neredeyse elinde keser hep câminin etrafındaydı. Cemâat için de bir hâcet kapısıydı. İnsanlar daha yaylaya çıkmadan haber gönderip evine bir bakmasını, kar ya da rüzgâr dolayısıyla çökme, yıkılma, yırtılma gibi tâmirâtı gerektiren bir şey varsa yapmasını söylerlerdi. İnsanların ona güveni sonsuzdu. Kimse onu görmekten, onunla karşılaşmaktan rahatsızlık duymazdı. Güven telkin ederdi. Peygâmberimiz (SAV)in “Elinden ve dilinden diğer insanların güvende olduğu kimse” diye târif ettiği Müslümanlardandı. Efendimiz (AS) tarafından “Hiçbir gölgenin olmadığı günde Arş’ın gölgesinde gölgelenecekler” arasında sayılan 7 kısım insandan “Kâlbi mescitlere bağlı”,”Allâh için birbirini seven” kimselerdendi. Sevgi doluydu. Müslüman kardeşlerine samîmî muhabbetini esirgemeyen bir gönül insanıydı. Onun yürüyüşü hep âhiret bilincinin izlerini taşıyordu. Her an rûhunu teslîme hazır bir teslîmiyet duruşu vardı. Kendisini ya câmide görüyordum ya da câmiye giderken rastlıyordum. Beş vakit câmideydi çünkü. Cemaat olarak, usta olarak hayâtının merkezi câmiydi. Sabah da dâhil olmak üzere cemaate ilk gelenlerdendi. Sarığı, sakalı, âsâsı, dervişâne tavrı, edepli yürüyüşü ve orijinâl kıyâfetiyl, bundan sonra örneklerini görme şansımızın olmayacağını düşündüğüm farklı bir portreydi.

                   Bucak Mahallesi’ndeki evi de câmiye çok yakındı. Belki de kendisi özellikle böyle tercih etmişti. Çünkü o, bir Müslüman için evinin câmiye yakın olmasının avantajlarını bilenlerdendi. Ve bunun meyvesini de gördü. Abdest, namaz, câmi arasında rûhunu teslim etti. Bir câmi kuşu gibi yaşadı ve sessiz-sedâsız uçup gitti dişiyle-tırnağıyla, diliyle-dudağıyla kazandığı kendi iklîmine. Çok canlı ve kalabalık bir cemaati vardı. Mekânı Cennet olsun.

                   Ne yazık ki, tok acın hâlinden anlamadığı gibi, yönetim mekanizmasında yer alan, imkân mevkiinde olan gençlerimiz de yaşlılarımızın hâlinden anlamıyorlar. Çünkü, dünyânın geçici zevklerine olan mahkûmiyetleri, yarın onların da yaşlanabilecekleri, hattâ belki de yaşlanma şanslarının bile olamayabileceği husûsunu hiç akıllarına uğratmıyor. Câmi câmi deyip yollara düşenlere, câmiyi hayâtının merkezi yapanlara dudak bükerek bakanlar, sorumluluk mevkiinde olup da câmiye gereken ağırlığı vermeyenler, yarın sorgu-suâlde nasıl yüze bakacaklar? Câmisiz bırakılan gençlerin ve cemiyetin vebâlinin sorumluluğunu şaka mı zannediyorlar?

                   Siz, biz, hepimiz; bu konuda duyarlı olduğumuzu söyleyemeyiz. Böyle bir sancımızın olduğunu söyleyemeyiz. “Nasıl olursa olsun, bize ne?” diyecek kadar bile gündemimizde yer almadığını söylersem yanılmış mı olurum? Bu mesele gençlerin de meselesi. Çocukların, hattâ bebelerin de! Çünkü onların da ezana, câmiye ve penceresinde minâre silûetine ihtiyaçları var. Bunu bir yana koysak bile, biz de yaşlanacağız ve hattâ hattâ öleceğiz de üstüne üstlük! Tüm yaptıklarımız bir gölge olarak dünyâda kalacak ve asılları bizimle öbür dünyâya gidecek. Ne mutlu yanında câmiyle, ezan, câmi, cumâ, cemâat, namaz, niyâz sevgisiyle gidebilenlere.

                   Çocuklarımızın, gençlerimizin ve hepimizin geleceği ve sonsuzluğu adına yapılacak şeylerin başında gelen şey; Rabbim bu şehrin güzelliğini halkından ve bilhassâ imkân sâhiplerinden “kâlbi mescidlere bağlı”  kimseleri çoğaltarak ziyâdeleştir diye duâ etmek olacaktır ves’selâm…

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

                03.04.2008