Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2008, (MIZRAP 2008)
PAZARDAN MEZARA
1042 defa okundu,

PAZARDAN MEZARA

 

                   Pazar gün köydeydik. Pazartesi günü de gitmek durumunda kaldık. Çünkü cenâze vardı. Hacıların Şevket Amca’nın oğlu Güngör Duran, çalıştığı şirket arabasıyla Tekirdağ-Malkara’dan İstanbul’a dönerken geçirdiği trafik kazâsı sonucu 39 yaşında hayâtını kaybetmiş. Olayı ulusal televizyonlar da tüm acıklığı ile yansıtmışlar ekranlara, izleyenlerin anlattığına göre. Allâh rahmet eylesin. Âmin…

                   Babası 8 yıldır kâlp hastası. İlk haber geldiğinde, kendisi bahçede çalışırken yığılmış kalmış saatlerce, durumu çok kritik diye duymuştuk. Pil yardımıyla yaşıyor. Daha bir ay önce pili yeniletmek için gittiği İstanbul’da, rahmet-i Rahmân’a kavuşan bu oğullarının  evinde kalmışlar. Bu cenâze vesîlesiyle öğrendiğimize göre, annesi de hem kâlp hastasıymış, hem de şeker hastalığı sebebiyle bir gözü de görmüyormuş. Öbürü de çok zayıfmış. Durum bu, ama neylersiniz ki sırası gelen gidiyor ve o sıra meselesi de bir sır. Ne yaşla ilgili, ne yaz ne de kışla ilgili. Anası, yok babası derken; bir bakmışsın bala’sı gidiyor. Geride de onun balaları kalıyor; Betül(8) ve Mûsâ(14). Yüce  Rabbimiz idrâk ettiğimiz hayâtın arka yüzü olan âhirete intikâl eden bu kardeşimize rahmetiyle muâmele eylesin. Çocuklarının rızkı için çıktığı yolda başına gelen kazâyı cennetinin nîmetleriyle netîcelendirsin. Orada buluşturacağını temennî ettiğimiz yakınlarına, burada sabr-ı cemîler ihsan eylesin… Âmin…

                   Mezarlık Eymür Köyü’müzün tam ortasında. Cenâzeyi aşağıdan yukarı, musallâya çıkarırken, devâm eden hayâtın 40 yıl kadar öncelerine gidiyoruz. Ne yaparsınız; ölen ileri bir âleme, kalanlar da geriye doğru gidiyor işte böyle. Yüce Rabbimiz tüm gidenleri hayırlı ve güzel yerlere vardırsın inşâllâh…

                   Bu mezarlık o zamanlar aralarında ulu ağaçların da bulunduğu, orman denilebilecek nisbette ağaçlarla doluydu. Aradaki meşe, kavak, ardıç, kavlağan, pelit, akasya türünden küçük ağaçları birbirine ören tefekler vardı. Ayrıca çıtırlaşmış bir saça dönüşen böğürtlen ve melocan dikenleri de ağaçların arasından geçebilmenize engel oluyordu.

                   İlkokul hâlâ boş ve harâbe bir binâ olarak orada duruyor. Lojman geçen sene yıkılmış. Köylerde nüfus kalmadı. Yoksa bu binâ restore edilerek tekrar eski canlı günlerine dönebilir; tabiî gelenleri de döndürerek. Köy şuur, hâtıra ve muhabbetine katkıda bulunabilir. Düğün, nişan, sünnet, bayram, sohbet, ziyâret vs. gibi bazı etkinlikler vesîlesiyle buluşma ve de kaynaşma noktası olabilir. Tıpkı, bizim okuduğumuz zamanlarda yapılan müsâmere ve piyesler dolayısıyla tüm köyü gece yarılarına kadar  misâfir ettiği gibi. Köylülerimizi, çocuklarının mârifetlerini izlemek için, ellerine kandil, farfar, gaz lâmbası, ne geçirirlerse kapıp gecenin karanlığında, mezarlar arasından, ecinniler peşlerine düşmüşçesine bir hızla karanlıkları yara yara koşturduğu gibi.

                   Biz bu okulda okurken mezarlığın ortasından bir yol geçiyordu; oradan gelip gidiyorduk. Kar-kış demeden, yağmur-çepel demeden, çamur-çorak demeden. Bir de, şimdi musallâ yapılan kısımda çayırlık bir alan vardı. Kar yağdığında orada kayardık. Bunun dışında, mezarlığın içerisine girmeye korkardık. Hem mezar olduğu için, hem de ağaç yaprakları ve çortlar tamâmen kapattığından dolayı neredeyse karanlık diyebileceğimiz durumda olduğu için. İşin içerisinde çortların çıldıraması, yılan-çıyan korkusu da vardı tabiî.

                   Evet, eskiden “Uzun Çayır” dediğimiz, şimdi cenâze namazlarının kılındığı bu yerde, kızak kaymak ya da yuvarlanmak için kara rağmen koşarak çayırın başına çıktığımız bu yerlerde şimdi neredeyse yorulacak gibi oluyorduk yerin kuruluğuna rağmen. Gel de, “Hey gidi günler heyy!” deme! Derken, aşağıdan yukarıya gelen birisi çekti dikkâtimizi. Bizden oldukça genç olmasına rağmen, birilerinin kolundan tutmasıyla hafif yokuşu tırmanabilen birisi. Çok yakında olmadığı için birden intikâl edemedim; “kim o, şu koluna girilen?” dedim. Baktılar, ben de dikkâtlice baktım bu defâ;

-          Yıldıray değil mi? Dedik bir ağızdan! Ne oldu ona böyle?

-          Felç oldu genç yaşta dediler.

Zorlukla yanımıza kadar gelebildi. Hoş-beşten sonra hasbihâl ettik.

-          Bu sabah geldim. Allâh’a şükür cenâzeye yetiştim.

-          Almanya’dan sırf bu cenâze için mi geldin?

-          Evet. Güngör çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Çok fedâkârdı. Bana çok iyilikleri oldu. Çok da iyi bir şofördü. Ama n’âparsınız ki zaman gelince, ne olursanız olun, gidiliyor demek ki!

-          Öyle kardeş. Artık, duâdan öte yapılacak bir şey yok. Allâh rahmet eylesin!

                   Yıldıray Bey, ben bildim bileli Almanya’da. Öyle çok görüşmüşlüğümüz yok. Arada sırada geldiğinde tevâfukan selâmlaşıyoruz; o kadar. Duyuyorum;Köyde bol bol fotoğraflar çekiyormuş. İlçede, ilde. Sonra bunları kendi memleketiyle ilgili olarak kurduğu web sitesinde insanlarla paylaşıyormuş. Bir-kaç kez bu siteyi ziyâret ettiğim oldu. Sizlerden de ilgilenebilecekler için buraya yazıyorum: www.wer52.de Siteye her gün, dünyânın çeşitli yerlerinden yüzlerce ziyâretçi uğruyormuş. Bir Ordu’lu olarak bizler de zaman zaman uğrayabiliriz rahatlıkla.

-          Hastalığıma alıştım artık. Hâlime şükrediyorum. Almanya’da hastaneye terapiye gidiyorum. Orda neleri var ki! Adam felç. Ağzına yemeğini bile götüremiyor. Bizim elimiz-ayağımız tutuyor çok şükür. Her şey bir imtihan. Allâh beterinden saklasın…

Ve cenâze geliyor o arada. Namaza duruyoruz. Güzel havada, çiçekler, yapraklar arasında, Almanya’dan, İstanbul’dan bu yana kopup gelen kalabalık bir cemaatin hayır şehâdet ve duâlarıyla cenâze namazı kılınıyor.

Hoca bir yerde şöyle diyor duâ cümlesi olarak;

-          Anası hasta, babası hasta derken âniden aramızdan ayrılarak bize ibret vesîlesi olan bu kardeşimizin mekânını cennet eyle, yakınlarına sabr-ı cemîller ihsân eyle…

Biz de diyoruz ki; “Âmin, Âmin, Âmin” ves’selâm…

 

 

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

             04.05.2008