Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2008, (MIZRAP 2008)
SITKI ÇEBİ SOKAĞI YERİNDE…
1196 defa okundu,

SITKI ÇEBİ SOKAĞI YERİNDE…

                   Geçen hafta boyu gazetemizde Basın-yayın ve kültürel hayâtı ile Sıtkı ÇEBİ başlığıyla yayınladığımız röportajında, merhum Üstad Sıtkı ÇEBİ’nin son sözü şöyleydi hatırlarsanız:

-          Şimdilik, söyliyeceklerim bu kadardır. Saygılar sunarım, aziz dost.

Vefâtından çok önce gerçekleştirilen ve bizim sorularımız ışığında kendisinin

hazırlayıp bir dosya şeklinde sunduğu röportaj metninin, bilhassa, bu son iki kelimesi, ta o ilk okuduğumda beni çok etkilemişti. Vefâtından sonra tekrar, heyecanla okuduğumuz, röportajdaki bu son kelimeler sanki, sâdece röportajın finâl cümlesi olmaktan öte, her an çekip gitmeye hazır buruk bir yüreğin, bir türlü ısınamadığı bu yalancı âleme vedâ sözleri gibiydi. Röportajı yayına hazırlarken sık sık okuduğumuz bu kelimeler, dost kelimesinin sıcaklığıyla aktı içimize ve kâlbimizin bir yerlerinin sancıdığını hissettik her defâsında, yeniden.

                   29 Nîsan 2006’da vefât eden Üstad’ın bu yıl 2. sene-i devriyesiydi. Geçen yıl 2007’de bayağı etkinlik yapılmıştı 1. yıl anma çerçevesinde. İlk günün akşamı evinde Mevlid okunmuştu. 2. gün Ensar Vakfı Ordu Şûbesi öncülüğünde mezarı başında duâ eksenli bir program yapılmıştı. 3. gün de İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün katkılarıyla TAŞBAŞI KÜLTÜR MERKEZİ’nde, merhumun yakın dostları ve oğullarının konuşmacı olarak katıldığı geniş kapsamlı bir program icrâ edilmişti.

                   Bu yıl, ilk başlarda hiç ses çıkmadı. Bir gün evvel çeşitli yerleri aradım. Herkes konuya duyarlıydı. Yalnız, Sıtkı ÇEBİ adına yarışmalar başta olmak üzere, daha geniş kapsamlı etkinlikleri gelecek yıllar için düşündüklerini ifâde ettiler. Biz, gazete olarak yarın mezarı başına gideceğimizi söyleyince, onlar da memnuniyetle geleceklerini belirttiler. Sabah aradığımda, öğleden sonrası için hareket kararı aldıklarını öğrendik. Buluşma yerimiz olan Köprübaşı’na geldiğimizde İl Özel İdâresi’ne âit minibüsün içerisinin Ordu’lu basın mensuplarıyla dolu olduğunu gördük. Kameralar, fotoğraf makineleri yanlarında bekliyorlardı. Ordu Gazeteciler Derneği Başkanı Recep AYDIN, elinde bir demet çiçekle göründü. Merhum Üstâd’ın oğlu Engin ÇEBİ Bey’in arabasıyla biz önden gittik. Onlar da peşimizden geldiler. Engin Bey öğleden önce gitmiş, ancak, ısrarla tekrar gelmek istedi ve hattâ bizi kendi arabasıyla götürdü. Çambaşı Yayla Yolu üzerinde, Bayadı Köyü, Geriş Mahalle Câmiinin avlusuna varınca, tüm gazeteci arkadaşlarla el sıkıştık. Hasbihâl ettik. Başta Ordu Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler İl Müdürü Vedat ÖZ Bey olmak üzere herkes Engin Bey’i hoşladılar. Ayaküstü görüşmelerle birlikte mezarın başına geldik. Cemiyet Başkanı  Recep AYDIN, getirdiği çiçekleri mezar üzerine tek tek serpiştirerek bıraktı. Bunun ardından yaptığı kısa bir konuşmada, daha sözünün başında, Sıtkı ÇEBİ’nin eksikliğini her zaman fark ettiklerini vurguladıktan sonra, “ Ekonomik ve sosyal az gelişmişlik kabuğunu kırmak için mücâdele eden Ordu’da, her alanda yaptığı araştırma, ortaya çıkardığı bilgi ve belgelerle bir çok konuya ışık tutan ve gelecek kuşaklara aktaran  Sıtkı ÇEBİ,  yeri doldurulamayacak bir kültür insanıydı. Ordu basınının duayeni Sıtkı ÇEBİ’yi ölümünün 2. yılında rahmetle anıyoruz. Rûhu şâd olsun.” diyerek sözlerini tamamladı. Sonra  duâ görevi bize terettüp etti. Hep birlikte âmin denilip okunan fâtihaların ardından, Engin ÇEBİ’nin köy, doğa ve sükûnet hasretiyle tutuştuğu her hâlinden belli sözlerinin ve bol akasya çiçekli bahar manzaralarının arasından süzülerek şehre döndük.

                   Bundan sonra akşam, âilesi marifetiyle, namazı müteâkip ZaferiMillî Mahallesi Sıtkı ÇEBİ Sokaktaki evinde merhûmun rûhu için mevlid okunup duâlar edildi. Onu anma çerçevesinde bir çok dostlarla yeniden görüşme imkânı elde ettik. Güzel bir ortam oldu. Röportajı, “…aziz dost” hitâbıyla bitiren üstâdın evinde eski günlerden kalma bir dost esintisi ve yârân meclisi oluştu. Sıtkı ÇEBİ deyince her şeyi unutan Mürsel ENGİN Bey sohbetin baş kahramanları arasındaydı. Öncelikle mevlid merâsimini icrâ eden Muhammed ERSU ve Aziz AH Hocalara iltifatla başladı söze. Mevlidi, sanatkâr dikkâtiyle tâkip etmiş ve gözlemlerini okuyanlarla ve de dinleyenlerle paylaşmıştı. Üstâd’ın, tevâfukan son fotoğraflarını çekmiş bulunan fotoğraf  sanatçısı Mehmet ŞENOCAK da oradaydı. Mürsel Ağabey kalkana kadar, olan-bitenleri sükûnetle izledi.

                   Fevziye Teyze’ye gelince;  misâfirleri için, günlerdir uğraşıp, kendi elleriyle hazırladığı, o meşhur börekleri başta olmak üzere ikramları sunarken mutluluğu yüzünden okunuyordu. Üzüntüsünü, nispeten tesellîye dönüştüren bu vefâ tablosunun, ona tüm yorgunluklarını unutturduğu her hâlinden belliydi.

                   Mevlid de, her Ramazan’da okunan mukâbeleler gibi, rahmetlinin sağlığından beri bu konağın mânevî gıdâ iklimlerinden biri. Yine de bu eve gelmeden ve bu tören olmadan onun sıcak iklîmini duyumsamak zor olacak gibi. Bu gelenek her şeye rağmen devam etmeli.

                   2. sene-i devriyesinde Sıtkı ÇEBİ unutulmamıştı. Mezarı başındaki anma basında geniş yer buldu. Mevlid merâsimine katılım ve orada ki ortam da Sıtkı ÇEBİ isminin esprisiyle örtüşen bir havayı yansıtıyordu. Mevlid merâsimi ve ardından gelişen sohbetler tam bir dostluk, muhabbet ve kardeşlik iklîminin örneği olmuştu.

                   Gazetemizin hafta boyu verdiği röportajdan maâda, diğer gazetelerimizin yazarları da çeşitli değerlendirmeler yaptılar köşelerinde. Oylumlu yazılar yayınladılar. Görünen o ki, zaman geçtikçe Sıtkı ÇEBİ, üzerinde daha çok durulan bir araştırmacı, gazeteci ve yazar olarak tezlerin, akademik araştırmaların, konferans ve panellerin konusu olacak. Üniversitelerimiz ideoloji, kulüp ve eğlence ekseninden bilime, araştırmaya, kültüre, sanata döndüğü gün; Sıtkı ÇEBİ  ve benzeri yerel kıymetleri, orijinal kişilikleri bahse konu yapmaya başlayacaklardır. Gönül ister ki bunu, bu çınarlar devrilmeden yapsınlar. Sıtkı ÇEBİ’nin durumundan ders alsınlar. Gerçi o, belki görüntü vermedi ama, dişiyle-tırnağıyla yazdığı onlarca eserle kendisini ortaya koydu. Bundan gerisi, ardından gelenlere kalıyor.

                   Kültürel etkinliklerin zayıf seyrettiği şehrimizde, Üstâd’ın sene-i devriyeleri bile bir kıpırtı sağlıyor bu anlamda. Hem vefâ adına, hem de mahallî, millî kültür ve irfânımız adına bu çizgiyi sürdürmeliyiz. Muzaffer GÜNAY Bey gibi kitap yazamasak da, en azından yarınlara not niteliğindeki hâtıralarımızı, yine Muzaffer Bey gibi, O.Rüştü BAŞ, İbrâhim DİZMAN gibi Mürsel ENGİN gibi yazarak, ya da anlatıp kaydettirerek diğer insanlarla paylaşmalı, gelecek nesillerin dikkâtlerine sunmalıyız. Bunu yapmak, onun “…aziz dost” hitâbına muhatap , gazeteci, yazar, yârân, arkadaş ve çevre tüm ehl-i kalem ve kelâmın bir borcudur.

                   Sözün özü, 2. sene-i devriye vesîlesiyle ortaya konulan irâdeler gösterdi ki;  SITKI ÇEBİ SOKAĞI yerinde ve Ordu kültür ve irfânı adına, vefâ adına o sokağı aşındıranlar gün geçtikçe artacağa benziyor ves’selâm…

                  

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

             05.05.2008