Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2008, (MIZRAP 2008)
BEYLİ’DE CUMÂ BEREKETİ
998 defa okundu,

BEYLİ’DE CUMÂ BEREKETİ

1-Geçtiğimiz Cum’â günü namaza arkadaşlarla birlikte Beyli Köyü’ne gittik. Câmi çok kalabalıktı. Çünkü Ahmet ÖNEY Hoca’mızın, Salı gün cenâze namazını kıldığımız muhtereme eşi merhûme Nazîfe hanım yengemizin sevâbına icrâ edilen Mevlîd-i Şerîf programı vardı. Ahmet ÖNEY Hoca’mız geniş arkadaş ve dost yelpâzesi olan bir büyüğümüz. Katılan cemaatten dili dönen herkese mevlid ya da sûrelerden birer kısım teklif edildi, ya da ilâhi okutuldu. Oldukça zengin bir program oldu. Gerek cenâze, gerekse bu mevlid merâsimi çok çeşitli meslek ve meşrepten insanları bir araya getirdi. Bu güzel, feyizli Ramazan iklîminde hep birlikte namazlar kılındı, duâlar edildi. İnşâllâh tüm bu katılımlar, okunanlar ve samîmâne sergilenen tâziye ızharları merhûme yengemizin ve kardeşâne bir araya gelip kaynaşan, kucaklaşan, uhuvvet ve de muhabbetini pekiştiren topluluğun afv ü mağfiretine vesîle olur.

Bu arada, namazı müteâkip avluda sohbet ederken Ali DENİZ Hoca’mızdan, merhûme yengemizin SOFUOĞULLARI’ndan olup, babasının ulemâdan olduğunu duyuyoruz. Hattâ, İstanbul Fâtih Câmii’nde ders okutan üç önemli hocadan birisiymiş. Ali DENİZ hocamız İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde okurken kendisinin de bu hocanın özel ders  halkasından istifâde ettiğini öğrenip hayretlere düşüyoruz. Bir kere daha inanıyoruz ki, yakın târihimizde sükût geçen ve derlenip-toparlanıp yazılması gereken çok şeyler var. Bu yöre de öyle boş değil; ancak, yeni nesiller bunları araştırıp ortaya sermekte tembellik gösteriyor.

 Meğer Ahmet ÖNEY Hoca’mız, İstanbul medrese ulemâsından bir zâtın dâmadıymış. Demek ki, çocuklardaki din eğitimi bereketi çift kaynaklıymış. Doğrusu ben merak ediyorum; neden bu sülâleye sofuoğulları denilmiş? Fâtih Câmii’nde ders veren hocamız oralara nasıl gitmiş, nasıl okumuş, neler yapmış? Neler yaşamış? Bunları bir yazan olsa. Bilmem ki torunlarından biri lûtfederler mi? Güzel de olmaz mı? Onu okuyan âile fertleri ve bizler onun yaşadıkları ve yaptıklarından târihimiz ve misyonumuz adına zevkler almaz, hisseler kapmaz mıyız?

2-Evet, nerden geldik buraya? Ali DENİZ Hoca’mız da bir deryâ aslında. Yakın târihten bildiği çok şeyler var. Gözlemler müthiş. Anlatış mükemmel. Hâfıza net. Dramatize o biçim. Uslûp fıkra tadında. Geriye sâdece yazmak kalıyor. Bu da, onda da yok, bizde de. Kendisine bir türlü yazdıramıyoruz. Oturunca sohbetine doyulmuyor. Bizler de zaman ayırıp program düzenleyemiyoruz. Ki, anlattıklarını kayda alalım. Çözümleyip yayınlayalım. İşte, Ordu’muzun yoklarından biri de bu: Yerel târih merakı!

Maalesef, yakın geçmişteki misyonları îtibârıyle, dedelerinin hayatının yazılması gerektiğine inandığımız bir çok  arkadaşımıza bu anlamda iki satır yazdırmaya muvaffak olamıyoruz. Bir yola çıkılsa, ortaya çok şeylerin çıkacağına inanıyorum. Kaldı ki ufak çapta bir-kaç hazırlık yapmadık değil kendi çapımızda. Fakat bunun geliştirilmesi araştırmaya ihtiyâç gösteriyor. Zaman istiyor, imkân istiyor; maalesef biz de bu noktada zayıf kalıyoruz. Bir arkadaş daha çıksa, belki birbirimizi tetikleriz ama, o da, her kimse bir türlü meydana çıkmıyor! Öyle geçip gidiyor seneler. Bu arada Câvit KALPAKLIOĞLU örneğinde olduğu gibi, yakın târihimizden anlatacağı çok şeyler olan net hâfızalılar bir bir uçup gidiyor. Bizler de günlük dedi-kodularla bugünleri de hebâ ile ömür tüketiyoruz. Ne dünümüzü dün edebiliyoruz ne de günümüzü gün!

3-Asıl gelmek istediğim nokta başkaydı. Buraya kadarı giriş sadedinde oldu! Cumâ namazındaki hutbenin konusu güzeldi. Hutbenin güzelliği yetmiyor. Konunun ele alınışı, yâni uslûbu da etkiliydi. Kendisi aynı zamanda öğrencimiz olan Ali AYDIN Hoca da çok vurgulu bir şekilde okudu. Ses tonu ve mimikleriyle tüm dikkâtleri üzerinde topladı. Hem mevlid, hem de kadınlara Cuma namazı uygulaması dolayısıyla kadın-erkek kalabalık da bir cemaat vardı. Kabadüz ilçemizde görev yapan Yüksel KIYAK adlı din görevlisinin metnini hazırladığı hutbenin konusu HAYÂ idi. Çok iyi düşünülmüş, çok ihtiyaç duyulan ve sık sık işlenmesi gereken bir konu. Bugün biz de bu vesîleyle bu konuya vurgu yapacaktık hutbeden aldığımız ilhâmla; lâkin gördüğünüz gibi konu kayması oldu. Ancak bu konuya ilerde döneceğiz inşâllâh. Çünkü, bu konudaki derdimiz büyük. Şu Ramazan günde dahî insanlar ne kuldan utanıyorlar, ne de Allâh’tan korkuyorlar. Kuldan utanmaz hâle gelinince Allâh’tan da korkulmaz olunuyor. O zaman kim tutabilir bu milleti? Durum oraya doğru gidiyor; Allâh korusun. Bunun önüne geçilmesi lâzım. Herkes üzerine düşeni yapması lâzım.

Şu, Cumâ’nın, mevlidin, cenâzenin ve bu vesîlelerle müminleri bir araya gelmeye yönlendirerek insanları toplum hâline getirip kaynaştıran dînimizin güzellik ve bereketine dikkâtinizi çekerek, şimdilik, hutbede de verilen bir hadisle sözlerimizi noktalayalım:

“Şüphesiz, her dînin karakteristik bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı da hayâdır.”

Yüce Mevlâ, hayâtı hayâsız yaşayanların şerrinden ve onlara benzemekten hepimizi ve bilhassâ gençlerimizi muhâfaza buyursun ves’selâm…

 

 

 ORDU HAYAT GAZETESİ

           21.09.2008