Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - ANTALYA PALAS, (ANTALYA PALAS -Yalçın Yüksel Kardeşe Sevgiyle- Sevgi’yle, Medical Park’ta başladı Ordu’dan Samsun’a zorlu yolculuk Yalçın Bey korkuttu sevenlerini Duyanlar şaşırdı, yürekler buruk… Bünyede gelişen âni bir atak Düşürdü Yalçın Bey’i döşek-yatak Lâkin düşmedi değerler bir türlü; Şu ilacı kullan, bu serumu tak!… Ağrıydı, sızıydı, batın’dı derken Safradaydı teşhis, Tıbb’a giderken Yükselen değerler hızıyla vardı 30 Nîsan günü Samsun’a erken… Sekiz-Dokuz günü geçti burada Ziyâret akını çok bu arada Bir ucu Ordu’da telefonların Diğer yanı İstanbul, Ankara’da… Almanya, Tayland, Londra, Fransa Ulaşmak isteyenler bırakmaz şansa Normâl konuşmalar hemen değişir Torunla konuşan geçer transa!… Burhan Çakmak Beyle elemanları Tekkeşin, Yüksel’le, Kahramanları Ne de çok seveni var imiş meğer Durmuyor dostların telefonları… Şu ilaçları ver, yok bunu dene Derken, nakil geldi gündeme İki günlük telefon trafiği Antalya dedi, başka şey deme!.. Özel uçak ambulânsla bir saat Karadeniz’den Akdeniz’e vuslat Ümit neredeyse, koşu oraya Hasta değilse, kimseye yok rahat! Nitekim bizlere, işte Antalya Olmuştu bu sene nöbet, vardiya Gel-git hastâne, sandalye, servis Mühim mi; kâlpler murâda erdi ya!” Oradan da eve; bahçe, üst geçit O cadde, bu sokak; şurası mescit Yıllardan sonrası hep bir arada; Muhabbetler renkli, huy çeşit çeşit! Ahmed Bıyıklı Bey, çok emek verdi Ev tuttu, noksanlar tamâma erdi Lâkin bize daha henüz yoldayken; Öğretmen evini adres gösterdi!... Bizi karşıladı eşi Cânân’la Muhabbet çok koyuldu zamanla Bir akşam namaz kıldırdı câmide İbrâhim Dayı, Nûri Kahraman’la… Evde namaz zâten dâim cemaat Onlarda lâf, Ak Parti’de icraat! Gülerce’yle Gökçek çıktığı zaman Ekrana çakılır, dayı o saat… Antalya-Kepez, Kültür Mahallesi Kaya Apartman, 10. dâiresi Üç bin sekizyüz elli üç sokakta Ordulu, konar-göçer kâfilesi… Lâkin bura, bir Ahmedî tekkesi! Nûri Kahraman’ın nerde takkesi? Siz siz olun, n’eylerseniz neyleyin; Dayıya horlamanın olmaz şakkası! İbrâhim Şuaybî tekkenin şeyhi Cânan’a bağlıdır sofranın seyri Zamanlar geçiyor bir şekilde de; Herkes sonuçlardan bekliyor hayrı! Neyse, Ahmedî Bey, gün geldi gitti Antalya’da öncü görevi bitti Lâkin bir kez daha belli oldu ki; Dağdan gelenler bağcıyı itti!? Iğdır’lara uçtu bitince izni Herkesi kapladı ayrılık hüznü Hatırnaz, kahırlı teller kopunca Bozulur muhabbet şi’rinin vezni!... Bir de bakıldı ki, kalkınca sabah; Bağdaki Bey çoktan edilmiş yâllâh! Günler hayırlarla geçsin hele bir Yine buluşuruz, sağlıkla inşâllâh… İmam; İbrâhim Bey, Gırcoo müezzin Bâzen Fâruk Hoca, çıkınca izin Akıl hastânede, diller duâda; Elbet, baş maddesi gündemimizin! Fâruk Bey konuşkan, açınca bahis Ağzına baktırıp, tutuyor hapis Yetiştirmiş mâşâllâh kendini çok; Dolu dolu fikir, hâkezâ bir his! Canan aşçıbaşı; gerisi ırgat! Antalya da olsa, bal gibi gurbet! Gel gör ki kardeşlik, dostluk çok güzel; “Gurbetlik berbatlık” lâfı muhabbet!... Alaaddin Ağabey hep ayrı dünyâ Kişi yaşadığınca görürmüş rüyâ Nur peşinde gece-gündüz bir koşu Gayrı gayret sâdece mâl-i hülyâ!... Biz de aldık feyizlerden nasîbi Derslere katıldık buralı gibi Muhabbet, coşku; gençler cıvıl cıvıl Hem de gezmiş olduk; geldik iyi ki!... Ayrıca dolaştık dut peşlerinde Aşı almak için poşet elinde Turladık toprak, uygun dal için Antalya’nın sıcak caddelerinde!… En güzel hâtıra oldu sahnesi Aklına estiği gün Türk Kahvesi Ayrıldı hastaneden dönerken Almış, geldi; kahve hem de cezvesi! Ocak başına geçti de bir güzel Kahveyi pişirdi bizlere özel! İkram etti hem kendi elleriyle; Nâzik dili, ganî gönülleriyle!... Âdet oldu ondan sonra hep böyle Yemek sonları, kurulup ta şöyle Şimdi duâ edip beklemekteyiz; Ya Rabb, buralarda da nasîp eyle! Derken Reis Beyim tayin çıkardı İstanbul’a, kimini Ordu’ya verdi Reis reisdir hey, her nerde olsa; Muvâfıktır; edemeyiz göz ardı! “Mustafa Ordu’ya; işler-güçler var! Fındık başlamadan verilsin ayar!” Göz kapalı, zihin âleme açık; Uyur gibi ama, her şeyi duyar! Her gün öğle vakti Yalçın Bey’deyiz O Reis Beyimiz, biz konseydeyiz Tâlimât veriyor yattığı yerden; Bizler de dikkâtle dinlemedeyiz! Hastâne yolunda KEBAPÇIDAYIM Sokağı geçmeden karşımızda BİM Hepsi de çiçekli ağaçlar içre; Zakkumlarla palmiyeler nitekim… Evden hastâneye yirmi dakîka Her taraf hep çiçek, yollar hârika Zamanlar bir ayı geçiyor olmuş Asansör merdiven; ine, hem çıka! Sâdece biz değil; hem değerler de Bir inip, çıkıyor; iyilik nerde? Nakli düşündürür olmalı artık; Hastanın son durumu, bu günlerde! Hoca Yaşar Tuna, yurt içi dışı Bir türlü bitmiyor gidiş-gelişi İçimizde kuşku; hem Yalçın Bey’de Hocam, n’olur artık; bitir şu işi! Durumdur, bir türlü netleşmez heyhât; Tedirginiz, bir yandan arıyor Ferhat! Samsun’da her şeyi kotardığı gibi; Buraya da, yağdırıyor tâlimât!... Akabinde dönüp, direkt evdeyiz Antalyada mıyız, yoksa nerdeyiz? Hastâne, ziyâret; tam iki saat; Gökle yer arası bir yerlerdeyiz!... Bir sabah geldik ki oda değişmiş Karşılar; Toroslar sıra dağıymış Mayıs sonlarına geldiğimizde Bizim de Ordu’ya dönme çağıymış! Alaaddin Ağabey’le yolculuk Bizler için oldu ayrı mutluluk Pekişti dostluklar, akrabalıklar Lâkin her ayrılık verir burukluk! Asıl mutluluklar gelen günlerde Karar noktasında artık son perde 1 Hazîran günü verildi karar; Operasyon; 4 Hazîran Perşembe… Fâruk Bey taburcu, Yalçın Bey iyi 10 Hazîran’ın bize haber verdiği 30 Hazîran’da o da taburcu Sevinç sonsuz; ümitler burcu burcu! Bir duyduk oradan geçmiş Muğla’ya Çok şükürler olsun Yüce Mevlâ’ya Oğlunun evinde; Fâruk Bey mutlu; Ne demek ciğerpâre olmak babaya?! Tekrar Antalya’ya, bu kez böbrekten Taşlar oynamıştı kükreyerekten! Fâtih Kahraman’la, Abdullâh Yüksel Tevâfuk ettiler; talep yürekten!... Hoca olmayınca taş işi kalmış Bir duyduk, Yalçın Bey Ordu’ya gelmiş Kullanarak bizzat arabasını Çekmiş memlekete merhabasını… Merhabâ ey kardeş, Aleyküm’Selâm; Hoş geldin, merhabâ; ne güzel kelâm! Ayırmasın bizi dinden, îmandan; Hem sıhhat-âfiyetten, Yüce Mevlâm… Nîsan sonlarından 4 ay sonrası Yalçın Bey döndü Ağustos ortası Bir ayı buldu hem, geleli ammâ Mümkün olamadı karşılaşması! Çok mühim değil, değil hiç mesele; “Alo, kardeşşş!” diyebilsin de hele! Sesi gelsin şöyle; uzak, derinden! Koltuğa oturmuş, rahat yerinden!... Varlığı yetmekte Yalçın Kardeşin Yüzü göresiye, dostluğu peşin… Arkadaşları, akrabası, çevresi; Muhabbeti benzeridir güneşin!... Rabbimiz hayırlı ömürler versin; Daha nice güzel günler göstersin! Yolunu bekleyen tüm sevdikleri Berâberce sonsuz murâda ersin!... Hey gidi Yalçın Bey selâmlar sana Rahmet olsun ecdâdına, atana Şükürler olsun bu günlerimize Şükürler olsun cana can katana!... Derdin ya; “4 aylık” bir “ağabey”im! Dünyâya gelişte 4 ay öndeyim!... Kimseler bilemez sonunu işin; Sıralama nice; nasıl, nerdeyim?! Herkeslerin encamları hayr’olsun Geridekilere, örnek seyr’olsun… Bize intikâl eden güzellikler, Olduğundan fazlasıyla devr’olsun! Eymürîyim ben de Karabeylerden Yaylalara çıktık, geçip köylerden İkimiz, at yükünün birer yanı; Sandıklara bindik, indik heylerden! O günlerden bu günlere savrulduk; Bâzen üşür iken, bâzen kavrulduk! Belimizi bükecek sıkıntılardan, Allâh’ın lûtfuyla artık doğrulduk… Yüce Rabbim göstermesin zorluğu Ne dünyâda, ne ukbâda horluğu Ap-açıkken çizgi, yol, istikâmet; Yaşatmasın kimselere körlüğü!... Yalçın Kardeş, artık vedâ zamânı Sonsuzdadır ayrılığın yamanı! Duâlara kat da, Hacdaki gibi; Yanında bulasın hep Kahraman’ı! Burada da buluşuruz gün gelir; Belki yarından da yakın, kim bilir?! Dünyâmızda zorken kısa ayrılık; Âhirette firkât nasıl çekilir?!... Nûrânî’yim kardeş, budur son sözüm; Îmandır dertlere nihâî çözüm… Evelâllâh, bunda hiç şüphemiz yok; Sevenler kavuşur; ondadır gözüm!... Alaaddin Ağabey geldi de anca Kıvranmışsın tekrar batnın yanınca Umut olmuş hastahâne yeniden Hareketlenmiş taşlar, kırınca!... Sormaya unuttum; aşlar ne oldu? Avusturya cinsi dutu tuttu mu? Birlik getirdik, ortaklığımız var! Yoksa o da ben gibi unuttu mu? Şükür, iyiymişsin, dönmüşsün eve; Hâne halkı devam, aynı göreve! Enfeksiyon meselesidir mâlum, Gelmemeye râzıyız seve seve!... Lâkin, şu mısrâlar yerini bulsun Arife Günü’nde armağan olsun… Sabır yılı yaşayan Kardeşimizin; Dünyâsı, ukbâsı mutluluk dolsun! Bir hâtıra oldu; Antalya Palas! Kaderin cilvesi, varmış bize has Cümle kederlerden, sıkıntılardan Rabbimiz eylesin cümleyi halâs... Mâzur gör, varsa sürç-i lisânım, Ey kardeş sonuçta ben de insanım Ciddî konuları dahî nükteyen, Mâlum; vardır böyle, mizahçı yanım! Bayramı da kutluyoruz buradan; Ayıran sebepler kalksın aradan! Sağlıkla, sıhhâtle, âfiyetlerle; Buluştursun tekrar Yüce Yaradan! Hem kardeşliğimiz sonsuza varsın Ufkumuzu bayram havası sarsın Alvarlı Efe’nin dediği gibi; Affolununca gerçek bahtiyârsın: “Mevlâ bizi afvede”, budur merâm; “Gör ne güzel ıyd olur;” ne hoş kelâm! “Cürm ü hatalar gide”, gâm-kasâvet; “Bayram o bayramdır;” lûtf'etsin Mevlâm! “Bayram o bayramdır;” kardeş ves’selââm!... )
ANTALYA PALAS
1778 defa okundu,

ANTALYA PALAS

-Yalçın Yüksel Kardeşe Sevgiyle-

 

Sevgi’yle, Medical Park’ta başladı

Ordu’dan Samsun’a zorlu yolculuk

Yalçın Bey korkuttu sevenlerini

Duyanlar şaşırdı, yürekler buruk…

 

Bünyede gelişen âni bir atak

Düşürdü Yalçın Bey’i döşek-yatak

Lâkin düşmedi değerler bir türlü;

Şu ilacı kullan, bu serumu tak!…

 

Ağrıydı, sızıydı, batın’dı derken

Safradaydı teşhis, Tıbb’a giderken

Yükselen değerler hızıyla vardı

30 Nîsan günü Samsun’a erken…

 

Sekiz-Dokuz günü geçti burada

Ziyâret akını çok bu arada

Bir ucu Ordu’da telefonların

Diğer yanı İstanbul, Ankara’da…

 

Almanya, Tayland, Londra, Fransa

Ulaşmak isteyenler bırakmaz şansa

Normâl konuşmalar hemen değişir

Torunla konuşan geçer transa!…

 

Burhan Çakmak Beyle elemanları

Tekkeşin, Yüksel’le, Kahramanları

Ne de çok seveni var imiş meğer

Durmuyor dostların telefonları…

 

Şu ilaçları ver, yok bunu dene

Derken, nakil geldi gündeme

İki günlük telefon trafiği

Antalya dedi, başka şey deme!..

 

Özel uçak ambulânsla bir saat

Karadeniz’den Akdeniz’e vuslat

Ümit neredeyse, koşu oraya

Hasta değilse, kimseye yok rahat!

 

Nitekim bizlere, işte Antalya

Olmuştu bu sene nöbet, vardiya

Gel-git hastâne, sandalye, servis

Mühim mi; kâlpler murâda erdi ya!”

 

Oradan da eve; bahçe, üst geçit

O cadde, bu sokak; şurası mescit

Yıllardan sonrası hep bir arada;

Muhabbetler renkli, huy çeşit çeşit!

 

Ahmed Bıyıklı Bey, çok emek verdi

Ev tuttu, noksanlar tamâma erdi

Lâkin bize daha henüz yoldayken;

Öğretmen evini adres gösterdi!...

 

Bizi karşıladı eşi Cânân’la

Muhabbet çok koyuldu zamanla

Bir akşam namaz kıldırdı câmide

İbrâhim Dayı, Nûri Kahraman’la…

 

Evde namaz zâten dâim cemaat

Onlarda lâf, Ak Parti’de icraat!

Gülerce’yle  Gökçek çıktığı zaman

Ekrana çakılır, dayı o saat…

 

Antalya-Kepez, Kültür Mahallesi

Kaya Apartman, 10. dâiresi

Üç bin sekizyüz elli üç sokakta

Ordulu, konar-göçer kâfilesi…

 

Lâkin bura, bir Ahmedî tekkesi!

Nûri Kahraman’ın nerde takkesi?

Siz siz olun, n’eylerseniz neyleyin;

Dayıya horlamanın olmaz şakkası!

 

İbrâhim Şuaybî tekkenin şeyhi

Cânan’a bağlıdır sofranın seyri

Zamanlar geçiyor bir şekilde de;

Herkes sonuçlardan bekliyor hayrı!

 

Neyse, Ahmedî Bey, gün geldi gitti

Antalya’da öncü görevi bitti

Lâkin bir kez daha belli oldu ki;

Dağdan gelenler bağcıyı itti!?

 

Iğdır’lara uçtu bitince izni

Herkesi kapladı ayrılık hüznü

Hatırnaz, kahırlı teller kopunca

Bozulur muhabbet şi’rinin vezni!...

 

Bir de bakıldı ki, kalkınca sabah;

Bağdaki Bey çoktan edilmiş yâllâh!

Günler hayırlarla geçsin hele bir

Yine buluşuruz, sağlıkla inşâllâh…

 

İmam; İbrâhim Bey, Gırcoo müezzin

Bâzen  Fâruk Hoca, çıkınca izin

Akıl hastânede, diller duâda;

Elbet, baş maddesi gündemimizin!

 

Fâruk Bey konuşkan, açınca bahis

Ağzına baktırıp, tutuyor hapis

Yetiştirmiş mâşâllâh kendini çok;

Dolu dolu fikir, hâkezâ bir his!

 

Canan aşçıbaşı; gerisi ırgat!

Antalya da olsa, bal gibi gurbet!

Gel gör ki kardeşlik, dostluk çok güzel;

“Gurbetlik berbatlık” lâfı muhabbet!...

 

Alaaddin Ağabey hep ayrı dünyâ

Kişi yaşadığınca görürmüş rüyâ

Nur peşinde gece-gündüz bir koşu

Gayrı gayret sâdece mâl-i hülyâ!...

 

Biz de aldık feyizlerden nasîbi

Derslere katıldık buralı gibi

Muhabbet, coşku; gençler cıvıl cıvıl

Hem de gezmiş olduk; geldik iyi ki!...

 

Ayrıca dolaştık dut peşlerinde

Aşı almak için poşet elinde

Turladık toprak, uygun dal için

Antalya’nın sıcak caddelerinde!…

 

En güzel hâtıra oldu sahnesi

Aklına estiği gün Türk Kahvesi

Ayrıldı hastaneden dönerken

Almış, geldi; kahve hem de cezvesi!

 

Ocak başına geçti de bir güzel

Kahveyi pişirdi bizlere özel!

İkram etti hem kendi elleriyle;

Nâzik dili, ganî gönülleriyle!...

 

Âdet oldu ondan sonra hep böyle

Yemek sonları, kurulup ta şöyle

Şimdi duâ edip beklemekteyiz;

Ya Rabb, buralarda da nasîp eyle!

 

Derken Reis Beyim tayin çıkardı

İstanbul’a, kimini Ordu’ya verdi

Reis reisdir hey, her nerde olsa;

Muvâfıktır; edemeyiz göz ardı!

 

“Mustafa Ordu’ya; işler-güçler var!

Fındık başlamadan verilsin ayar!”

Göz kapalı, zihin âleme açık;

Uyur gibi ama, her şeyi duyar!

 

Her gün öğle vakti Yalçın Bey’deyiz

O Reis Beyimiz, biz konseydeyiz

Tâlimât veriyor yattığı yerden;

Bizler de dikkâtle dinlemedeyiz!

 

Hastâne yolunda KEBAPÇIDAYIM

Sokağı geçmeden karşımızda BİM

Hepsi de çiçekli ağaçlar içre;

Zakkumlarla palmiyeler nitekim…

 

Evden hastâneye yirmi dakîka

Her taraf hep çiçek, yollar hârika

Zamanlar bir ayı geçiyor olmuş

Asansör merdiven; ine, hem çıka!

 

Sâdece biz değil; hem değerler de

Bir inip, çıkıyor; iyilik nerde?

Nakli düşündürür olmalı artık;

Hastanın son durumu, bu günlerde!

 

Hoca Yaşar Tuna, yurt içi dışı

Bir türlü bitmiyor gidiş-gelişi

İçimizde kuşku; hem Yalçın Bey’de

Hocam, n’olur artık; bitir şu işi!

 

Durumdur, bir türlü netleşmez heyhât;

Tedirginiz, bir yandan arıyor Ferhat!

Samsun’da her şeyi kotardığı gibi;

Buraya da, yağdırıyor tâlimât!...

 

Akabinde dönüp, direkt evdeyiz

Antalyada mıyız, yoksa nerdeyiz?

Hastâne, ziyâret; tam iki saat;

Gökle yer arası bir yerlerdeyiz!...

 

Bir sabah geldik ki oda değişmiş

Karşılar; Toroslar sıra dağıymış

Mayıs sonlarına geldiğimizde

Bizim de Ordu’ya dönme çağıymış!

 

Alaaddin Ağabey’le yolculuk

Bizler için oldu ayrı mutluluk

Pekişti dostluklar, akrabalıklar

Lâkin her ayrılık verir burukluk!

 

Asıl mutluluklar gelen günlerde

Karar noktasında artık son perde

1 Hazîran günü verildi karar;

Operasyon; 4 Hazîran Perşembe…

 

Fâruk Bey taburcu, Yalçın Bey iyi

10 Hazîran’ın bize haber verdiği

30 Hazîran’da o da taburcu

Sevinç sonsuz; ümitler burcu burcu!

 

Bir duyduk oradan geçmiş Muğla’ya

Çok şükürler olsun Yüce Mevlâ’ya

Oğlunun evinde; Fâruk Bey mutlu;

Ne demek ciğerpâre olmak babaya?!

 

Tekrar Antalya’ya, bu kez böbrekten

Taşlar oynamıştı kükreyerekten!

Fâtih Kahraman’la, Abdullâh Yüksel

Tevâfuk ettiler; talep yürekten!...

 

Hoca olmayınca taş işi kalmış

Bir duyduk, Yalçın Bey Ordu’ya gelmiş

Kullanarak bizzat arabasını

Çekmiş memlekete merhabasını…

 

Merhabâ ey kardeş, Aleyküm’Selâm;

Hoş geldin, merhabâ; ne güzel kelâm!

Ayırmasın bizi dinden, îmandan;

Hem sıhhat-âfiyetten, Yüce Mevlâm…

 

Nîsan sonlarından 4 ay sonrası

Yalçın Bey döndü Ağustos ortası

Bir ayı buldu hem, geleli ammâ

Mümkün olamadı karşılaşması!

 

Çok mühim değil, değil hiç mesele;

 “Alo, kardeşşş!” diyebilsin de hele!

Sesi gelsin şöyle; uzak, derinden!

Koltuğa oturmuş, rahat yerinden!...

 

Varlığı yetmekte Yalçın Kardeşin

Yüzü göresiye, dostluğu peşin…

Arkadaşları, akrabası, çevresi;

Muhabbeti benzeridir güneşin!...

 

Rabbimiz hayırlı ömürler versin;

Daha nice güzel günler göstersin!

Yolunu bekleyen tüm sevdikleri

Berâberce sonsuz murâda ersin!...

 

Hey gidi Yalçın Bey selâmlar sana

Rahmet olsun ecdâdına, atana

Şükürler olsun bu günlerimize

Şükürler olsun cana can katana!...

 

Derdin ya; “4 aylık” bir “ağabey”im!

Dünyâya gelişte 4 ay öndeyim!...

Kimseler bilemez sonunu işin;

Sıralama nice; nasıl, nerdeyim?!

 

Herkeslerin encamları hayr’olsun

Geridekilere, örnek seyr’olsun…

Bize intikâl eden güzellikler,

Olduğundan fazlasıyla devr’olsun!

 

Eymürîyim ben de Karabeylerden

Yaylalara çıktık, geçip köylerden

İkimiz, at yükünün birer yanı;

Sandıklara bindik, indik heylerden!

 

O günlerden bu günlere savrulduk;

Bâzen üşür iken, bâzen kavrulduk!

Belimizi bükecek sıkıntılardan,

Allâh’ın lûtfuyla artık doğrulduk…

 

Yüce Rabbim göstermesin zorluğu

Ne dünyâda, ne ukbâda horluğu

Ap-açıkken çizgi, yol, istikâmet;

Yaşatmasın kimselere körlüğü!...

 

Yalçın Kardeş, artık vedâ zamânı

Sonsuzdadır ayrılığın yamanı!

Duâlara kat da, Hacdaki gibi;

Yanında bulasın hep Kahraman’ı!

 

Burada da buluşuruz gün gelir;

Belki yarından da yakın, kim bilir?!

Dünyâmızda zorken kısa ayrılık;

Âhirette firkât nasıl çekilir?!...

 

Nûrânî’yim kardeş, budur son sözüm;

Îmandır dertlere nihâî çözüm…

Evelâllâh, bunda hiç şüphemiz yok;

Sevenler kavuşur; ondadır gözüm!...

 

Alaaddin Ağabey geldi de anca

Kıvranmışsın tekrar batnın yanınca

Umut olmuş hastahâne yeniden

Hareketlenmiş taşlar, kırınca!...

 

Sormaya unuttum; aşlar ne oldu?

Avusturya cinsi dutu tuttu mu?

Birlik getirdik, ortaklığımız var!

Yoksa o da ben gibi unuttu mu?

 

Şükür, iyiymişsin, dönmüşsün eve;

Hâne halkı devam, aynı göreve!

Enfeksiyon meselesidir mâlum,

Gelmemeye râzıyız seve seve!...

 

Lâkin, şu mısrâlar yerini bulsun

Arife Günü’nde armağan olsun…

Sabır yılı yaşayan Kardeşimizin;

Dünyâsı, ukbâsı mutluluk dolsun!

 

Bir hâtıra oldu; Antalya Palas!

Kaderin cilvesi, varmış bize has

Cümle kederlerden, sıkıntılardan

Rabbimiz eylesin cümleyi halâs...


Mâzur gör, varsa sürç-i lisânım,

Ey kardeş sonuçta ben de insanım

Ciddî konuları dahî nükteyen,

Mâlum; vardır böyle, mizahçı yanım!


Bayramı da kutluyoruz buradan;

Ayıran sebepler kalksın aradan!

Sağlıkla, sıhhâtle, âfiyetlerle;

Buluştursun tekrar Yüce Yaradan!

 

Hem kardeşliğimiz sonsuza varsın

Ufkumuzu bayram havası sarsın

Alvarlı Efe’nin dediği gibi;

Affolununca gerçek bahtiyârsın:

 

“Mevlâ bizi afvede”, budur merâm;
“Gör ne güzel ıyd olur;” ne hoş kelâm!
“Cürm ü hatalar gide”, gâm-kasâvet; 

“Bayram o bayramdır;” lûtf'etsin Mevlâm!
“Bayram o bayramdır;” kardeş ves’selââm!...