Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - Nağme Nağme NÂMELER, ( YAŞ-NÂME Anlamak çok müşkil dostum Söyle, neyin peşindesin? Görülmüyorsun mecliste; Hangi hayâl düşündesin? Bir ordasın, bir burdasın Kimse bilmez, tam nerdesin! Bir acâip seferdesin; Günâhların başındasın!... Niyetin, yaşamak zevkle! Gezip-tozmak aşkla, şevkle! Gidersin şeytânî sevkle; Ortak gibi; işindesin!… Sanıyorsun, yolundasın! Lâkin, dâim solundasın Şeytanların kolundasın Hem de kapmış; dişindesin! Tavırların uçuk-kaçık Ev bir otel; bir gir, bir çık Giyim-kuşam açık-saçık Nefsâniyet hoşundasın! Karanlık bir gidişin var Konuşun, hem inişin var Ne de yerler bilişin var! Mekânların loşundasın! Yer-içersin hiç sormadan, Atıştırırsın durmadan, Net bir sonuca varmadan, Şüpheliler aşındasın!... Kör nefsinin emrindesin Haramların seyrindesin Kurulmuşsun, bağrındasın Çıkarların leşindesin!... Ne bu aç gözlük, oburluk? Hakk’a isyân, kula kulluk? Tanımıyorsun hak-hukuk; Yüreklerin taşındasın!... Üzersin anne-babayı Hem teyzeyi, hem halayı Bitmez şeytanla balayı! Nelerin uğraşındasın?... Adâletten ayrılırsın Sadâkâtten sıyrılırsın Meçhûllere savrulursun Yolların hep şaşındasın!... İstikâmetin nereye? Çık tepeye, in dereye! Girmez misin cendereye? Sâhi, sen kaç yaşındasın? Ağır gelir ibâdetler! Nerden çıktı şu âdetler? Bir gün kopar kıyâmetler! Uçurumun kaşındasın!... Aldırmıyorsun ezana İnanmaz mısın mîzâna? Düşmüşsün kaynar kazana; Hem kâlbinde, döşündesin! Nûrânî’ye selâmın yok! Bir düzgünce kelâmın yok! Fâtiha’n, Elif-Lâm’ın yok; Ömürlerin boşundasın!... Şâir daha ne söylesin?! Bilmez niye hep böylesin? Mevlâ hidâyet eylesin; Cehâlet ateşindesin… Sanma önünde vaktin çok; Yaprak düşer, zamânı yok! Rüzgâr söker, demez dal-kök Her an, faslın kışındasın!... Bu işler hiç şaka değil Dîne-diyânete eğil Artık gerçeğe ver meyil Sonsuzluk akışındasın! Orada yerin ne olsun? Bilmeyiz, ne istiyorsun? Mutlakâ, “CENNET!” diyorsun; CEHENNEM nakışındasın!? Artık kurtul bu tezattan İnmelisin tez bu attan Vaz geç, vaz geç şu inattan! Yolların yokuşundasın! Hakkı tanı, kendine gel Gelmeden kapına ecel Seni de kapar karayel Sanma konu dışındasın!... Sözlerin son kararıyla; Ömrü yıkma, zararıyla! Görüldüğü kadarıyla, “İyi düşün-taşın”dasın!... Sözler sana, hemi bana Hemi şuna, hemi buna Kâlpten gelir yana yana Çün kardeş kumaşındasın… Eh, hadi artık eyvallâh Yardım etsin bize Allâh Yoksa, hepimize eyvâh! Zîrâ, işin yaşındasın!?... 16 Eylül 2015, Hür Fikir DAĞ-NÂME Karlı-kışlı diyârlara Çekiyor bu dağlar beni Doruklardan bulut bulut Döküyor bu dağlar beni Düşürüyor sevdâlara Aşırıyor leylâlara Pişiriyor kavgâlara Yakıyor bu dağlar beni Kuşları var, öter başka Kanatlanır, uçar aşka Hep bağrında olsam keşke Okuyor bu dağlar beni Yaz olur mis kokusu var Binbir çiçek dokusu var Kanatlanmak duygusu var Söküyor bu dağlar beni Mehtap yakışır göğüne Gidenler gider düğüne Sevdâlılar kütüğüne Çakıyor bu dağlar beni Hele düş gör hülyâsına Dalarsın aşk deryâsına Sevgilinin yakasına Takıyor bu dağlar beni Sürüyor yolun sarpına Hem şarkına, hem garbına En büyük cihan harbine Sokuyor bu dağlar beni Kopup gelen çığım sanki Boz-bulanık çağım, sanki Kesildi ayağım sanki Akıyor bu dağlar beni! Aşması zor geçitler var Kayması çok gel-gitler var Hep ümitler, ümitler var Büküyor bu dağlar beni! Âşıkların sazı nerde? Güzellerin nazı nerde? Gitmişlerin hızı nerde? Tıkıyor bu dağlar beni! Yûnusun has gülleriyle Mevlânâ’nın “gel”leriyle Bektaş Velî telleriyle Yıkıyor bu dağlar beni! Çoban çeşmelerden içsem Çamlıbeller, bükler geçsem! Ozanlarca sayfa açsam Bakıyor bu dağlar beni! Yücelere uğrar yolu Gözleri var yaşla dolu Diye diye Anadolu Dokuyor bu dağlar beni! ABLA-NÂME! Gençlerle yarışan hanım ablalar Pudrayla, makyajla nereye kadar? Her gün yeni yeni kozmetiklerle Hep sahte imajla nereye kadar? Sokakları kütür kütür aşarak Vücutları giysilerden taşarak Seller gibi akıp, yelce koşarak Bu hızlı metrajla nereye kadar? Evde durmasın da dolaşsın, gezsin Sınırsız harcasın, paralar ezsin Açılsın, saçılsın; duygular azsın Meyille, markajla nereye kadar? Dostları-ahbâbı, hep bîgâneler Hayât bir çerezdir, yenir nâneler Haylarla, huylarla geçer seneler! Bu yanlış kadrajla nereye kadar? Gözler ya vitrinde, ya fildir fildir Teşhirde son moda nerde var bildir Hesapsız yaşamak hesap değildir Çarşıyla, pasajla nereye kadar? Muhabbetin çoğu yabancılarla İşi yok; ne acı, ne sancılarla Kankadır, yalancı-dolancılarla Kurla, röportajla nereye kadar? Ümîdi şanslarda; bir toto model Oscar’a yürüyor; bir foto-model Aklı dışarlarda, ev sanki otel Süper zırh garajla nereye kadar? Yarışta giderler gençten ilerde Kızlar, toruncuklar kalır geride Kondisyon mükemmel, her şey süper de Ruhsuz averajla nereye kadar? İçerde olanlar, vuruyor dışa Yangınlar büyüktür aldırmaz kışa Bu gidişler sanki, hepten yanışa Som trikotajla nereye kadar? Önce kendilerin kandırıyorlar Sonra yanıyorlar, yandırıyorlar Çarkı, hep aleyhe döndürüyorlar Böyle patinajla nereye kadar? Çeliktir-çocuktur; değil umurda Mesuliyet hissi yok ki hamurda! Debelenip durur kumda-çamurda Dalgayla, plâjla nereye kadar? Analık-babalık gelmez işine Bir ya da ikidir; üçü, beşi ne? Düştüğü meçhûldür neyin peşine; Hep dalış, sondajla nereye kadar? Var mı, bir hayırlı evlât niyeti? Ona hizmet ile Hakk’a hizmeti Düşünmek mileti, hem memleketi Temelsiz barajla nereye kadar? Bir tânesi millet-memleket için Birisi, perişan şu ümmet için Sonsuzluğa varan saadet için İlaçla, masajla nereye kadar? Okuduğu bir şey varsa da roman Pembe dizi, mâvi gezi, vay aman! Uyduruk konular, sahte kahraman Maskeyle, dublajla nereye kadar? Yaşar fikr’etmeden hiç eni-konu Nereye varacak bu işin sonu? Var mı bağlandığı bir sevap fonu? Sanal puantajla nereye kadar? Ne olur yaşına göre davransa Evinde vakarla durup, aransa Hürmetle anılsa, şevkle uğransa Anlık avantajla nereye kadar? Bunun örtülüsü, açığı yoktur Akıllar havada, kaçığı çoktur Va’za, nasihata karınlar toktur Azıksız bagajla nereye kadar Gûyâ hiçbir şeyi takmaz kafaya Değer miymiş dünyâ derde, cefâya? Gelmişler yalnızca zevk ü sefâya Lâkin boş degajla nereye kadar? Bu yapılanlar hep, bir savruluştur Bile bile ateş, bir kavruluştur Çâresi düşünmek ve doğruluştur Çulla, kamuflajla nereye kadar? Gün gelip bir yere toslamazlar mı? Gövdeyi toprağa yaslamazlar mı? Beyaz kefenlerle süslemezler mi? Renk renk mizanpajla nereye kadar? Elbet müstesnâlar müstesnâ dâim Gündüzü oruçlu, gecesi kâim Bilirler, yürürler; sırat müstakîm Hep sapan virajla nereye kadar? Yaptığımız itfâiye bir nevî Kardeşin kardeşi îkaz görevi Yalayıp yutmasın yangın her evi Çelik nikelajla nereye kadar? Bir kusûrum varsa, özür dilerim Elbet şefaat hak ve Allâh kerim Yine de , akıllı olalım derim Magazin tirajla nereye kadar? Nûrânî, örnek ol, uzatma lâfı Bu noktaya geliş herkesin gafı Söylerken bırakma elden insafı Sırf, kuru mesajla nereye kadar? 1 Aralık 2014- Akit ACEP-NÂME Neyin var acabâ senin; Açlar için aşın yoksa? Yetimler, öksüzler için Bir damlacık yaşın yoksa! Âfete uğrayanlara Yetişecek peşin yoksa Evsiz-barksızlara mahsus Kıyın-köşen, boşun yoksa! Mazlumların dertleriyle Zonklayan bir başın yoksa! Hayâtın ne anlamı var? Hak için telâşın yoksa!... Varlığını bezeyecek Edepten kumaşın yoksa İyilikler binâsında, Bir ufacık taşın yoksa! Ahlâk, fazîlet yolunda Zerrece uğraşın yoksa! Hakkın hatırı diyerek Verecek savaşın yoksa! Millet-memleket aşkına Bir hayâlin, düşün yoksa! Hakîkât için yaşanmış Mâcerân, cümbüşün yoksa! Şerre, zulme karşı siper Gerilmiş bir döşün yoksa! Bâtıla sert, dik duruşun, Hak’ta bükülüşün yoksa! Dünyâdaki kardeşlere Sıcacık gülüşün yoksa! Görünce, renge bakmadan Kâlpten süzülüşün yoksa! Haftada bir, bir tek Cuma Günlerde de beşin yoksa Neye yarar onca renkler Önünde güneşin yoksa! Ebediyet yollarında Yardımcın yok, eşin yoksa! Örnek alıp da ardından Gelecek bir peşin yoksa!… İstikâmette mihmandar Bir özge yoldaşın yoksa! Selâmete taşıyacak Samîmî sırdaşın yoksa! Uğrunda can vereceğin Bir dâvâ kardeşin yoksa! Demek boşa çiğniyorsun Toprakla güreşin yoksa!... Nûrânî der; iyi, güzel Sanma dünyâ sana özel Hiç işe yaramaz gazel; Küfürle dalaşın yoksa! Mücâdele edeceksin Hep Hak üzre gideceksin Gayrısını n’edeceksin? Defterde bağdaşın yoksa! Peygâmber, Sahâbe örnek Elbet yolda rehber gerek Zorlanırsın tek giderek Numûne çağdaşın yoksa! Artık sözü bağlamalı! Aşk yolunda çağlamalı, En iyisi ağlamalı; Böyle şeyle işin yoksa! Yâ Rabb, koru sensizlikten; Edepsizlik, densizlikten, Hem dertsizlik, gamsızlıktan Yakar hep ateşin; yoksa! Mayıs-2014 KAVŞAK-NÂME Cehâlet hâkim olunca Kuşaklardan ne beklenir? Beyler kendini salınca Uşaklardan ne beklenir? Zaman geçmiş hoplamakla Her şey kopmuş, zıplamakla Kalmayanı toplamakla! Başaklardan ne beklenir? Kavramlar hep karışınca Yozlaşmada yarışınca Irzla zinâ barışınca! Döşeklerden ne beklenir? Açık-saçık, her şey âyan Yok hiç rahatsızlık duyan Sabıya da yok acıyan! Beşiklerden ne beklenir? Mâsumların nedir suçu? Hepsi kuzu; kuçu kuçu! Cennete değilse ucu Işıklardan ne beklenir? Yetişir hep böyle böyle Dünyâya râm, nefse köle Gelmiş emre hazır hâle Gevşeklerden ne beklenir? Gelen gelir ihânetle Ünsiyet yok emânetle Kavgalıdır mârifetle Eşiklerden ne beklenir? Olur ellere bir maşa Kullanılır paşa paşa! Ciddiyet yok, hep karmaşa Yavşaklardan ne beklenir? Yol çok, yönü belli değil Herkeste her yana meyil Kişiler olmazsa ehil Kavşaklardan ne beklenir? Olmayınca bir icraat? Ziyândır geçen her saat! İster ellerini çatlat; Şak-şaklardan ne beklenir? “Amaan sende!” denilince Her kayığa binilince Ne gelirse yenilince Kaşıklardan ne beklenir? Hayâ, iffet; neyin nesi? “Vefâ” dediğin neresi? Yoktur nâmus meselesi Âşıklardan ne beklenir? Nûrânî de âşık gûyâ Kendince görür bol rûyâ Kurulan olursa hülyâ Keşiklerden ne beklenir? SOFRA-NÂME Anneler-babalar para peşinde Çocuklar evlerde gurbet yaşıyor Bu nasıl âile, bu nasıl toplum? Herkes muhabbete hasret yaşıyor! Evin işlerini iş saymıyorlar Yuvada pişeni aş saymıyorlar Birlikte sofrayı düş saymıyorlar Masalsız çocuklar cinnet yaşıyor! Anne ele hizmet, baba yabana Aldığını harcar süse, palana Gerçekler tükenir, gider yalana Akıllar-fikirler hayret yaşıyor! Gerekli olana söz yoktur elbet El oğullarına zor olur minnet Hayat kolay değil, meşakkât, mihnet Evsiz-ekmeksizler zillet yaşıyor! Muhtaç olmayasın muhannetlere Bulaşmayasın hiç mel’anetlere Dûçâr olmayasın rezâletlere Düşenler mutlak, nedâmet yaşıyor!... Çalışmalı evi ihmâl etmeden Ölçüsüz bir hayat hayâl etmeden Yanlışa, hatâya doğru gitmeden Haddi geçenler felâket yaşıyor!... Yolunca yürüyen, boyunca giden İşlerini bilen, iktisat eden İsrafsız haramsız bir hayat güden Bir maaşla bin kerâmet yaşıyor… Haydan gelenler hep gidermiş huya Haramlar benziyor çok tuzlu suya İçtikçe susatır yakar kuşkuya Yürekler daralıp, hiddet yaşıyor… Kazancın tertemiz, helâlden olsun Lokmandan yiyenler bereket bulsun Çoluğun-çocuğun yüzleri gülsün Haramzâdeler hep şiddet yaşıyor… Rızıkta çalışmak esastır elbet Dünyâda her şeyler Hak’tan emânet Hayât dediğimiz mânevî nöbet Hâlis niyetliler cennet yaşıyor… Nûrânî hep, hayrı eder tavsiye Hakk'ın nîmetleri sonsuz hediye Nûru varken, nâra gitmek ne diye? Rabbini bilenler rahmet yaşıyor... ÎKAZ-NÂME Derinden bağlanmayınca Îman olur mu olur mu? Gönül Hakk’ı sevmeyince İz’ân olur mu, olur mu? Nefsine uyan, esirdir Rızâlı işler ecirdir Namaz kesin bir emirdir; Bâzan olur mu, olur mu? Görülüyor her işlenen Açıkta, ya da gizlenen Yanılıyor, şüphe eden “Yazan olur mu, olur mu?” Cennet var ikrâr verene Canın Hak yola serene Ebedî aşka erene Hazân olur mu, olur mu? Eğer yanınıza gelsem Hakkı bilip, hak söylesem Gayrı dönün Hakk’a desem Kızan olur mu, olur mu? Böyle dilemiş Hak desem Zinâ, kumar yasak desem Sonra, alkol almak desem Sızan olur mu, olur mu? Olur, hem de pek çok Nûri Çoğu taklîdin esîri Cehâlet sarsmış her yeri Mîzan olur mu, olur mu? TIĞ-NÂME Gençsin, hem güzelsin; sağlık yerinde Yürüyüş endamlı, seyir tığ gibi! Giyimler-kuşamlar, kılık yerinde İlgi-alâka çok; dostlar çığ gibi! Akşamlar-sabahlar turda, kayıpta Ya günâh-gildesin, ya da ayıpta Kendini bilmezsen Hakkı sayıp ta Bâtıl teslim alır, sarar ağ gibi! Gülüşler, haykırışlar; her gün karnaval! Hesaplar-kitaplar, sanki martaval! Piyasada kurttur, pazarda çakal; Lâkin dolaşırlar ağa, beğ gibi! Tomarlarla içer çayı-çorbayı Kendine yedirmez fiyat sormayı Kör nefsi uğruna açar torbayı; Ateşi tepeden tüter buğ gibi! Nasıl buluyorlar bunca parayı? Çoğunluk seçerken akla-karayı Hattâ saramazken âcil yarayı; Çarkında hak-hukuk, insaf yoğ gibi! “Hep varıp gidilir pastânelere Arada uğransa hastânelere Yoğun bakımdaki mestânelere” Diyenlere, bakıyorlar koğ gibi! Bir ibret deryâsı yatar kabirler Ne tavırlar değişir, ne de tâbirler Ne sağîr umurda, ne de kebîrler Günahlar birikmiş sıra dağ gibi! Her şeyimiz var da şuur âvâre Adımlar özgür, varır her yere Bu yol bana uymaz, demez bir kere Fazîlet duygusu neden sığ gibi? Kahkaha ayyukta, cennet garanti! İşrette aratmaz Hans’ı Hırant’ı Şeytanlıkta hızlı, bilmez rolânti Bayrak açmış, taşımakta tuğ gibi! Lâkin günü gelir toslar bir yere Uzaylara bile gitse kaç kere İsterse, taptığı dünyâyı vere Altından kayıp da gider yağ gibi! Nûrânî, bilmem ki niye böylesin? Şu dilin biraz da tatlı söylesin! Bırak da burada gönül eğlesin; Ötede nasîbi zâten yoğ gibi! Hiç olur mu aziz dostum öyle şey? Gerçeği yalnızca Allâh bilir, hey! Dikkâtli olmalı hem hanım, hem bey! Bu çağ, akıl-fikir, ermez çağ gibi! Uyan olsa, olmasa da, sen uyar; Nasîbi olanlar gün olur duyar… Lâkin, önce nefse gerekir ayar; Öğütler tad vermez, kalır çiğ gibi! Mârufu emr’eyle, nehy’et münkeri Zakkum da bilinsin, yerken şekeri Yürük istersen, sıratta tekeri Dilsiz şeytanlıktan, îkaz yeğ gibi! Şâir, yetsin gayri bu kadar çene Lâf salatasıyla bıktırma gene Öncelikle örnek olmayı dene Asılsız söz, ayaklara bağ gibi!... İKLİM-NÂME İklimlerden iklimlere yürümüş Alnı ak, başı dik kullar nerede? Coğrafyamı baştanbaşa bürümüş Çiçekler nerede, güller nerede ? Herkese kol kanat germiş çınarlar Yolcuları susuz koymaz pınarlar Mâverâ kuşları gelir konarlar Ağaçlar kurumuş, dallar nerede? Hakîkâte hizmet tüm gâyeleri İnançtı, azimdi sermâyeleri Dünyâdan bekledik yok pâyeleri Ehl-i hâller, ehl-i diller nerede? Dereler, ırmaklar şevkle akarmış Atlaslar, Toroslar türkü yakarmış Balkanlar, Kafkaslar halay çekermiş Tuna’lar nerede, Nil’ler nerede? Denizler elele oynaşmadaymış Kıtalar kolkola kaynaşmadaymış Hayırlar gayrette, şer şaşmadaymış Adımlar nerede, kollar nerede? Hüzünler, sevinçler bir yaşanırmış Özleşen gönüller, aşk kuşanırmış Kâlplerden kâlplere yol döşenirmiş Sazlarımız kırık, teller nerede? Dağ donar, çöllerin olmaz haberi Çöl yanar, dağların nerde seferi? Kavuruyor bu hasretlik her yeri Kervanlar basılmış, yollar nerede? Mecnûn’um Leylâ’yı arar giderim Târihe coğrafya sorar giderim Hayâlle gerçeği karar giderim Savrulmuştur göğe, küller nerede? Yakınım, ırağım aynı kederde Her birisi düşmüş ayrı bir derde Kalmamış o eski günler ezberde Gönüller diyârı iller nerede? Ne edep var; ne terbiye, ne hayâ İlimde, fende de kalmışız yaya Düşmana pamuğuz, dostlara kaya Kovanlar dağılmış, ballar nerede? Ecdâda hakâret olmaz mı moda?! Çağdaşlık adına, uygarlık ya da! Saraylar gitti de kaldı bir oda Ufuklar ötesi tüller nerede? Yol bozuldu, ayrı düştük biz bize Bakmaz olduk, gelsek bile göz göze Sebebi ne, nasıl çıktı bu nizâ? Üç kıta arası göller nerede? Beş-on yıl içinde bin yıllık devlet Nasıl uçup gitti; hayret ki hayret?! Hem, dıştan daha çok, içerden gayret Yüz nerde, renk nerde; allar nerede? Nûrânîyim, feryâdımı salarım Düşündükçe hayâllere dalarım Ne yapsam, neylesem; bitmez efkârım Küheylânlar gitmiş, nallar nerede? 09.02.1995 ACEP-NÂME Neyin var acabâ senin; Açlar için aşın yoksa? Yetimler, öksüzler için Bir damlacık yaşın yoksa! Âfete uğrayanlara Yetişecek peşin yoksa Evsiz-barksızlara mahsus Kıyın-köşen, boşun yoksa! Mazlumların dertleriyle Zonklayan bir başın yoksa! Hayâtın ne anlamı var? Hak için telâşın yoksa!... Varlığını bezeyecek Edepten kumaşın yoksa İyilikler binâsında, Bir ufacık taşın yoksa! Ahlâk, fazîlet yolunda Zerrece uğraşın yoksa! Hakkın hatırı diyerek Verecek savaşın yoksa! Millet-memleket aşkına Bir hayâlin, düşün yoksa! Hakîkât için yaşanmış Mâcerân, cümbüşün yoksa! Şerre, zulme karşı siper Gerilmiş bir döşün yoksa! Bâtıla sert, dik duruşun, Hak’ta bükülüşün yoksa! Dünyâdaki kardeşlere Sıcacık gülüşün yoksa! Görünce, renge bakmadan Kâlpten süzülüşün yoksa! Haftada bir, bir tek Cuma Günlerde de beşin yoksa Neye yarar onca renkler Önünde güneşin yoksa! Ebediyet yollarında Yardımcın yok, eşin yoksa! Örnek alıp da ardından Gelecek bir peşin yoksa!… İstikâmette mihmandar Bir özge yoldaşın yoksa! Selâmete taşıyacak Samîmî sırdaşın yoksa! Uğrunda can vereceğin Bir dâvâ kardeşin yoksa! Demek boşa çiğniyorsun Toprakla güreşin yoksa!... Nûrânî der; iyi, güzel Sanma dünyâ sana özel Hiç işe yaramaz gazel; Küfürle dalaşın yoksa! Mücâdele edeceksin Hep Hak üzre gideceksin Gayrısını n’edeceksin? Defterde bağdaşın yoksa! Peygâmber, Sahâbe örnek Elbet yolda rehber gerek Zorlanırsın tek giderek Numûne çağdaşın yoksa! Artık sözü bağlamalı! Aşk yolunda çağlamalı, En iyisi ağlamalı; Böyle şeyle işin yoksa! Yâ Rabb, koru sensizlikten; Edepsizlik, densizlikten, Hem dertsizlik, gamsızlıktan Yakar hep ateşin; yoksa! UMUT-NÂME Demesek noksanlık olacak gibi; Yeni yıllarımız mübârek olsun! Deyince yerini bulacak gibi; Yeni yıllarımız mübârek olsun! Günler öncesinden başlar hazırlık Keseler açılır, olmaz pazarlık Bu işin içinde yoksa muzırlık Yeni yıllarımız mübârek olsun! Ama her şeyin bir karakteri var Millet târihinde özel yeri var Nesiller üzeri eserleri var Yeni yıllarımız mübârek olsun! Neler yapılıyor hele bakınız Çamlar deviriniz, mumlar yakınız! Nereye uzağız, kime yakınız? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Bir defâ; hem zaman, imkân israfı Millî servettendir bütün masrafı Küresel devlerin olmaz insafı Yeni yıllarımız mübârek olsun! Alışın-verişin nedir, nelerdir? Tura gittiğin hangi ülkelerdir? Bir düşün bu hava nerden eserdir? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Kutlamalar başlar iyi niyetle! Eğlenceler sökün eder hasretle! Sürer gider, günâhlara 'evet'le! Yeni yıllarımız mübârek olsun! Sarhoşluk-berduşluk, bir çılgınlıktır! Aziz millet, bunlara mı lâyıktır? Manzara acâyip, kılık kılıktır! Yeni yıllarımız mübârek olsun! Dışardan empoze, özümüzde yok Bunca yürümüşüz, izimizde yok Sazımızda yoktur, sözümüzde yok Yeni yıllarımız mübârek olsun! Kutlaya kutlana gider ağırlık Gerçeklere karşı artar sağırlık Ne yapılır bu gecede, uğurluk? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Geçip gidenlerin yoktur hesâbı Haram-helâl demez yersin kebabı Böyle söylemenin varsa sevâbı Yeni yıllarımız mübârek olsun! Nûrânî şâirdir, bir nevî ozan Birazcık okuyan, biraz da yazan Ne oyun oynayan, ne oyun bozan Yeni yıllarımız mübârek olsun! Mısrâlar arası var tavsiyesi Noel rüzgârı mı; bu neyin nesi? Virüs kapanların çürür bünyesi Yeni yıllarımız mübârek olsun! Ömür eskiyorken seni bulan ne? Böyle dağıtıp da, derde salan ne? Bunca şamatadan elde kalan ne? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Öyle ya, nedir bu kutladığımız? Ömrü ateşleyip atladığımız? Hoplayıp-zıplayıp çatladığımız? Yeni yıllarımız mübârek olsun! Sahteleri bırak, cevherine dön Sılana, evine, eserine dön Örfe-âdetlere, değerine dön Yeni yıllarımız mübârek olsun! AK adaylar alamadı murâdı Yeni yıla kaldı reisin adı İşler uzadıkça kaçıyor tadı Yeni yıllarımız mübârek olsun! Aday adayları bu yıl da mutlu! Çünkü gelenden hepsi de(!) umutlu; Meçhûl hangisine olacak kutlu! Yeni yıllarımız mübârek olsun! Eskiye vedâ, yeniye merhabâ İnşâllâh niceye ereriz daha Aşkla, şevkle yalvaralım Allâh’a Yeni yıllarımız mübârek olsun! TÖRE-NÂME Tâlihini yâver gitsin istersen Her gördüğün göle dalmamalısın! Nîmet sanıp kendin fasulye gibi Sunulan her kaba dolmamalısın! Deseler de dâim, “hadi, sensin sen!” Verilen her gaza gelmemelisin! Sonra toslayınca ummadık yere; Kimseye kabahat bulmamalısın! Sıkı tutmalısın işi elinde Yuları boşluğa salmamalısın! Adaletle karar verdikten sonra Çileden, zorluktan yılmamalısın! Değer vermelisin fikre, görüşe Hep kendi telinden çalmamalısın! Açık olmalısın gayrı seslere Îkazdan rahatsız olmamalısın! İstişâre nedir; şûrâ, meşveret? Mezhep ne, kıyas ne; icmâ-i ümmet? İstersen işinde tat-tuz, bereket Kimseyi hafife almamalısın! “Ne oldum delisi, sonradan görme!” Olup da başına çoraplar örme Gereksiz işleri debertip dörme Çabucak sararıp solmamalısın! Zannetme ki, asan-kesen kazanır Bir fırtına olup esen kazanır Hâlbuki sabreden, susan kazanır Yanlışta çakılı kalmamalısın! Güvenip de çula, zulmetme kula Her ne kadar arkan olsa da bile Kulun sâhibi var, unutma hele En sonunda saç-baş yolmamalısın! Haddini-hudûdunu bil, her yerde Gönülle, intizarla bulaşma derde Yoktur Yaratan’la arada perde Mazlûmun âhını almamalısın! İyi seçmelisin dostu, yârânı Geleni-gideni; yana varanı Sonra oynatırlar sana horanı Her gülen yüzlere gülmemelisin! Makamlar-mevkîler şölendir, sazdır Vur patla, çal oyna; eğlence, cazdır Lâkin, münker-nekir ne sorsa azdır! Uyaran sözleri bölmemelisin! Şâir, nedir bu, doğrucu Davutluk? Câiz mi, diplomasız avukatlık? Hep böyle gider de olursan şutluk Sonucu gayrıdan bilmemelisin! Haklısın, doğruyu söylemek gerek Lâkin, yedirmezler bal ile börek Dersen ki, müsâde etmiyor yürek; Hayıfla kahırdan ölmemelisin!... Râzı ol kadere, mukadderâta Her insanda vardır, olacak hatâ Belki yanıltırlar seni bu defâ; Kendini karamsar kılmamalısın! Hak tanı herkese, bil ki hikmet var Bakışın çaprazdır, belki ufkun dar Netîcede herkes bizim çocuklar Sözle bile olsa çelmemelisin!... Nûrânî’nin derdi insaf, liyâkat Niyette içtenlik, özde sadâkât Dâvâyı unutmak büyük hamâkât Defterden hesâb’ı silmemelisin! Cürümsüz sözlerden kimse ürkmesin Saçıp-savuruyor, bir meczup desin Hadi, yolu açık olsun herkesin Lâkin, töreleri delmemelisin!... AHMED DAVUDOĞLU HAYIRLI OLSUN... - Müjdeler ülkeme, arza, dünyâya; Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Bahtların cemresi düşmüş Konya’ya Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yeni Türkiye’ye yeni Başbakan; Tüm cihâna örnek, ülkeye bakan Onu teklif etti, yerine BAŞKAN; Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Kongrede seçildi, şeksiz, firesiz Tam isâbet; yeri sağlam, sırasız Durmak yoktur, Yola Devam; arasız Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Büyük Usta, Baş komutan ilerde Birlik-berâberlik rûhu her yerde Devâ olacaklar inşâllâh derde Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Bir ilim adamı; üstün akılca Hitabeti güzel, kitabı bolca Erbakan’dan sonra 2. Hoca Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Siyâsette uzman, hem de her dalda Gidecek halkının açtığı yolda Gözü yok mansıpta, parada-pulda Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Sempatik, bilgili, hem de vakarlı Düşmanıdır her ne varsa zararlı Çıtayı hep yükseltmeye kararlı Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yorulmak nedir? Hiç, bilmez diyorlar; Üstüne çalışkan, olmaz diyorlar! Hedefi geriye kalmaz diyorlar, Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Adamış kendini yurda hizmete Her hâliyle lâyık hubba hürmete Nezih insan, ihtimâl yok töhmete Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Hayâtıyla, çizgisiyle, hep bizden Gidiyor milletin gittiği izden Tüm coğrafya sevmektedir bu yüzden Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Balkanlardan Kafkaslar’a, Yemen’e Yeni cemre düştü çayır-çemene Ümitliyiz, mahal yoktur gümâna Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yeni sîmâ, yepyeni bir heyecan Yüzü barış, yüzü sevgi, yüzü can, Yeni dünyâ, yeni ülke, yeni kan Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun… Yekvücut gerektir onun şahsında Birlik kaçınılmaz dirlik bahsinde Siyâsete es geç gönül faslında Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun Nûrânî sizlere arz eyler merâm Böyle bir insanı sevmemek haram Özetin özeti; KÜÇÜK DEV ADAM Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun!... Hayâlde, ülküde bitmiyor kelâm; Millet-memlekete, cihâna selâm! Büyük Coğrafyaya, KÜÇÜK DEV ADAM; Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun!... )
NAĞME NAĞME NAMELER
1895 defa okundu,

ŞÂİRLERE

Garip Yetimoğlu telsiz söylesin

Şakir Arslanoğlu gülsüz söylesin

Yaratan bizlere rahmet eylesin

Zulme, haksızlığa susmamalıyız…

 

Taşlasın şeytanı Nuri Kahraman

Vermeyelim şu pis modaya aman

Rahmet et bizlere Hz. Rahman(cc)

Küfre, haksızlığa  susmamalıyız…

 

İnsanlık muhtaçtır mânevî em’e

Tüm şâirler sarılmalı kaleme

Özkul, göğüs ger ki; çile, eleme

Cehle, haksızlığa susmamalıyız…

Yaşar ÖZKUL

(27.11.1983 Yeni Devir)

 

TAŞLASAK MI?

“Taşla” diyor bana ÖZKUL

Kalmıyor ki Yaşar Kardeş!

Atsak, istasyonlar bozuk

Almıyor ki Yaşar Kardeş!

 

Herkes belli bir yol tutmuş

Hayâ-edebi unutmuş

Nefisler rûhu uyutmuş

Salmıyor ki Yaşar Kardeş!

 

İşte kardeş, işte bacım

Dostum, ahbâbım, baş tâcım

Gelse bir, bitecek acım

Gelmiyor ki Yaşar Kardeş!

 

Taşlasak, hep kaçıyorlar

Taşlamasak içiyorlar

Döküyorlar, saçıyorlar

Dolmuyor ki Yaşar Kardeş!

 

Şeytan kadar, şeytanlık dert

Olabilse insanlar mert

Karar kılsalar gâyet sert

Kılmıyor ki Yaşar Kardeş!

 

Tamam, vermeyelim aman

Modadan hâlimiz yaman

Fakat, yanlışları duyan

Silmiyor ki Yaşar Kardeş!

 

Gerçi, bizden söylemesi

Önce tatbik eylemesi

Bozuk âlet düzgün sesi

Çalmıyor ki Yaşar Kardeş!

 

Hatâ bizde de var elbet

Önce sen nefsine emret

Sonra at-tut, sonra öğret

Olmuyor ki Yaşar Kardeş!

 

Buldu sâyenizde fırsat

Nûrî içten etti feryat

Hak yazmadan kimse necât

Bulmuyor ki Yaşar Kardeş!

    (11.12.1983 Yeni Devir)

Âşık Nûrânî’ye

İş’e besmeleyle başla

Savaş boyalı göz-kaşla

Nefsine uyma, yavaşla

Nefis düşman, Nûrânî dost!

 

Zorbalar, zâlimler haklı

Temelde haç rûhu saklı

Ermiyor genç kızın aklı

Gören pişman, Nûrânî dost!

 

Bâtıla hizmeti boşla

Sarıl Hakk’a, canla-başla

Önce dostlarını haşla

Kim “Kahraman” Nûrânî dost!

 

Yıksalar nefis bendini

Bulur îmân, Nûrânî dost!

İçten içe yer kendini

Üryan pişman, Nûrânî dost!

 

Âşık NÛRÂNÎ’ye cevap

Şeytan taşlaması sevap

Şeytanlaşan görür serap

Bak, çöl pişman Nûrânî dost!

 

Yaşar Özkul, özlüyorum

Gelecektir, gözlüyorum

Adım adım izliyorum

Zaman pişman, Nûrânî dost!

Yaşar ÖZKUL

(1983 Yeni Devir)

 

SORGU-NÂME

 

Neden, niçin, nasıl diye

Özün sana soruyor mu?

Beynini kemire, yiye

Aklın kafa yoruyor mu?

 

Olan-biten; neden, nasıl?

Nedir gâye, nedir asıl?

Hangi makamda bu fasıl?

Gönlün hayâl kuruyor mu?

 

Akıl fikir nerden geldi?

Kendin seni nasıl bildi?

Olan şeyler nasıl oldu?

Aklın, fikre uğruyor mu?

 

Çocukluğun nerde, hani?

Okul önü, dükkân yanı?

Neyledin hamamı, hanı?

Köyün köşkün duruyor mu?

 

Sabah, nasıl akşam olur?

Gece, yolu nasıl bulur?

Meyve tadı nerden alır?

Kimse şeker veriyor mu?

 

Her şeyin tadı bir başka

Kâinât ayarlı aşka

İnsanoğlu sorsa keşke

Kâlbi yâre varıyor mu?

 

Çayır-çimenler, çeşmeler

Haylaşmalar, heyleşmeler

Ağlaşmalar, söyleşmeler

Muhabbetler sarıyor mu?

 

Altı, üstü hep dereydi

Sular dökülür yereydi

Sâhi, yerleri nereydi?

Değirmenler duruyor mu?

 

Hayatın çok kavgası var

Çileleri, sevdâsı var

Ölümün de sırası var

Düşüncen yer veriyor mu?

 

Tam, kâm alacağım derken

Ölüm yakalar, gülerken!

Belki sana göre erken

Sırra aklın eriyor mu?

 

Yürüdüğün hayat yolu

Yazı-kışı mihnet dolu

Hepsi gider; darı-bolu

Feryat işe yarıyor mu?

 

Ekonomi, politika

Yürüyorsun, bata-çıka

Gitmek var mı yaka-yıka?

Yazan kalem kuruyor mu?

 

Makam, mevkî hep emânet

Hem ticâret, hem siyâset

Gerisini sen kıyâs et

Cin fikirler eriyor mu?

 

Hava-cıva; hepsi yalan

“Var biraz da sen oyalan”

Nedir ne, geriye kalan?

Fasıl, aslı arıyor mu?

 

Nûrânî’nin dili durmaz

Ele der, kendini yormaz!

Amelsiz söz hayra varmaz!

Bilmem gözler görüyor mu?

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

              12.10.2008

 

ÇAYIR-NÂME

Adımlarına dikkât et

Kayarsın Allâh korusun!

Bâtılın sonu felâket;

Uyarsın Allâh korusun!

 

Güvenirsin eşe-dosta

Olursun zevklere hasta

Fark’etmeden, hayra posta

Koyarsın Allâh korusun!

 

Yanlışta ısrar ne demek?

Hem Hakk’a kulak vermemek!

Başına çorap örerek,

Giyersin Allâh korusun!

 

Şehvetlerin kemendine

Aldanmayasın fendine

Yazık edersin kendine

Kıyarsın Allâh korusun!

 

Düşmeyesin tuzaklara

Gitmeyesin uzaklara

Binmeyesin kızaklara

Kayarsın Allâh korusun!

 

Yakışan hep istikâmet

Bütün sapmalar hıyânet

Kopmadan daha kıyâmet

Koparsın Allâh korusun!

 

Kadın ya da erkek olsun

Herkes iyisini bulsun

Şerri dursun, hayrı gelsin

Şaşarsın Allâh korusun!

 

Hep hayırlı isteyelim

İçtenlikle dileyelim

Âkibet hayır bulalım

Yanarsın Allâh korusun!

 

Gencim deme genç de ölür

Hazırlık olmadan bulur

Vakitli vakitsiz gelir

Kayarsın Allâh korusun!

 

“İnsanlık” çok ince iştir

Niyet kur, kâlbe yerleştir

Ahlâk, fazîlet güneştir

Cayarsın Allâh korusun!

 

Karartma kâlbi siyâhla

Dalga geçme ahla, vahla

Hayat tablonu günâhla

Boyarsın Allâh korusun!

 

Bilim-teknik, bilgisayar

Her şeylere verir ayar

Çağdaşlık diyerek, soyar

Buyarsın Allâh korusun!

 

Kâlp kararır nokta nokta

Oldukça şerde atakta

Şuursuz gidişi Hak’ta

Sayarsın Allâh korusun!

 

Durumunu gözden geçir

Her işine îman içir

Yönünü ateşten kaçır

Yanarsın Allâh korusun!

 

Nûrânî sese kulak ver

Güzel yürü, çiçekler der

Derlerki; yer, herkesi yer

N’eylersin Allâh korusun?

 

Rabbimden hep hayırlısı

Ukbânın da çayırlısı

Cennet-cemâl seyirlisi

Lûtf’etsin; Allâh korusun!

 

GÜZEL-NÂME

Ey güzel, sokaktan geçip giderken

Bilmem yaptığının farkında mısın?

Hey gencim; günâhı seçip giderken!

Bilmem yaptığının farkında mısın?


Kadında güzellik, erkekde şıklık

Onun da belâsı yakışıklılık!

Kitaba, sünnete uyar mı kılık?

Bilmem yaptığının farkında mısın?


Örtülesileri açıp nereye?

Aslından, özünden kaçıp nereye?

Neyin var neyin yok saçıp nereye?

Bilmem yaptığının farkında mısın?


Nedir şu edâlar, tavırlar öyle?

Gezilir pervâsız sokakta böyle!

Uyar mı bu bize, Hak için söyle?

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Ey insan, kendini sen mi yarattın?

Kara kaşla, elâ gözle donattın?

Kul iken kullara havalar attın!

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Ne kadar şirinsin, ne kadar hoşsun!

Lâyıktır dünyâlar peşinde koşsun!

Akıl yoksa, içmeden de sarhoşsun!

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Arzular peşinde hep koşa koşa

Hayâtı tükettin, geldin bu yaşa

Şimdi günâhlarla kaldın başbaşa

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Hâlâ bildiğinden şaşmaz gidersin

Pişmanlık yoluna düşmez gidersin

Bir kez Allâh deyip coşmaz gidersin

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Namazdan-niyâzdan uzaklardasın

Yalanda, yanlışta, tuzaklardasın

Yazıkta, yazlıkta, kızaklardasın

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Ne umarsın bu gidişin sonundan?

Haberin yok eteğinden kolundan

Puan gelmez çalıştığın konundan

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Gelir bir de hep bilgiçlik taslarsın

Yanlışları yaldızlayıp süslersin

Fazla sürmez, bir yerlere toslarsın

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Şâir, süslü sözden gelir mi fayda?

N’olur meşhur olsan, dünyâda, ayda?

İstikâmet nasıl, yol hangi rayda?

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Sözün özü, artık gelelim yola

Zamanın çarkında yoktur hiç mola

Yarına diyorsun; kim ölüp kala?

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Sevgili okurlar, vakit elvedâ;

Edâya duralım, gelmeden vedâ

Bırakmak adına belki hoş sedâ!

Bilmem yaptığının farkında mısın?

 

Nûrânî bak, sözü yine uzattın;

Tam tadında, pişmiş aşa su kattın,

Gelin kıza kaynanayı arattın!

Bilmem yaptığının farkında mısın?

18 Ekim 2014 Ordu Vizyon

ZAMAN-NÂME 

Bayram, seyran, yılbaşıyla

Geçip gidiyor seneler…

Köprübaşı, yolbaşıyla

Geçip gidiyor seneler…

 

Ahbâbıyla, yoldaşıyla

Ocak başı, kül başıyla

Hem yazıyla, hem kışıyla

Geçip gidiyor seneler…

 

Fındık-fıstık, yatak-yastık

Kırdık-döktük, astık-kestik

Bâzen tam üstüne bastık

Geçip gidiyor seneler…

 

Bahçe-çiçek, tarla-bayır

Yayla-Cenik, çimen-çayır

Derler; her işte var hayır

Geçip gidiyor seneler…

 

Alış-veriş, veriş-alış

Kazanırsın, sen de çalış

Sanma ki sonsuzdur kalış

Geçip gidiyor seneler…

 

Çelik-çocuk, arkadaş dost

Hep berâber olarak mest

Çağdaşça takılmaktır kast

Geçip gidiyor seneler…

 

Gelenleri kutluyoruz

Gidenleri şutluyoruz!

Nefsimizi putluyoruz

Geçip gidiyor seneler…

 

Hep kutlama telâşıyla

Lâkin bâzen gözyaşıyla

Ölenlerin naaşıyla

Geçip gidiyor seneler…

 

Kutladık yıl kutlu oldu!

Karteller hep mutlu oldu!

Cepleri parayla doldu!

Geçip gidiyor seneler…

 

Gelen seneyi unutma

Sakın yanlış bir yol tutma!

Çağdaşlığı çöpe atma!

Geçip gidiyor seneler…

 

İnsan dediğin içmeli!

İçip kendinden geçmeli!

Hem iç, hem dışı açmalı!

Geçip gidiyor seneler…

 

Korkma bu yolda ölmekten

Ayrılma sakın gülmekten

Geceleri çal felekten!

Geçip gidiyor seneler…

 

İbret mibret hak getire

Herkes kendini götüre!

Vakti bitire bitire!

Geçip gidiyor seneler…

 

Kuzguncuklu Fazîlet’le

Günâha giden biletle

Tâzelenen hükûmetle

Geçip gidiyor seneler…

 

Dereyolu, OR-Gİ, Baraj

İl’e oksijenli imaj

Kontür, pixel, çağrı, mesaj

Geçip gidiyor seneler…

 

Abuk-sabuk konserlerle

Türlü türlü kanserlerle

Askerlerle, komserlerle

Geçip gidiyor seneler…

 

Dizi, filim, türkü, şarkı

Hep eller döndürür çarkı

Düşünmeden hesap, korku

Geçip gidiyor seneler…

 

Sabah sekiz akşam beşle

Akıl-fikir hep düşeşle

İşi olmaz Kanal 5’le

Geçip gidiyor seneler…

 

Show, ATV, CNN Türk

Pardesü, manto, ithal kürk

Gâhî ayık, gâh küskütük!

Geçip gidiyor seneler…

 

Üniversite ve Rektör

Konsere git, Özlem’i gör

Kulüpçülüğe kalma kör

Geçip gidiyor seneler…

 

Rak ne imiş görmelisin!

Kolu kola örmelisin!

Aralara girmelisin!

Geçip gidiyor seneler…

 

Ye, iç; hem bardağı taşır!

Sofrada ne varsa aşır!

Çağdaş ol, işleri pişir!

Geçip gidiyor seneler…

 

Kutluyorsun, var mı daha?

Çıkar mısın, her sabâha?

Her şey dönerek Allâh’a

Geçip gidiyor seneler…

 

Nûrânî, hep atıp tutma

Pişmiş aşlara su katma

Hem sonra, kendin unutma

Geçip gidiyor seneler…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.01.2008

 

 

DİYÂR-NÂME

“Seviyorum, bekle!” dedi, bekledim;
Gelmedi, gelmedi; yâra gücendim!
Sevindim; yaprakla, çiçekle geldi
Bırakıp gitti, bahâra gücendim!...


Pamuktu, bembeyazdı; buyur ettim
Yüzde çizgi çizgi kara gücendim!
Zaman, su misâli akıp geçerken
“Aldırma!” diyen, efkâra gücendim!

Câmide dizildi, düzgün oldu da
Çarşıda kayıp, saflara gücendim!
Kendi hânem tâmire muhtaçken âh
Boşa yoruldum; ağyâra gücendim!

Aklımdan geçmezken rûhî kayıplar
Maddede zerre zarâra gücendim!
Aç, bîilâç, yoksulken, nice insan
Gamsız-kasvetsiz, iftâra gücendim!

Torunun elinde câhilî yayın
Elde torun, ihtiyâra gücendim!
Büyüttüm, yürüttüm, hem yetiştirdim
Bizi küs yapan civâra gücendim!

Bir baştan bir başa rahatsız ülke
Yanlışlardaki ısrâra gücendim!
Yardımsız garipler sızlayan yara
Kasada gizli tomara gücendim!

Dedim, bir çâresi var bunun elbet
“Konuşma!” diyen, ihtara gücendim!
Yenilensin derken bozuldu her şey
Böylesi ruhsuz îmâra gücendim!

Cehâlet ve gaflet şerde yürüttü
Uyarmadılar, dostlara gücendim!
Yâre varmak için yola çıkmadım
Düzde oturdum; dağlara gücendim!

Sözler de, işler de karmakarışık
Karar kılmıyor; karâra gücendim!
Çürüğe, bozuğa, yaldıza rağbet
Sahteye mahkûm; pazara gücendim!

“İşin-gücün böyle kusur söylemek!
Sus artık dostum, envâra gücendim!
Yaşıyoruz işte, bozma tadını!”
Söz iğne iğne; azara gücendim!

Nûrânîyim; tamam, kestim sözümü
Tenkit yok artık; ızhâra gücendim!
Ne ben, ne başkası kayda değerler;
Hakîkât mahzûn; diyâra gücendim!..