| Nuri KAHRAMAN - Anasayfa |
| - Arşiv |
| - Nağme Nağme NÂMELER, (
YAŞ-NÂME
Anlamak çok müşkil dostum
Söyle, neyin peşindesin?
Görülmüyorsun mecliste;
Hangi hayâl düşündesin?
Bir ordasın, bir burdasın
Kimse bilmez, tam nerdesin!
Bir acâip seferdesin;
Günâhların başındasın!...
Niyetin, yaşamak zevkle!
Gezip-tozmak aşkla, şevkle!
Gidersin şeytânî sevkle;
Ortak gibi; işindesin!…
Sanıyorsun, yolundasın!
Lâkin, dâim solundasın
Şeytanların kolundasın
Hem de kapmış; dişindesin!
Tavırların uçuk-kaçık
Ev bir otel; bir gir, bir çık
Giyim-kuşam açık-saçık
Nefsâniyet hoşundasın!
Karanlık bir gidişin var
Konuşun, hem inişin var
Ne de yerler bilişin var!
Mekânların loşundasın!
Yer-içersin hiç sormadan,
Atıştırırsın durmadan,
Net bir sonuca varmadan,
Şüpheliler aşındasın!...
Kör nefsinin emrindesin
Haramların seyrindesin
Kurulmuşsun, bağrındasın
Çıkarların leşindesin!...
Ne bu aç gözlük, oburluk?
Hakk’a isyân, kula kulluk?
Tanımıyorsun hak-hukuk;
Yüreklerin taşındasın!...
Üzersin anne-babayı
Hem teyzeyi, hem halayı
Bitmez şeytanla balayı!
Nelerin uğraşındasın?...
Adâletten ayrılırsın
Sadâkâtten sıyrılırsın
Meçhûllere savrulursun
Yolların hep şaşındasın!...
İstikâmetin nereye?
Çık tepeye, in dereye!
Girmez misin cendereye?
Sâhi, sen kaç yaşındasın?
Ağır gelir ibâdetler!
Nerden çıktı şu âdetler?
Bir gün kopar kıyâmetler!
Uçurumun kaşındasın!...
Aldırmıyorsun ezana
İnanmaz mısın mîzâna?
Düşmüşsün kaynar kazana;
Hem kâlbinde, döşündesin!
Nûrânî’ye selâmın yok!
Bir düzgünce kelâmın yok!
Fâtiha’n, Elif-Lâm’ın yok;
Ömürlerin boşundasın!...
Şâir daha ne söylesin?!
Bilmez niye hep böylesin?
Mevlâ hidâyet eylesin;
Cehâlet ateşindesin…
Sanma önünde vaktin çok;
Yaprak düşer, zamânı yok!
Rüzgâr söker, demez dal-kök
Her an, faslın kışındasın!...
Bu işler hiç şaka değil
Dîne-diyânete eğil
Artık gerçeğe ver meyil
Sonsuzluk akışındasın!
Orada yerin ne olsun?
Bilmeyiz, ne istiyorsun?
Mutlakâ, “CENNET!” diyorsun;
CEHENNEM nakışındasın!?
Artık kurtul bu tezattan
İnmelisin tez bu attan
Vaz geç, vaz geç şu inattan!
Yolların yokuşundasın!
Hakkı tanı, kendine gel
Gelmeden kapına ecel
Seni de kapar karayel
Sanma konu dışındasın!...
Sözlerin son kararıyla;
Ömrü yıkma, zararıyla!
Görüldüğü kadarıyla,
“İyi düşün-taşın”dasın!...
Sözler sana, hemi bana
Hemi şuna, hemi buna
Kâlpten gelir yana yana
Çün kardeş kumaşındasın…
Eh, hadi artık eyvallâh
Yardım etsin bize Allâh
Yoksa, hepimize eyvâh!
Zîrâ, işin yaşındasın!?...
16 Eylül 2015, Hür Fikir
DAĞ-NÂME
Karlı-kışlı diyârlara
Çekiyor bu dağlar beni
Doruklardan bulut bulut
Döküyor bu dağlar beni
Düşürüyor sevdâlara
Aşırıyor leylâlara
Pişiriyor kavgâlara
Yakıyor bu dağlar beni
Kuşları var, öter başka
Kanatlanır, uçar aşka
Hep bağrında olsam keşke
Okuyor bu dağlar beni
Yaz olur mis kokusu var
Binbir çiçek dokusu var
Kanatlanmak duygusu var
Söküyor bu dağlar beni
Mehtap yakışır göğüne
Gidenler gider düğüne
Sevdâlılar kütüğüne
Çakıyor bu dağlar beni
Hele düş gör hülyâsına
Dalarsın aşk deryâsına
Sevgilinin yakasına
Takıyor bu dağlar beni
Sürüyor yolun sarpına
Hem şarkına, hem garbına
En büyük cihan harbine
Sokuyor bu dağlar beni
Kopup gelen çığım sanki
Boz-bulanık çağım, sanki
Kesildi ayağım sanki
Akıyor bu dağlar beni!
Aşması zor geçitler var
Kayması çok gel-gitler var
Hep ümitler, ümitler var
Büküyor bu dağlar beni!
Âşıkların sazı nerde?
Güzellerin nazı nerde?
Gitmişlerin hızı nerde?
Tıkıyor bu dağlar beni!
Yûnusun has gülleriyle
Mevlânâ’nın “gel”leriyle
Bektaş Velî telleriyle
Yıkıyor bu dağlar beni!
Çoban çeşmelerden içsem
Çamlıbeller, bükler geçsem!
Ozanlarca sayfa açsam
Bakıyor bu dağlar beni!
Yücelere uğrar yolu
Gözleri var yaşla dolu
Diye diye Anadolu
Dokuyor bu dağlar beni!
ABLA-NÂME!
Gençlerle yarışan hanım ablalar
Pudrayla, makyajla nereye kadar?
Her gün yeni yeni kozmetiklerle
Hep sahte imajla nereye kadar?
Sokakları kütür kütür aşarak
Vücutları giysilerden taşarak
Seller gibi akıp, yelce koşarak
Bu hızlı metrajla nereye kadar?
Evde durmasın da dolaşsın, gezsin
Sınırsız harcasın, paralar ezsin
Açılsın, saçılsın; duygular azsın
Meyille, markajla nereye kadar?
Dostları-ahbâbı, hep bîgâneler
Hayât bir çerezdir, yenir nâneler
Haylarla, huylarla geçer seneler!
Bu yanlış kadrajla nereye kadar?
Gözler ya vitrinde, ya fildir fildir
Teşhirde son moda nerde var bildir
Hesapsız yaşamak hesap değildir
Çarşıyla, pasajla nereye kadar?
Muhabbetin çoğu yabancılarla
İşi yok; ne acı, ne sancılarla
Kankadır, yalancı-dolancılarla
Kurla, röportajla nereye kadar?
Ümîdi şanslarda; bir toto model
Oscar’a yürüyor; bir foto-model
Aklı dışarlarda, ev sanki otel
Süper zırh garajla nereye kadar?
Yarışta giderler gençten ilerde
Kızlar, toruncuklar kalır geride
Kondisyon mükemmel, her şey süper de
Ruhsuz averajla nereye kadar?
İçerde olanlar, vuruyor dışa
Yangınlar büyüktür aldırmaz kışa
Bu gidişler sanki, hepten yanışa
Som trikotajla nereye kadar?
Önce kendilerin kandırıyorlar
Sonra yanıyorlar, yandırıyorlar
Çarkı, hep aleyhe döndürüyorlar
Böyle patinajla nereye kadar?
Çeliktir-çocuktur; değil umurda
Mesuliyet hissi yok ki hamurda!
Debelenip durur kumda-çamurda
Dalgayla, plâjla nereye kadar?
Analık-babalık gelmez işine
Bir ya da ikidir; üçü, beşi ne?
Düştüğü meçhûldür neyin peşine;
Hep dalış, sondajla nereye kadar?
Var mı, bir hayırlı evlât niyeti?
Ona hizmet ile Hakk’a hizmeti
Düşünmek mileti, hem memleketi
Temelsiz barajla nereye kadar?
Bir tânesi millet-memleket için
Birisi, perişan şu ümmet için
Sonsuzluğa varan saadet için
İlaçla, masajla nereye kadar?
Okuduğu bir şey varsa da roman
Pembe dizi, mâvi gezi, vay aman!
Uyduruk konular, sahte kahraman
Maskeyle, dublajla nereye kadar?
Yaşar fikr’etmeden hiç eni-konu
Nereye varacak bu işin sonu?
Var mı bağlandığı bir sevap fonu?
Sanal puantajla nereye kadar?
Ne olur yaşına göre davransa
Evinde vakarla durup, aransa
Hürmetle anılsa, şevkle uğransa
Anlık avantajla nereye kadar?
Bunun örtülüsü, açığı yoktur
Akıllar havada, kaçığı çoktur
Va’za, nasihata karınlar toktur
Azıksız bagajla nereye kadar
Gûyâ hiçbir şeyi takmaz kafaya
Değer miymiş dünyâ derde, cefâya?
Gelmişler yalnızca zevk ü sefâya
Lâkin boş degajla nereye kadar?
Bu yapılanlar hep, bir savruluştur
Bile bile ateş, bir kavruluştur
Çâresi düşünmek ve doğruluştur
Çulla, kamuflajla nereye kadar?
Gün gelip bir yere toslamazlar mı?
Gövdeyi toprağa yaslamazlar mı?
Beyaz kefenlerle süslemezler mi?
Renk renk mizanpajla nereye kadar?
Elbet müstesnâlar müstesnâ dâim
Gündüzü oruçlu, gecesi kâim
Bilirler, yürürler; sırat müstakîm
Hep sapan virajla nereye kadar?
Yaptığımız itfâiye bir nevî
Kardeşin kardeşi îkaz görevi
Yalayıp yutmasın yangın her evi
Çelik nikelajla nereye kadar?
Bir kusûrum varsa, özür dilerim
Elbet şefaat hak ve Allâh kerim
Yine de , akıllı olalım derim
Magazin tirajla nereye kadar?
Nûrânî, örnek ol, uzatma lâfı
Bu noktaya geliş herkesin gafı
Söylerken bırakma elden insafı
Sırf, kuru mesajla nereye kadar?
1 Aralık 2014- Akit
ACEP-NÂME
Neyin var acabâ senin;
Açlar için aşın yoksa?
Yetimler, öksüzler için
Bir damlacık yaşın yoksa!
Âfete uğrayanlara
Yetişecek peşin yoksa
Evsiz-barksızlara mahsus
Kıyın-köşen, boşun yoksa!
Mazlumların dertleriyle
Zonklayan bir başın yoksa!
Hayâtın ne anlamı var?
Hak için telâşın yoksa!...
Varlığını bezeyecek
Edepten kumaşın yoksa
İyilikler binâsında,
Bir ufacık taşın yoksa!
Ahlâk, fazîlet yolunda
Zerrece uğraşın yoksa!
Hakkın hatırı diyerek
Verecek savaşın yoksa!
Millet-memleket aşkına
Bir hayâlin, düşün yoksa!
Hakîkât için yaşanmış
Mâcerân, cümbüşün yoksa!
Şerre, zulme karşı siper
Gerilmiş bir döşün yoksa!
Bâtıla sert, dik duruşun,
Hak’ta bükülüşün yoksa!
Dünyâdaki kardeşlere
Sıcacık gülüşün yoksa!
Görünce, renge bakmadan
Kâlpten süzülüşün yoksa!
Haftada bir, bir tek Cuma
Günlerde de beşin yoksa
Neye yarar onca renkler
Önünde güneşin yoksa!
Ebediyet yollarında
Yardımcın yok, eşin yoksa!
Örnek alıp da ardından
Gelecek bir peşin yoksa!…
İstikâmette mihmandar
Bir özge yoldaşın yoksa!
Selâmete taşıyacak
Samîmî sırdaşın yoksa!
Uğrunda can vereceğin
Bir dâvâ kardeşin yoksa!
Demek boşa çiğniyorsun
Toprakla güreşin yoksa!...
Nûrânî der; iyi, güzel
Sanma dünyâ sana özel
Hiç işe yaramaz gazel;
Küfürle dalaşın yoksa!
Mücâdele edeceksin
Hep Hak üzre gideceksin
Gayrısını n’edeceksin?
Defterde bağdaşın yoksa!
Peygâmber, Sahâbe örnek
Elbet yolda rehber gerek
Zorlanırsın tek giderek
Numûne çağdaşın yoksa!
Artık sözü bağlamalı!
Aşk yolunda çağlamalı,
En iyisi ağlamalı;
Böyle şeyle işin yoksa!
Yâ Rabb, koru sensizlikten;
Edepsizlik, densizlikten,
Hem dertsizlik, gamsızlıktan
Yakar hep ateşin; yoksa!
Mayıs-2014
KAVŞAK-NÂME
Cehâlet hâkim olunca
Kuşaklardan ne beklenir?
Beyler kendini salınca
Uşaklardan ne beklenir?
Zaman geçmiş hoplamakla
Her şey kopmuş, zıplamakla
Kalmayanı toplamakla!
Başaklardan ne beklenir?
Kavramlar hep karışınca
Yozlaşmada yarışınca
Irzla zinâ barışınca!
Döşeklerden ne beklenir?
Açık-saçık, her şey âyan
Yok hiç rahatsızlık duyan
Sabıya da yok acıyan!
Beşiklerden ne beklenir?
Mâsumların nedir suçu?
Hepsi kuzu; kuçu kuçu!
Cennete değilse ucu
Işıklardan ne beklenir?
Yetişir hep böyle böyle
Dünyâya râm, nefse köle
Gelmiş emre hazır hâle
Gevşeklerden ne beklenir?
Gelen gelir ihânetle
Ünsiyet yok emânetle
Kavgalıdır mârifetle
Eşiklerden ne beklenir?
Olur ellere bir maşa
Kullanılır paşa paşa!
Ciddiyet yok, hep karmaşa
Yavşaklardan ne beklenir?
Yol çok, yönü belli değil
Herkeste her yana meyil
Kişiler olmazsa ehil
Kavşaklardan ne beklenir?
Olmayınca bir icraat?
Ziyândır geçen her saat!
İster ellerini çatlat;
Şak-şaklardan ne beklenir?
“Amaan sende!” denilince
Her kayığa binilince
Ne gelirse yenilince
Kaşıklardan ne beklenir?
Hayâ, iffet; neyin nesi?
“Vefâ” dediğin neresi?
Yoktur nâmus meselesi
Âşıklardan ne beklenir?
Nûrânî de âşık gûyâ
Kendince görür bol rûyâ
Kurulan olursa hülyâ
Keşiklerden ne beklenir?
SOFRA-NÂME
Anneler-babalar para peşinde
Çocuklar evlerde gurbet yaşıyor
Bu nasıl âile, bu nasıl toplum?
Herkes muhabbete hasret yaşıyor!
Evin işlerini iş saymıyorlar
Yuvada pişeni aş saymıyorlar
Birlikte sofrayı düş saymıyorlar
Masalsız çocuklar cinnet yaşıyor!
Anne ele hizmet, baba yabana
Aldığını harcar süse, palana
Gerçekler tükenir, gider yalana
Akıllar-fikirler hayret yaşıyor!
Gerekli olana söz yoktur elbet
El oğullarına zor olur minnet
Hayat kolay değil, meşakkât, mihnet
Evsiz-ekmeksizler zillet yaşıyor!
Muhtaç olmayasın muhannetlere
Bulaşmayasın hiç mel’anetlere
Dûçâr olmayasın rezâletlere
Düşenler mutlak, nedâmet yaşıyor!...
Çalışmalı evi ihmâl etmeden
Ölçüsüz bir hayat hayâl etmeden
Yanlışa, hatâya doğru gitmeden
Haddi geçenler felâket yaşıyor!...
Yolunca yürüyen, boyunca giden
İşlerini bilen, iktisat eden
İsrafsız haramsız bir hayat güden
Bir maaşla bin kerâmet yaşıyor…
Haydan gelenler hep gidermiş huya
Haramlar benziyor çok tuzlu suya
İçtikçe susatır yakar kuşkuya
Yürekler daralıp, hiddet yaşıyor…
Kazancın tertemiz, helâlden olsun
Lokmandan yiyenler bereket bulsun
Çoluğun-çocuğun yüzleri gülsün
Haramzâdeler hep şiddet yaşıyor…
Rızıkta çalışmak esastır elbet
Dünyâda her şeyler Hak’tan emânet
Hayât dediğimiz mânevî nöbet
Hâlis niyetliler cennet yaşıyor…
Nûrânî hep, hayrı eder tavsiye
Hakk'ın nîmetleri sonsuz hediye
Nûru varken, nâra gitmek ne diye?
Rabbini bilenler rahmet yaşıyor...
ÎKAZ-NÂME
Derinden bağlanmayınca
Îman olur mu olur mu?
Gönül Hakk’ı sevmeyince
İz’ân olur mu, olur mu?
Nefsine uyan, esirdir
Rızâlı işler ecirdir
Namaz kesin bir emirdir;
Bâzan olur mu, olur mu?
Görülüyor her işlenen
Açıkta, ya da gizlenen
Yanılıyor, şüphe eden
“Yazan olur mu, olur mu?”
Cennet var ikrâr verene
Canın Hak yola serene
Ebedî aşka erene
Hazân olur mu, olur mu?
Eğer yanınıza gelsem
Hakkı bilip, hak söylesem
Gayrı dönün Hakk’a desem
Kızan olur mu, olur mu?
Böyle dilemiş Hak desem
Zinâ, kumar yasak desem
Sonra, alkol almak desem
Sızan olur mu, olur mu?
Olur, hem de pek çok Nûri
Çoğu taklîdin esîri
Cehâlet sarsmış her yeri
Mîzan olur mu, olur mu?
TIĞ-NÂME
Gençsin, hem güzelsin; sağlık yerinde
Yürüyüş endamlı, seyir tığ gibi!
Giyimler-kuşamlar, kılık yerinde
İlgi-alâka çok; dostlar çığ gibi!
Akşamlar-sabahlar turda, kayıpta
Ya günâh-gildesin, ya da ayıpta
Kendini bilmezsen Hakkı sayıp ta
Bâtıl teslim alır, sarar ağ gibi!
Gülüşler, haykırışlar; her gün karnaval!
Hesaplar-kitaplar, sanki martaval!
Piyasada kurttur, pazarda çakal;
Lâkin dolaşırlar ağa, beğ gibi!
Tomarlarla içer çayı-çorbayı
Kendine yedirmez fiyat sormayı
Kör nefsi uğruna açar torbayı;
Ateşi tepeden tüter buğ gibi!
Nasıl buluyorlar bunca parayı?
Çoğunluk seçerken akla-karayı
Hattâ saramazken âcil yarayı;
Çarkında hak-hukuk, insaf yoğ gibi!
“Hep varıp gidilir pastânelere
Arada uğransa hastânelere
Yoğun bakımdaki mestânelere”
Diyenlere, bakıyorlar koğ gibi!
Bir ibret deryâsı yatar kabirler
Ne tavırlar değişir, ne de tâbirler
Ne sağîr umurda, ne de kebîrler
Günahlar birikmiş sıra dağ gibi!
Her şeyimiz var da şuur âvâre
Adımlar özgür, varır her yere
Bu yol bana uymaz, demez bir kere
Fazîlet duygusu neden sığ gibi?
Kahkaha ayyukta, cennet garanti!
İşrette aratmaz Hans’ı Hırant’ı
Şeytanlıkta hızlı, bilmez rolânti
Bayrak açmış, taşımakta tuğ gibi!
Lâkin günü gelir toslar bir yere
Uzaylara bile gitse kaç kere
İsterse, taptığı dünyâyı vere
Altından kayıp da gider yağ gibi!
Nûrânî, bilmem ki niye böylesin?
Şu dilin biraz da tatlı söylesin!
Bırak da burada gönül eğlesin;
Ötede nasîbi zâten yoğ gibi!
Hiç olur mu aziz dostum öyle şey?
Gerçeği yalnızca Allâh bilir, hey!
Dikkâtli olmalı hem hanım, hem bey!
Bu çağ, akıl-fikir, ermez çağ gibi!
Uyan olsa, olmasa da, sen uyar;
Nasîbi olanlar gün olur duyar…
Lâkin, önce nefse gerekir ayar;
Öğütler tad vermez, kalır çiğ gibi!
Mârufu emr’eyle, nehy’et münkeri
Zakkum da bilinsin, yerken şekeri
Yürük istersen, sıratta tekeri
Dilsiz şeytanlıktan, îkaz yeğ gibi!
Şâir, yetsin gayri bu kadar çene
Lâf salatasıyla bıktırma gene
Öncelikle örnek olmayı dene
Asılsız söz, ayaklara bağ gibi!...
İKLİM-NÂME
İklimlerden iklimlere yürümüş
Alnı ak, başı dik kullar nerede?
Coğrafyamı baştanbaşa bürümüş
Çiçekler nerede, güller nerede ?
Herkese kol kanat germiş çınarlar
Yolcuları susuz koymaz pınarlar
Mâverâ kuşları gelir konarlar
Ağaçlar kurumuş, dallar nerede?
Hakîkâte hizmet tüm gâyeleri
İnançtı, azimdi sermâyeleri
Dünyâdan bekledik yok pâyeleri
Ehl-i hâller, ehl-i diller nerede?
Dereler, ırmaklar şevkle akarmış
Atlaslar, Toroslar türkü yakarmış
Balkanlar, Kafkaslar halay çekermiş
Tuna’lar nerede, Nil’ler nerede?
Denizler elele oynaşmadaymış
Kıtalar kolkola kaynaşmadaymış
Hayırlar gayrette, şer şaşmadaymış
Adımlar nerede, kollar nerede?
Hüzünler, sevinçler bir yaşanırmış
Özleşen gönüller, aşk kuşanırmış
Kâlplerden kâlplere yol döşenirmiş
Sazlarımız kırık, teller nerede?
Dağ donar, çöllerin olmaz haberi
Çöl yanar, dağların nerde seferi?
Kavuruyor bu hasretlik her yeri
Kervanlar basılmış, yollar nerede?
Mecnûn’um Leylâ’yı arar giderim
Târihe coğrafya sorar giderim
Hayâlle gerçeği karar giderim
Savrulmuştur göğe, küller nerede?
Yakınım, ırağım aynı kederde
Her birisi düşmüş ayrı bir derde
Kalmamış o eski günler ezberde
Gönüller diyârı iller nerede?
Ne edep var; ne terbiye, ne hayâ
İlimde, fende de kalmışız yaya
Düşmana pamuğuz, dostlara kaya
Kovanlar dağılmış, ballar nerede?
Ecdâda hakâret olmaz mı moda?!
Çağdaşlık adına, uygarlık ya da!
Saraylar gitti de kaldı bir oda
Ufuklar ötesi tüller nerede?
Yol bozuldu, ayrı düştük biz bize
Bakmaz olduk, gelsek bile göz göze
Sebebi ne, nasıl çıktı bu nizâ?
Üç kıta arası göller nerede?
Beş-on yıl içinde bin yıllık devlet
Nasıl uçup gitti; hayret ki hayret?!
Hem, dıştan daha çok, içerden gayret
Yüz nerde, renk nerde; allar nerede?
Nûrânîyim, feryâdımı salarım
Düşündükçe hayâllere dalarım
Ne yapsam, neylesem; bitmez efkârım
Küheylânlar gitmiş, nallar nerede?
09.02.1995
ACEP-NÂME
Neyin var acabâ senin;
Açlar için aşın yoksa?
Yetimler, öksüzler için
Bir damlacık yaşın yoksa!
Âfete uğrayanlara
Yetişecek peşin yoksa
Evsiz-barksızlara mahsus
Kıyın-köşen, boşun yoksa!
Mazlumların dertleriyle
Zonklayan bir başın yoksa!
Hayâtın ne anlamı var?
Hak için telâşın yoksa!...
Varlığını bezeyecek
Edepten kumaşın yoksa
İyilikler binâsında,
Bir ufacık taşın yoksa!
Ahlâk, fazîlet yolunda
Zerrece uğraşın yoksa!
Hakkın hatırı diyerek
Verecek savaşın yoksa!
Millet-memleket aşkına
Bir hayâlin, düşün yoksa!
Hakîkât için yaşanmış
Mâcerân, cümbüşün yoksa!
Şerre, zulme karşı siper
Gerilmiş bir döşün yoksa!
Bâtıla sert, dik duruşun,
Hak’ta bükülüşün yoksa!
Dünyâdaki kardeşlere
Sıcacık gülüşün yoksa!
Görünce, renge bakmadan
Kâlpten süzülüşün yoksa!
Haftada bir, bir tek Cuma
Günlerde de beşin yoksa
Neye yarar onca renkler
Önünde güneşin yoksa!
Ebediyet yollarında
Yardımcın yok, eşin yoksa!
Örnek alıp da ardından
Gelecek bir peşin yoksa!…
İstikâmette mihmandar
Bir özge yoldaşın yoksa!
Selâmete taşıyacak
Samîmî sırdaşın yoksa!
Uğrunda can vereceğin
Bir dâvâ kardeşin yoksa!
Demek boşa çiğniyorsun
Toprakla güreşin yoksa!...
Nûrânî der; iyi, güzel
Sanma dünyâ sana özel
Hiç işe yaramaz gazel;
Küfürle dalaşın yoksa!
Mücâdele edeceksin
Hep Hak üzre gideceksin
Gayrısını n’edeceksin?
Defterde bağdaşın yoksa!
Peygâmber, Sahâbe örnek
Elbet yolda rehber gerek
Zorlanırsın tek giderek
Numûne çağdaşın yoksa!
Artık sözü bağlamalı!
Aşk yolunda çağlamalı,
En iyisi ağlamalı;
Böyle şeyle işin yoksa!
Yâ Rabb, koru sensizlikten;
Edepsizlik, densizlikten,
Hem dertsizlik, gamsızlıktan
Yakar hep ateşin; yoksa!
UMUT-NÂME
Demesek noksanlık olacak gibi;
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Deyince yerini bulacak gibi;
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Günler öncesinden başlar hazırlık
Keseler açılır, olmaz pazarlık
Bu işin içinde yoksa muzırlık
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Ama her şeyin bir karakteri var
Millet târihinde özel yeri var
Nesiller üzeri eserleri var
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Neler yapılıyor hele bakınız
Çamlar deviriniz, mumlar yakınız!
Nereye uzağız, kime yakınız?
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Bir defâ; hem zaman, imkân israfı
Millî servettendir bütün masrafı
Küresel devlerin olmaz insafı
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Alışın-verişin nedir, nelerdir?
Tura gittiğin hangi ülkelerdir?
Bir düşün bu hava nerden eserdir?
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Kutlamalar başlar iyi niyetle!
Eğlenceler sökün eder hasretle!
Sürer gider, günâhlara 'evet'le!
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Sarhoşluk-berduşluk, bir çılgınlıktır!
Aziz millet, bunlara mı lâyıktır?
Manzara acâyip, kılık kılıktır!
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Dışardan empoze, özümüzde yok
Bunca yürümüşüz, izimizde yok
Sazımızda yoktur, sözümüzde yok
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Kutlaya kutlana gider ağırlık
Gerçeklere karşı artar sağırlık
Ne yapılır bu gecede, uğurluk?
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Geçip gidenlerin yoktur hesâbı
Haram-helâl demez yersin kebabı
Böyle söylemenin varsa sevâbı
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Nûrânî şâirdir, bir nevî ozan
Birazcık okuyan, biraz da yazan
Ne oyun oynayan, ne oyun bozan
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Mısrâlar arası var tavsiyesi
Noel rüzgârı mı; bu neyin nesi?
Virüs kapanların çürür bünyesi
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Ömür eskiyorken seni bulan ne?
Böyle dağıtıp da, derde salan ne?
Bunca şamatadan elde kalan ne?
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Öyle ya, nedir bu kutladığımız?
Ömrü ateşleyip atladığımız?
Hoplayıp-zıplayıp çatladığımız?
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Sahteleri bırak, cevherine dön
Sılana, evine, eserine dön
Örfe-âdetlere, değerine dön
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
AK adaylar alamadı murâdı
Yeni yıla kaldı reisin adı
İşler uzadıkça kaçıyor tadı
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Aday adayları bu yıl da mutlu!
Çünkü gelenden hepsi de(!) umutlu;
Meçhûl hangisine olacak kutlu!
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
Eskiye vedâ, yeniye merhabâ
İnşâllâh niceye ereriz daha
Aşkla, şevkle yalvaralım Allâh’a
Yeni yıllarımız mübârek olsun!
TÖRE-NÂME
Tâlihini yâver gitsin istersen
Her gördüğün göle dalmamalısın!
Nîmet sanıp kendin fasulye gibi
Sunulan her kaba dolmamalısın!
Deseler de dâim, “hadi, sensin sen!”
Verilen her gaza gelmemelisin!
Sonra toslayınca ummadık yere;
Kimseye kabahat bulmamalısın!
Sıkı tutmalısın işi elinde
Yuları boşluğa salmamalısın!
Adaletle karar verdikten sonra
Çileden, zorluktan yılmamalısın!
Değer vermelisin fikre, görüşe
Hep kendi telinden çalmamalısın!
Açık olmalısın gayrı seslere
Îkazdan rahatsız olmamalısın!
İstişâre nedir; şûrâ, meşveret?
Mezhep ne, kıyas ne; icmâ-i ümmet?
İstersen işinde tat-tuz, bereket
Kimseyi hafife almamalısın!
“Ne oldum delisi, sonradan görme!”
Olup da başına çoraplar örme
Gereksiz işleri debertip dörme
Çabucak sararıp solmamalısın!
Zannetme ki, asan-kesen kazanır
Bir fırtına olup esen kazanır
Hâlbuki sabreden, susan kazanır
Yanlışta çakılı kalmamalısın!
Güvenip de çula, zulmetme kula
Her ne kadar arkan olsa da bile
Kulun sâhibi var, unutma hele
En sonunda saç-baş yolmamalısın!
Haddini-hudûdunu bil, her yerde
Gönülle, intizarla bulaşma derde
Yoktur Yaratan’la arada perde
Mazlûmun âhını almamalısın!
İyi seçmelisin dostu, yârânı
Geleni-gideni; yana varanı
Sonra oynatırlar sana horanı
Her gülen yüzlere gülmemelisin!
Makamlar-mevkîler şölendir, sazdır
Vur patla, çal oyna; eğlence, cazdır
Lâkin, münker-nekir ne sorsa azdır!
Uyaran sözleri bölmemelisin!
Şâir, nedir bu, doğrucu Davutluk?
Câiz mi, diplomasız avukatlık?
Hep böyle gider de olursan şutluk
Sonucu gayrıdan bilmemelisin!
Haklısın, doğruyu söylemek gerek
Lâkin, yedirmezler bal ile börek
Dersen ki, müsâde etmiyor yürek;
Hayıfla kahırdan ölmemelisin!...
Râzı ol kadere, mukadderâta
Her insanda vardır, olacak hatâ
Belki yanıltırlar seni bu defâ;
Kendini karamsar kılmamalısın!
Hak tanı herkese, bil ki hikmet var
Bakışın çaprazdır, belki ufkun dar
Netîcede herkes bizim çocuklar
Sözle bile olsa çelmemelisin!...
Nûrânî’nin derdi insaf, liyâkat
Niyette içtenlik, özde sadâkât
Dâvâyı unutmak büyük hamâkât
Defterden hesâb’ı silmemelisin!
Cürümsüz sözlerden kimse ürkmesin
Saçıp-savuruyor, bir meczup desin
Hadi, yolu açık olsun herkesin
Lâkin, töreleri delmemelisin!...
AHMED DAVUDOĞLU HAYIRLI OLSUN...
-
Müjdeler ülkeme, arza, dünyâya;
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Bahtların cemresi düşmüş Konya’ya
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Yeni Türkiye’ye yeni Başbakan;
Tüm cihâna örnek, ülkeye bakan
Onu teklif etti, yerine BAŞKAN;
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Kongrede seçildi, şeksiz, firesiz
Tam isâbet; yeri sağlam, sırasız
Durmak yoktur, Yola Devam; arasız
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Büyük Usta, Baş komutan ilerde
Birlik-berâberlik rûhu her yerde
Devâ olacaklar inşâllâh derde
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Bir ilim adamı; üstün akılca
Hitabeti güzel, kitabı bolca
Erbakan’dan sonra 2. Hoca
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Siyâsette uzman, hem de her dalda
Gidecek halkının açtığı yolda
Gözü yok mansıpta, parada-pulda
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Sempatik, bilgili, hem de vakarlı
Düşmanıdır her ne varsa zararlı
Çıtayı hep yükseltmeye kararlı
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Yorulmak nedir? Hiç, bilmez diyorlar;
Üstüne çalışkan, olmaz diyorlar!
Hedefi geriye kalmaz diyorlar,
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Adamış kendini yurda hizmete
Her hâliyle lâyık hubba hürmete
Nezih insan, ihtimâl yok töhmete
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Hayâtıyla, çizgisiyle, hep bizden
Gidiyor milletin gittiği izden
Tüm coğrafya sevmektedir bu yüzden
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Balkanlardan Kafkaslar’a, Yemen’e
Yeni cemre düştü çayır-çemene
Ümitliyiz, mahal yoktur gümâna
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Yeni sîmâ, yepyeni bir heyecan
Yüzü barış, yüzü sevgi, yüzü can,
Yeni dünyâ, yeni ülke, yeni kan
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun…
Yekvücut gerektir onun şahsında
Birlik kaçınılmaz dirlik bahsinde
Siyâsete es geç gönül faslında
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun
Nûrânî sizlere arz eyler merâm
Böyle bir insanı sevmemek haram
Özetin özeti; KÜÇÜK DEV ADAM
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun!...
Hayâlde, ülküde bitmiyor kelâm;
Millet-memlekete, cihâna selâm!
Büyük Coğrafyaya, KÜÇÜK DEV ADAM;
Ahmed Davudoğlu hayırlı olsun!...
) |
NAĞME NAĞME NAMELER 1895 defa okundu,
|
|
ŞÂİRLERE
Garip Yetimoğlu telsiz söylesin
Şakir Arslanoğlu gülsüz söylesin
Yaratan bizlere rahmet eylesin
Zulme, haksızlığa susmamalıyız…
Taşlasın şeytanı Nuri Kahraman
Vermeyelim şu pis modaya aman
Rahmet et bizlere Hz. Rahman(cc)
Küfre, haksızlığa susmamalıyız…
İnsanlık muhtaçtır mânevî em’e
Tüm şâirler sarılmalı kaleme
Özkul, göğüs ger ki; çile, eleme
Cehle, haksızlığa susmamalıyız…
Yaşar ÖZKUL
(27.11.1983 Yeni Devir)
TAŞLASAK MI?
“Taşla” diyor bana ÖZKUL
Kalmıyor ki Yaşar Kardeş!
Atsak, istasyonlar bozuk
Almıyor ki Yaşar Kardeş!
Herkes belli bir yol tutmuş
Hayâ-edebi unutmuş
Nefisler rûhu uyutmuş
Salmıyor ki Yaşar Kardeş!
İşte kardeş, işte bacım
Dostum, ahbâbım, baş tâcım
Gelse bir, bitecek acım
Gelmiyor ki Yaşar Kardeş!
Taşlasak, hep kaçıyorlar
Taşlamasak içiyorlar
Döküyorlar, saçıyorlar
Dolmuyor ki Yaşar Kardeş!
Şeytan kadar, şeytanlık dert
Olabilse insanlar mert
Karar kılsalar gâyet sert
Kılmıyor ki Yaşar Kardeş!
Tamam, vermeyelim aman
Modadan hâlimiz yaman
Fakat, yanlışları duyan
Silmiyor ki Yaşar Kardeş!
Gerçi, bizden söylemesi
Önce tatbik eylemesi
Bozuk âlet düzgün sesi
Çalmıyor ki Yaşar Kardeş!
Hatâ bizde de var elbet
Önce sen nefsine emret
Sonra at-tut, sonra öğret
Olmuyor ki Yaşar Kardeş!
Buldu sâyenizde fırsat
Nûrî içten etti feryat
Hak yazmadan kimse necât
Bulmuyor ki Yaşar Kardeş!
(11.12.1983 Yeni Devir)
Âşık Nûrânî’ye
İş’e besmeleyle başla
Savaş boyalı göz-kaşla
Nefsine uyma, yavaşla
Nefis düşman, Nûrânî dost!
Zorbalar, zâlimler haklı
Temelde haç rûhu saklı
Ermiyor genç kızın aklı
Gören pişman, Nûrânî dost!
Bâtıla hizmeti boşla
Sarıl Hakk’a, canla-başla
Önce dostlarını haşla
Kim “Kahraman” Nûrânî dost!
Yıksalar nefis bendini
Bulur îmân, Nûrânî dost!
İçten içe yer kendini
Üryan pişman, Nûrânî dost!
Âşık NÛRÂNÎ’ye cevap
Şeytan taşlaması sevap
Şeytanlaşan görür serap
Bak, çöl pişman Nûrânî dost!
Yaşar Özkul, özlüyorum
Gelecektir, gözlüyorum
Adım adım izliyorum
Zaman pişman, Nûrânî dost!
Yaşar ÖZKUL
(1983 Yeni Devir)
SORGU-NÂME
Neden, niçin, nasıl diye
Özün sana soruyor mu?
Beynini kemire, yiye
Aklın kafa yoruyor mu?
Olan-biten; neden, nasıl?
Nedir gâye, nedir asıl?
Hangi makamda bu fasıl?
Gönlün hayâl kuruyor mu?
Akıl fikir nerden geldi?
Kendin seni nasıl bildi?
Olan şeyler nasıl oldu?
Aklın, fikre uğruyor mu?
Çocukluğun nerde, hani?
Okul önü, dükkân yanı?
Neyledin hamamı, hanı?
Köyün köşkün duruyor mu?
Sabah, nasıl akşam olur?
Gece, yolu nasıl bulur?
Meyve tadı nerden alır?
Kimse şeker veriyor mu?
Her şeyin tadı bir başka
Kâinât ayarlı aşka
İnsanoğlu sorsa keşke
Kâlbi yâre varıyor mu?
Çayır-çimenler, çeşmeler
Haylaşmalar, heyleşmeler
Ağlaşmalar, söyleşmeler
Muhabbetler sarıyor mu?
Altı, üstü hep dereydi
Sular dökülür yereydi
Sâhi, yerleri nereydi?
Değirmenler duruyor mu?
Hayatın çok kavgası var
Çileleri, sevdâsı var
Ölümün de sırası var
Düşüncen yer veriyor mu?
Tam, kâm alacağım derken
Ölüm yakalar, gülerken!
Belki sana göre erken
Sırra aklın eriyor mu?
Yürüdüğün hayat yolu
Yazı-kışı mihnet dolu
Hepsi gider; darı-bolu
Feryat işe yarıyor mu?
Ekonomi, politika
Yürüyorsun, bata-çıka
Gitmek var mı yaka-yıka?
Yazan kalem kuruyor mu?
Makam, mevkî hep emânet
Hem ticâret, hem siyâset
Gerisini sen kıyâs et
Cin fikirler eriyor mu?
Hava-cıva; hepsi yalan
“Var biraz da sen oyalan”
Nedir ne, geriye kalan?
Fasıl, aslı arıyor mu?
Nûrânî’nin dili durmaz
Ele der, kendini yormaz!
Amelsiz söz hayra varmaz!
Bilmem gözler görüyor mu?
ORDU HAYAT GAZETESİ
12.10.2008
ÇAYIR-NÂME
Adımlarına dikkât et
Kayarsın Allâh korusun!
Bâtılın sonu felâket;
Uyarsın Allâh korusun!
Güvenirsin eşe-dosta
Olursun zevklere hasta
Fark’etmeden, hayra posta
Koyarsın Allâh korusun!
Yanlışta ısrar ne demek?
Hem Hakk’a kulak vermemek!
Başına çorap örerek,
Giyersin Allâh korusun!
Şehvetlerin kemendine
Aldanmayasın fendine
Yazık edersin kendine
Kıyarsın Allâh korusun!
Düşmeyesin tuzaklara
Gitmeyesin uzaklara
Binmeyesin kızaklara
Kayarsın Allâh korusun!
Yakışan hep istikâmet
Bütün sapmalar hıyânet
Kopmadan daha kıyâmet
Koparsın Allâh korusun!
Kadın ya da erkek olsun
Herkes iyisini bulsun
Şerri dursun, hayrı gelsin
Şaşarsın Allâh korusun!
Hep hayırlı isteyelim
İçtenlikle dileyelim
Âkibet hayır bulalım
Yanarsın Allâh korusun!
Gencim deme genç de ölür
Hazırlık olmadan bulur
Vakitli vakitsiz gelir
Kayarsın Allâh korusun!
“İnsanlık” çok ince iştir
Niyet kur, kâlbe yerleştir
Ahlâk, fazîlet güneştir
Cayarsın Allâh korusun!
Karartma kâlbi siyâhla
Dalga geçme ahla, vahla
Hayat tablonu günâhla
Boyarsın Allâh korusun!
Bilim-teknik, bilgisayar
Her şeylere verir ayar
Çağdaşlık diyerek, soyar
Buyarsın Allâh korusun!
Kâlp kararır nokta nokta
Oldukça şerde atakta
Şuursuz gidişi Hak’ta
Sayarsın Allâh korusun!
Durumunu gözden geçir
Her işine îman içir
Yönünü ateşten kaçır
Yanarsın Allâh korusun!
Nûrânî sese kulak ver
Güzel yürü, çiçekler der
Derlerki; yer, herkesi yer
N’eylersin Allâh korusun?
Rabbimden hep hayırlısı
Ukbânın da çayırlısı
Cennet-cemâl seyirlisi
Lûtf’etsin; Allâh korusun!
GÜZEL-NÂME
Ey güzel, sokaktan geçip giderken
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Hey gencim; günâhı seçip giderken!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Kadında güzellik, erkekde şıklık
Onun da belâsı yakışıklılık!
Kitaba, sünnete uyar mı kılık?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Örtülesileri açıp nereye?
Aslından, özünden kaçıp nereye?
Neyin var neyin yok saçıp nereye?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nedir şu edâlar, tavırlar öyle?
Gezilir pervâsız sokakta böyle!
Uyar mı bu bize, Hak için söyle?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ey insan, kendini sen mi yarattın?
Kara kaşla, elâ gözle donattın?
Kul iken kullara havalar attın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne kadar şirinsin, ne kadar hoşsun!
Lâyıktır dünyâlar peşinde koşsun!
Akıl yoksa, içmeden de sarhoşsun!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Arzular peşinde hep koşa koşa
Hayâtı tükettin, geldin bu yaşa
Şimdi günâhlarla kaldın başbaşa
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Hâlâ bildiğinden şaşmaz gidersin
Pişmanlık yoluna düşmez gidersin
Bir kez Allâh deyip coşmaz gidersin
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Namazdan-niyâzdan uzaklardasın
Yalanda, yanlışta, tuzaklardasın
Yazıkta, yazlıkta, kızaklardasın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Ne umarsın bu gidişin sonundan?
Haberin yok eteğinden kolundan
Puan gelmez çalıştığın konundan
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Gelir bir de hep bilgiçlik taslarsın
Yanlışları yaldızlayıp süslersin
Fazla sürmez, bir yerlere toslarsın
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Şâir, süslü sözden gelir mi fayda?
N’olur meşhur olsan, dünyâda, ayda?
İstikâmet nasıl, yol hangi rayda?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Sözün özü, artık gelelim yola
Zamanın çarkında yoktur hiç mola
Yarına diyorsun; kim ölüp kala?
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Sevgili okurlar, vakit elvedâ;
Edâya duralım, gelmeden vedâ
Bırakmak adına belki hoş sedâ!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
Nûrânî bak, sözü yine uzattın;
Tam tadında, pişmiş aşa su kattın,
Gelin kıza kaynanayı arattın!
Bilmem yaptığının farkında mısın?
18 Ekim 2014 Ordu Vizyon
ZAMAN-NÂME
Bayram, seyran, yılbaşıyla
Geçip gidiyor seneler…
Köprübaşı, yolbaşıyla
Geçip gidiyor seneler…
Ahbâbıyla, yoldaşıyla
Ocak başı, kül başıyla
Hem yazıyla, hem kışıyla
Geçip gidiyor seneler…
Fındık-fıstık, yatak-yastık
Kırdık-döktük, astık-kestik
Bâzen tam üstüne bastık
Geçip gidiyor seneler…
Bahçe-çiçek, tarla-bayır
Yayla-Cenik, çimen-çayır
Derler; her işte var hayır
Geçip gidiyor seneler…
Alış-veriş, veriş-alış
Kazanırsın, sen de çalış
Sanma ki sonsuzdur kalış
Geçip gidiyor seneler…
Çelik-çocuk, arkadaş dost
Hep berâber olarak mest
Çağdaşça takılmaktır kast
Geçip gidiyor seneler…
Gelenleri kutluyoruz
Gidenleri şutluyoruz!
Nefsimizi putluyoruz
Geçip gidiyor seneler…
Hep kutlama telâşıyla
Lâkin bâzen gözyaşıyla
Ölenlerin naaşıyla
Geçip gidiyor seneler…
Kutladık yıl kutlu oldu!
Karteller hep mutlu oldu!
Cepleri parayla doldu!
Geçip gidiyor seneler…
Gelen seneyi unutma
Sakın yanlış bir yol tutma!
Çağdaşlığı çöpe atma!
Geçip gidiyor seneler…
İnsan dediğin içmeli!
İçip kendinden geçmeli!
Hem iç, hem dışı açmalı!
Geçip gidiyor seneler…
Korkma bu yolda ölmekten
Ayrılma sakın gülmekten
Geceleri çal felekten!
Geçip gidiyor seneler…
İbret mibret hak getire
Herkes kendini götüre!
Vakti bitire bitire!
Geçip gidiyor seneler…
Kuzguncuklu Fazîlet’le
Günâha giden biletle
Tâzelenen hükûmetle
Geçip gidiyor seneler…
Dereyolu, OR-Gİ, Baraj
İl’e oksijenli imaj
Kontür, pixel, çağrı, mesaj
Geçip gidiyor seneler…
Abuk-sabuk konserlerle
Türlü türlü kanserlerle
Askerlerle, komserlerle
Geçip gidiyor seneler…
Dizi, filim, türkü, şarkı
Hep eller döndürür çarkı
Düşünmeden hesap, korku
Geçip gidiyor seneler…
Sabah sekiz akşam beşle
Akıl-fikir hep düşeşle
İşi olmaz Kanal 5’le
Geçip gidiyor seneler…
Show, ATV, CNN Türk
Pardesü, manto, ithal kürk
Gâhî ayık, gâh küskütük!
Geçip gidiyor seneler…
Üniversite ve Rektör
Konsere git, Özlem’i gör
Kulüpçülüğe kalma kör
Geçip gidiyor seneler…
Rak ne imiş görmelisin!
Kolu kola örmelisin!
Aralara girmelisin!
Geçip gidiyor seneler…
Ye, iç; hem bardağı taşır!
Sofrada ne varsa aşır!
Çağdaş ol, işleri pişir!
Geçip gidiyor seneler…
Kutluyorsun, var mı daha?
Çıkar mısın, her sabâha?
Her şey dönerek Allâh’a
Geçip gidiyor seneler…
Nûrânî, hep atıp tutma
Pişmiş aşlara su katma
Hem sonra, kendin unutma
Geçip gidiyor seneler…
ORDU HAYAT GAZETESİ
03.01.2008
DİYÂR-NÂME
“Seviyorum, bekle!” dedi, bekledim; Gelmedi, gelmedi; yâra gücendim! Sevindim; yaprakla, çiçekle geldi Bırakıp gitti, bahâra gücendim!...
Pamuktu, bembeyazdı; buyur ettim Yüzde çizgi çizgi kara gücendim! Zaman, su misâli akıp geçerken “Aldırma!” diyen, efkâra gücendim!
Câmide dizildi, düzgün oldu da Çarşıda kayıp, saflara gücendim! Kendi hânem tâmire muhtaçken âh Boşa yoruldum; ağyâra gücendim!
Aklımdan geçmezken rûhî kayıplar Maddede zerre zarâra gücendim! Aç, bîilâç, yoksulken, nice insan Gamsız-kasvetsiz, iftâra gücendim!
Torunun elinde câhilî yayın Elde torun, ihtiyâra gücendim! Büyüttüm, yürüttüm, hem yetiştirdim Bizi küs yapan civâra gücendim!
Bir baştan bir başa rahatsız ülke Yanlışlardaki ısrâra gücendim! Yardımsız garipler sızlayan yara Kasada gizli tomara gücendim!
Dedim, bir çâresi var bunun elbet “Konuşma!” diyen, ihtara gücendim! Yenilensin derken bozuldu her şey Böylesi ruhsuz îmâra gücendim!
Cehâlet ve gaflet şerde yürüttü Uyarmadılar, dostlara gücendim! Yâre varmak için yola çıkmadım Düzde oturdum; dağlara gücendim!
Sözler de, işler de karmakarışık Karar kılmıyor; karâra gücendim! Çürüğe, bozuğa, yaldıza rağbet Sahteye mahkûm; pazara gücendim!
“İşin-gücün böyle kusur söylemek! Sus artık dostum, envâra gücendim! Yaşıyoruz işte, bozma tadını!” Söz iğne iğne; azara gücendim!
Nûrânîyim; tamam, kestim sözümü Tenkit yok artık; ızhâra gücendim! Ne ben, ne başkası kayda değerler; Hakîkât mahzûn; diyâra gücendim!..
|
|