Nuri KAHRAMAN - Anasayfa
  - Arşiv
     - MIZRAP 2009, (MIZRAP 2009)
KAYNANADAN DERSLER
1082 defa okundu,

KAYNANADAN DERSLER

-Rabbim, kırk yılda bir bizi zengin yaptı; yüzümüzü güldürdü. Siz ne yaptınız ha?

-Ne yaptık kaynanacığım?

-Aç gözlülük yaptınız!

-Kim, biz mi?

-Siz, ya, evet siz oğlum!

-Para, gözünüzü döndürdü! Öyle değil mi?

-He, söyleyin bakalım, fakire-fukarâya bir şey uzattınız mı, haa?

-Vermediniz! İşte onun için Allâh nasıl verdiyse öyle aldı!

-Haydan gelmiş, huya gitmiş!

-Rabbimin sopası yok, başına birden vursun! Yavaş yavaş, işte böyle alır!

-Ama, Hasan’a dikiş makinesi hediye ettik!

-Onu da ben zorladım! Ağlamasaydım, sızlamasaydım verecek miydiniz? Hayır!

-Haklısın ana; kimseye yardım etmedik!

-“Sonradan görmüşlük” ettik!

-Para bizi bozdu!

-Keşke şimdi bulsaydık paraları kocacığım, o vakit yardım ederdik!

-İstediklerine dağıtırdık. Çeşme yapardık; her şeyi yapardık!

-Şimdi aklınız başınıza geldi ha! Yardım edeceksiniz, onu yapacaksınız, bunu yapacaksınız! Eeeh, ölme eşeğim ölme! Leylek hikâyesi gibi bir şey!

NÂMIK ile NEVRESTE

Konumuzu yine ELVEDÂ RUMELİ dizisinden devşirdik. Ama, okuyunca siz de mânidar buldunuz sanırım. Daha doğrusu, bugüne de ışık tuttuğunu düşündüğümüz bir pasajı sizlerle paylaşmak istedik.

Dizide hepsi değişik, farklı, hoş karakterler var. Bunlardan birisi de Nâmık. Lâkâbı Ispanak! Namık'ın annesi Münevver Hanım. Nevreste, biraz deli dolu, aklı uçuk ve oldukça yâlelli bir kız. Hiç yüz vermese de Nâmık’ın peşini bırakmadı. Netîcede evlendiler. Münevver Hanım, oğlu Nâmık ve gelini Nevreste, genel karakterleri îtibârıyle kendi hâllerinde, mütevâzı, hoş geçimli, açık gönüllü, sevecen bir âile olarak kendi aralarında eğleşe-söyleşe yaşayıp gitmektedirler.

Ancak, Osmanlı’yı yıkıma hazırlayan o bildik siyâsî karışıklıklar bağlamında hırsızlık ve yağma olaylarının oldukça artması, Nâmık’ı kendince bir tedbire yöneltmiştir. Evde para, mücevher ve kıymetli eşyâ olarak ne varsa toplamış, ormana götürerek gizlice gömmüştür. Arayınca kolayca bulabilmesi için de kendince bir kroki çizmiştir. Bu arada, mücevherlerinin yerinde olmadığını fark eden Münevver Hanım durumu hükümete intikâl ettirmiş, kolluk kuvvetleri de ânında durum tesbiti yapmışlardır.

Bu arada Nâmık eve dönmüştür. Telâş üzerine durumu açıklamak zorunda kalmıştır. Anne Münevver Hanım oğlu ve geliniyle gece yollara düşüp paraları gömdükleri yerden almak isterler. Ancak krokiyi bulamadıkları için rasgele giderler. Tahmînî kazılar yaparlar. Hava soğuktur. Yorulmuşlardır. Canları burunlarına gelince, yukarıdaki diyalogda olduğu gibi söylenmeye başlarlar.

 Neyse bu arada, bir sonraki süreçte, kroki ve dolayısıyla gömüler bulunur. Münevver Hanım âilesi artık mutludur. Sıra, gereğini yapmaya gelmiştir.

HAYRA HAYIR!?

Dizi’nin bu haftaki bölümünde Nâmık ve Nevreste birlikte kaymakamlığın kapısına dayanırlar heyecanla. Kaymakam da çok önemli ve âcil bir meseleden dolayı çıkmak zorundadır. Nâmık ve Nevreste çok ısrar edince Kaymakam Dilâver Bey makâmına döner çâresiz:

-         Nedir şu çok önemli konunuz?! Nâmık oldukça edâlı bir şekilde;

-         Dilâver, al şunu! der ve bir kese altın fırlatır  masaya doğru! Kaymakam şaşırır.

-         Bu ne böyle?

-         Para! Çeşme yaptır. Alnına da adımızı yazdır büyük büyük!

-         Alın paranızı! Böyle hayır olmaz!

-         O ne demek, neden olmazmış?

-         Hayır dediğin gizli olur. Gösteriş için yapılmaz!

Bizimkiler afallayıp dönerler gerisin geriye. Derken, dizide bir sahne: bizimkiler gece vakti bir eve giriyorlar. Uyuyan âile ferdlerinin başındalar. Nâmık yastığın yanına bir altın bırakıyor. Nevreste;

-         Kocacığım, bir tâne daha bırak, bir tâne daha! diyor. Yardım yaptıkları için her hâlleriyle mutlular. O arada ev sâhipleri uyanıyor:

-         Nedir bu böyle? Hırsızlık ha!

-         Ne hırsızlığı? Yardım yapmaya geldik!

-         Ne yardımı, nasıl yardım bu saatte?

-         Gizli yardım!

ELVEDÂ BEREKET, MERHABÂ KRİZ

Evet, konular böyle yarı esprili bir şekilde devam edip gidiyor dizide. İçinde yaşadığımız toplumun, yâni bizlerin bu günkü durumuna bakarak sizlerle paylaşmak istedim yukarıdaki diyalogları. Onların lotaryadan kazandığı türden, bu gün de, şu veyâ bu şekilde kestirme yoldan köşeyi dönüp bir miktar imkâna kavuşanlar, ne oldum delisi havası estirdiler. Kazanırken incelemedikleri gibi harcarken de ilkeli davranmadılar. Çevreye ve şartlara bakmadan, haksız ve gereksiz beklentilerle devamlı standart yükseltmeye kalktılar. Kimileri hayâllerle yaşayıp ona göre hesap yaptı. Dolayısıyla gerçekler her zaman olduğu gibi hayâllere gâlip geldi. Sonuçta, hep hayâl kırıklığı, hep sıkıntı, hep stres. Yâni, hem madden hem de mânen kriz! Hattâ, malıyla, servetiyle, teknolojisiyle gurûra kapılan, Allâh’ı unutan dünyâlılar, kriz denen dört harflik kelimenin önünde diz çöktüler. Hâlâ da kimsenin olaya bir de bu pencereden bakmak gibi bir niyeti yok!

Bilmem, yukarıdaki diyaloglarda, bu anlamda bizlere örnek teşkil edip aynaya baktıracak, yapıp-ettiklerimizi gözden geçirterek ibrete vesîle teşkil edecek kısımlar var mı?

Ne mutlu duyduklarından, gördüklerinden, yaşadıklarından ve de izlediklerinden ibret alanlara… Ne mutlu, hakîkâtin izini sürüp, genel gidişin rağmına ELVEDÂ KRİZ, MERHABÂ BEREKET diyebilenlere ve bu eksende bir toplum oluşturabilmek için niyet kurup çaba gösterenlere ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

03.03.2009