“İlm-i siyâset”
Öncelikle, tam altı aylık bir aradan sonra yeniden bismillâh derken, Ramazan Bayramı sonrası 2. Cuma bayramımız olan bu gününüzü tebrik ediyor, tekrar buluşmanın hazzıyla hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyorum.
Sebeplerini kısmen bildiğiniz, daha sonra –gerekirse- detaylandırabileceğimiz mızrap’sız bu uzun süre içerisinde, yazmaktan daha çok, bolca yapma fırsatı bulduğum okumalardan seçtiğim bir anekdotla başlamak istiyorum söze.
Meşhur hikâyedir; hep anlatıla gelir. Âileden başlamak sûretiyle cemiyetten siyâsete tüm yönetici konumunda olup da idâre sanatını, bir başka deyişle yolu-yordamı bilmeyenlere biraz olsun bir şeyler hatırlatma, yanlışlarını ihsas ettirme adına zaman zaman gündeme getirilir.
Çok eski zamanlarda ilim sevdâlısı gençlerden biri, tahsil için gurbete çıkar. Nice meşakkâtli yolculuklar yapar. Anadan-babadan, yârdan uzakta, gurbet ellerde senelerce ilim tahsil eder. Gün gelir; artık olgunlaştığına, öğrendiklerinin kendisine yeteceğine inanır ve hocalarına;
“-Ben artık memleketime dönmek, birikimlerimi orada değerlendirerek hizmet etmek istiyorum” der. Hocaları da;
“İyi güzel de, ilm-î siyaset diye bir ilim daha var. Onu da öğren öyle git. Sen çok başarılı bir öğrencisin, ilerisi için senden ümitliyiz. Bu dersi de mutlakâ okumalısın. Gerçi, senin bileceğin iş ama, bizim tavsiyemiz bu dersi almadan gitmemendir!””
diye ısrar ederler. Fakat, kendisine çok güvenen talebe söz dinlemez. Vedâlaşarak, memleketine doğru yola çıkar. O zamanların uzun süren yolculuklarında Cuma vakti girdiği esnâda namazı kılmak üzere en yakın câmiye girer. Bakar ki bir hoca efendi kürsüde harâretli harâretli va’z ediyor. Asıyor, kesiyor. Rasgele konuşuyor. Anlattıkları gerçeklere ters, âfâkî şeyler. Bizimki medresede sağlam bir eğitim aldığı ve hakîkî İlim öğrendiği için imam efendinin yanlış şeyler konuştuğunu anlıyor. Biraz da heyecanlı; yerinde duramıyor. Taptâze birikimleri onu rahat bırakmıyor. Sonunda, saçmalıklara daha fazla dayanamıyor ve müdâhele etme ihtiyâcı duyuyor. Cemaate;
“-Bu adam yanlış şeyler konuşuyor, sizi yanıltıyor; anlattıkları hep hurâfe. Dinlemeyin onu” diyerek bir çıkış yapıyor.
Hoca efendi de cemaat de bu beklenmedik durum karşısında şaşırıyor. Bir anlık duraksamadan sonra imam efendi durumun nezâketini anlıyor. Bakıyor ki, boşluktan istifâde elde ettiği üç kuruşluk îtibârı da uçup gidecek. Yılların hocası. Saçıyla sakalıyla bir imajı ve oturmuş bir kişiliği var. Gâyet sâkin bir şekilde, hiç istifini bozmadan şöyle sesleniyor;
“Ey cemaat, çıkarın şu zındığı dışarıya. Kimdir, neyin nesidir? Ne yapmak istiyor? Niyeti ne? Gelmiş burada saçma-sapan konuşuyor. Aramıza nifak sokmaya, huzûrumuzu bozmaya çalışıyor!”
“bu nasıl iş?”
Cemaat, yıllarca tanıdığı hocasının dediğini yapmaz mı hiç?! Yeni yetme olarak gördükleri bu yabancıyı bir güzel hırpalayıp dışarı atarlar. Allâme, “bu nasıl iş?” diye kendi kendine söylenirken, birden hocalarının, vedâlaşmadan önce söylediklerini hatırlar ve memlekete gitmeden tekrar geri dönmeye karar verir.
Üstadları başından geçenleri dinleyince;
“-Evlât biz sana hatırlatmıştık. Sen, diğer ilimlerin hepsine bedel, onların hepsini tamamlayan “ilm-i siyâseti” öğrenmeden gittin. Ama, zararın neresinden dönülürse kârdır derler. Tekrar gelmekle en iyisini yapmışsın. Göreceksin, bu ilmi alınca sonuç çok faklı olacak!”
Talebe en sonunda bu ilimden de icazet alarak özellikle ve bir cumâ günü yine aynı camiye gelir. Artık kılık ve kıyâfetiyle de önceki gelişini hatırlatmayacak apayrı bir şahsiyet olarak oradadır.
Yine aynı imam ve yine aynı tarz, eski tas eski hamam kendince inciler döktürmeye devam ediyor. Din adına yalan-yanlış şeyler anlatıyor. Söylenenler, din ve îman konularının hassâsiyetini bilenlerin tahammül edilebilecekleri şeyler değil. Ancak bu defâ bizim ki daha temkinli ve usturupludur: Ayağa kalkar, gâyet olgun ve inandırıcı bir tarzda cemâate şöyle seslenir;
“-Ey cemaat karşınızda gördüğünüz bu imam efendi çok önemli biridir. Ben nice okullar okudum, memleketler gezdim; böylesini görmedim. O öyle biridir ki; böylesi zor bulunur. Demek istiyorum ki, bu hocanızın kıymetini iyi bilin. Ben inanıyorum ki sizin bu hocanın mübârek sakalından bir kıl koparan cennete gider!”
Bu lâf üzerine köylülerin tamamı sakalından bir kıl koparmak için hocaya hücûm ederler. Böylece imamın saçından sakalından en az birer tel koparmak sûretiyle zavallıyı âdetâ yolunmuş tavuğa döndürürler. Böylece cemaati yalan-yanlış bilgilerle yanıltan imamın cemaat nezdinde ki imajı sarsılarak, en azından taşın yerinden oynaması, her söylediği doğrudur algısının zedelenmesi sağlanmış olur.
Mübârek Ramazanın da motivasyonuyla yaptığımız okumalardan seçmeleri zaman zaman paylaşacağız inşâllâh… Okumak güzel, yazmak güzel. En güzeli de bildikleriyle amel etmek; diğer bir ifâdeyle özü sözüne uymak.
Son altı ayın bilhassa son bir ayında şehrimiz hızlı bir trafik yaşadı. Gelenler oldu, gidenler oldu. Hepsi de hayırlı olsun. Bu kıssamız da tepeden tırnağa hepimiz için ders verici olsun inşâllâh. Ki, üç günlük dünyâ için hırsların mahkûmu olarak birbirlerimizi kırmayalım. Kendi aramızda anlaşarak güzel güzel geçinip gitmenin ığrıbını öğrenelim. Netîcede hepimiz gidiciyiz.kalıcı olan yok. Bu anlamda, geride kâlp kırıkları bırakmamak çok önemli.
Mevlâ hepimizi kıssadan hisse alıp, bu vâdîde muvaffak olanlardan eylesin inşâllâh, ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
01.10.2009