“ULU” RADYO!
Geçtiğimiz Hazîran’ın 24’üydü. Öğle namazı için Ulu Câmi’e gittim. Îsâ Ağabey (Öner) her zaman olduğu gibi oralardaydı. O kendisini, öteden beri buraya adamış sanki. Çünkü, her ne zaman varsak, oralarda. Kâh etrafı süpürüyor, bâzen müezzinlik yapıyor, bir şeylerin kulağından tutuyor hep. Şimdi de gelen-gidenle ilgilenen, olup-bitenleri ve oradaki işleyişi tâkip eden, ortalığı derleyip-toparlayan, temizlik işlerini deruhte eden bir görevli konumunda gibi. Gerçek statüsünün ne olduğunu bilmiyorum. Sormadım da. Böyle ulu bir mâbedin yükselmesinde emeği ve zerre de olsa katkısı bulunan herkes takdir ve hürmete şâyândır mutlakâ. Yüce Rabbim, şehrimize mânevî bir hava katacak ve silûet kazandıracak böyle bir yapıyla şu veyâ bu şekilde ilgilenen herkesin sa’yini meşkûr eylesin inşâllâh… Âmin…
O gün, câmiin girişini süpürüyordu. Bir yandan da kendisini, uzaktan gelen ilâhî bir sese kaptırmış gibiydi. Yavaşça yanına yaklaştım:
- Es’selâmü aleyküm sevgili ağabey! Kolay gelsin. Nasılsın, ne âlemdesin? İşler nasıl gidiyor?
- İyi gidiyor kardeş Allâh’a şükür. Hoş geldin! Câmiin bir an evvel bitmesi için herkes elinden geleni ve üzerine düşeni yapıyor. Biraz ağır gidiyor gibi gözüküyor belki ama işin hacmi çok büyük. Ustalar farklı. Dalları farklı. Bulmak zor. Getirmek mesele. Malzemeler de öyle. Geldikleri yerler uzak ve çeşit çeşit. Hepsini derlemek-toparlamak, bir kompozisyon oluşturmak kolay değil.
- Allâh(cc) yardımcınız olsun ağabey. Ama inanıyorum ki, eser ortaya tam olarak çıktığında tüm yorgunluklar bir anda gidecek! Herkes sizlere duâlar edecek, müteşekkir kalacak! Gelecek nesiller, isimli isimsiz tüm kahramanları hayırla anacaklar, hepsi için duâcı olacaklar. Bundan daha güzel bir şey de olamaz bir fânî için! Öyle değil mi?
- Elbette. Buna inancımız tam. Biz hâlimizden memnunuz. Yaptığımız işi de cana minnet bilip severek yapıyoruz. Sâdece vâkıayı ortaya koymak için böyle konuşuyoruz. Yoksa, zahmetsiz rahmet olmaz, biliyoruz. Merâmımız şikâyet değil.
- Ağabey, bunca iş arasında radyo da dinliyorsun gördüğüm kadarıyla. Güzel şeyler de çalıyor mâşâllâh. Meşgâlelerin çokluğu sanatla ilgilenmene engel olamıyor!
- Sanatsız olmuyor ki! Her şey sanatla tadlanıyor. İşte câmi! Derdimiz en güzeli olması! Gelen insanların bedîî bir manzarayla yüzyüze gelerek gönlünü güzelliklere açabilmesi. Duygularının kanatlanması. Radyo dedin de, gün boyu dinliyorum da ne güzel şeyler anlatıyorlar yâhu programlarda! Keşke insanlar dinliyor olsalar! Bilhassa ulusal radyolardan bir-kaç tânesi var ki; çok ciddî ve kaliteli programlar yapıyorlar. İnsanın içi açılıyor. Mâneviyâtı artıyor. Ufku genişliyor. Rûhâniyeti derinleşiyor. Radyom olmasa kim anlatır onları bana buralarda?
- Çok haklısın. Bu konu gerçekten çok çok önemli. Şimdi belki ayrıntıya giremeyiz ama, şu kadarı söylenebilir ki, dinlediğimiz şeyler bizim hayat yolumuzun kodları gibidir. Abuk-sabuk şeyler dinlediğiniz zaman o melodiler hep zihninizde dolaşıyor. Abdest alırken, hattâ namaz kılarken bile içinizde, damarlarınızda o tınılar depreşiyor. Tıpkı cep telefonlarının çalıp câmiin havasını değiştirmesi gibi, içimizde bir tenya gibi gezip duran melodiler de namazdaki rûhâniyeti bozuyor. Hattâ – eğer düşünürseniz- hayâtın tüm ritimlerini etkiliyor.Tecrübeyle sâbittir ki, bâzı zamanların moda şarkıları vardır; nereye gitseniz onu duyarsınız. Mağazada, dolmuşta, sokakta; her yerde. Artık içiniz-dışınız o şarkı olur. Sonra, dinlemediğiniz zaman bile ağzınıza takılır, gayr-ı ihtiyârî mırıldandığınızı görürsünüz. O zaman, namazda, belki ağzınızı tutuyorsunuz ama gönlünüzü tutamıyorsunuz. Bir de kendi isteğinizle devamlı dinlediğinizi düşününüz! Sâniyeleriniz, dakîkalarınız, saatleriniz, günleriniz, aylarınız, yıllarınız derken, basit gibi görünen bir radyo dinleme tutkusu mârifetiyle bütün bir ömrünüzü, sizi Allâh’ı anmaktan alıkoyan şeylerle geçirmiş, gönül defterinizi zakkum motifleriyle donatmış olursunuz!
- Kardeş, bence radyo iyi bir arkadaş. Televizyonlar kadar önemli. Allâh hepsinden râzı olsun. Ben dinlerken diyorum ki, keşke evde kadınlarımız, kızlarımız, bacılarımız, işyerlerinde insanlarımız abuk-sabuk, ruh dünyâmızı ifsâd eden, insanoğlunu günâhların içine çeken dizi ve programları bıraksalar da bunları dinleseler diyorum.
- Aynen öyle! Düşününüz, iş yerindesiniz. Veyâ arabada seyâhat ediyorsunuz. Sizin o günkü yaşayışınızı programlayan, gönül dünyânızı dizayn eden şey duyup dinlediklerinizdir. Diğer bir ifâdeyle, dinlediğiniz şeylerle sâniyelerinizi ibâdete dönüştürmeniz mümkündür. Radyoların günlük program akışına bakılırsa ne demek istediğimiz gâyet açık anlaşılır. Tercih sizin, bizim, hepimizin. Dikkât etmediğimiz, hassas davranmadığımız zaman da, en azından en önemli hazînemiz olan zamânımızı ve de toplamda tüm ömrümüzü, büyük bir ihtimâlle boşu boşuna, her hangi bir mânevî kazanç elde edemeden geçirmiş oluruz! Sonuç; sıfır, elde var sıfır! Hayât bu kadar ucuz mu? Bu kadar değersiz mi?
- Evet, evet; çok doğru. Konuyu ne kadar derinleştirsek o kadar gider-durur. Her neyse, ben sizinle, çalıp duran şu ilâhilerden önce, kıssalardan hisseler meyânında anlatılan bir menkıbe vardı ki onu paylaşmak istiyordum. Bir anlatayım da dinle, ne çok ibretli olduğunu göreceksin! Hem senin de çok hoşuna gideceğinden emînim!
Îsâ ÖNER Ağabey’in, yazı yazamadığım o günlerin atmosferinde, anlamlı anlamlı yüzüme bakarak anlatmak istediği ve İbrâhim Edhem’den diye naklettiği ya da benim öyle anladığım, “çocuk ve testi” kelimeleriyle kodlayabileceğimiz menkıbeyi gelecek yazımızda vereceğiz inşâllâh…
Bu gün 8 Ekim Perşembe. ULU FM hayırlı günler diler. Bundan sonraki MIZRAP programında görüşmek üzere, tekrar buluşuncaya kadar, kalın sağlıcakla ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
07.10.2009