MELİSALAR NEREYE?
Geçen haftanın günlerinden birinde öğle namazı için câmiyi tercih ettim. Yakınımızda mescid var ama, câmi daha bir çekiyor insanı. Öyle ya; câmi cemaat demektir. Cemaatin çok olduğu yerde insan kendini namazdan beklenen sonuçlara daha yakın hissediyor. Çünkü “rahmet cemaat üzerinedir.” Çünkü orada daha çok kardeşinle, büyüklerinle, küçüklerinle görüşme, konuşma, selâmlaşma, musâfaha etme ve hasb-ihâl imkânı buluyorsun. Cemâate daha çok sevâbın kaynağında da bu özellik ve de güzellik var zâten.
Daha avludan içeriye adım atarken çocukların fazlalığı dikkâtimi çekti. Girişin iki yanında da küme küme çocuklar vardı. Namazı kıldık. Son cemaat yerinin öbür tarafındaki girişten çıkarken çocuk gruplarının öbekleştiği yerde bulunan musallâda, daha önce onların kalabaklığından dolayı gözüme çarpmayan, üzeri yaşmaklı bir tabut gördüm. İmam efendinin duâsından, dışarıda bir cenâze olduğunu anlamıştım zâten. Çünkü, namazın sonrasındaki duâya, cenâze namazında okunan özel duâdan, kız çocuklarına âit bölümleri de katmıştı:
“Allâhümmec’a’lhâ lenâ feratâ, Allâhümme’c’alhâ lenâ ecran ve zuhrâ. Allâhümmec’a’lhâ lenâ şâfiaten ve müşeffeâ…”
Bizim her şeyimiz duâ. Her şeyimiz ümit. Her şeyimiz rahmet. Karşılaştığımız hâdiselerin en ağırı olan ölüm ve bilhassâ evlât acısı bile hemen rahmete bürünüveriyor; giden için de, kalanlar için de! Şu duâdaki anlamın güzelliğine, kuşatıcılığına ve tesellî ediciliğine bakınız. Yeter ki siz “SİZ” olun. Bir kul olarak, yerinizi, konumunuzu iyi bilin ve dâimâ Allâh’ın huzurunda oluş bilinciyle duruşunuzu şekillendirin. O zaman, tâbiri câizse ölüm bile tatlıların tatlısı hâline geliverir! Mevlânâ’nın ifâdesiyle, bir düğün gecesi hüviyetine bürünür. Her neyse…
İnsanların kimileri, ayakkabılarını ararken, kimileri de giyerken bir yandan konuşuyorlar:
- Cenâze mi var; kimmiş?
- 9 yaşında bir kız çocuğu. Kimdir, nerelidir, bilmiyoruz.
Buradan anlıyoruz ki, bu cenâze, şehrimizin gündemine oturan, bir önceki günki o meşhur kurşunlu cinâyete âit değil. Daha sonra öğrendiğimize göre, benim dün kalktığını zannettiğim o cenâze bu gün Akyazı Câmii’ndeymiş.
- Çocuk kâlp yetmezliğinden ölmüş diyorlar.
- Vah, yazık! Daha çok da küçükmüş. Allâh rahmet eylesin!
- Biz kendimize acıyalım kardeş. Çocuk günâhsız olarak gitti. Şu pespâyeleşen toplumun çirkinliklerine, çirkeflerine bulaşmadı.
Cemaat bir yandan konuşurken, bir yandan da saf düzeni alıyor.
- Çok doğru! Şimdi namazdan sonra caddeye doğru gideceğiz. Manzaranın nasıl olduğunu hepimiz biliyoruz.
- Maalesef kardeş. Kendini toparlayan yok. Dağıtan dağıtana!
- Seller, âfetler, cinâyetler! İbret alan yok; aksine daha da kötüleşiyor!
- Allâh bu sabiyi o isyânlara, aldırmazlıklara, açık-saçıklıklara bulaştırmadan aldı.
- Hem âilesine bile faydası olacak bu günâhsız hâliyle!
Konuşmalar böyle sürüp giderken cemaat avluyu doldurdu. Konuşmak kolaydı. Bir de cenâze sâhiplerine sormak gerekirdi tabiî ki! Ancak yine de konuşulanlar yabana atılacak şeyler değildi. Olayın tâze etkisinden uzaklaşıldıkça cenâze sâhiplerinin de bu yaklaşımları benimseyeceğine inanıyorum. Çünkü en güzeli Allâh’a sığınmak. Çünkü o; “Nİ’MEL MEVLÂ VE Nİ’MEN’NASÎR= O NE GÜZEL DOST VE NE GÜZEL YARDIMCIDIR!”
Beni en çok şaşırtan şey, şu dışarılardaki manzarayı ve piyasadaki çirkinlikleri sergileyen insanlarla yukarda ki değerlendirmeleri yapan insanlar aynı toplumun insanları, hattâ çoğunun da konuşanların çocukları olmasıydı. Ama, bu devran da işte böyle sürüp gidiyordu ve nereye kadar gidecekti? Ekonomik krizin şişkinlikleri cinâyetlerle patlıyordu. Ahlâkî çözülme, duyarsızlık ve krizin de bir sonuçları olacak elbet. Yüce Mevlâ, çok büyük dünyevî ve uhrevî felâketlere uğramadan hepimize bir an evvel aklımızı başımıza devşirmeyi nasîp eylesin.
Çocuğun ismi önemli değildi. Öğrenmek de istemedim. Ama, bir tanış görünce de sormaktan kendimi alamadım. Ne de olsa isim konusu benim öteden beri hep ilgi alanımdadır. O arkadaş da, çocuğun yakınlarından olduğunu söylediği hâlde bir an hatırlayamadı. Tam ayrılırken MELİSA diye seslendi peşimden.
Daha çok batı çağrışımları olan ve yabancı ya da yabancılaşmış dizilerden alınmış intibaı veren bu isim bunca güzel duyguların üzerine yüreğimi burktu. Bunun çocuğa hiçbir zararı yoktu muhakkak. Ancak, bence her isim bir dilekçedir. Çocuğun ne olmasını istiyorsak ona göre isim koyarız, ya da koyulmalıdır. İsim bir sıfattır. Kıyâmet gününde herkes ismiyle çağrılacaktır. Böyle olunca verilecek isimlerin her şeyden önce İslâmî çağrışımları olmalıdır.
Belki çok büyütülecek bir konu değil ama, hepimiz Allâh’ın huzûruna çıkacağız. İslâm gibi bir dînimiz ve medeniyetimiz var. Bu koskoca manzûmenin içerisinden bir isim bulamadık da mı ithâl etmek durumunda kaldık diye bir soru akla gelemez mi?
Sözlüklere baktım. Bu isim Yunanca. Batı mitolojisinde bir hükümdar kızının adı. Ancak, esas îtibarıyle bir bitki adı. Biz onun da Cennet bahçelerinde dolaşan bir çiçek olacağına inanıyor ve sözümüzü, yukarda Arapçasını yazdığımız duânın Türkçe meâliyle bitiriyoruz:
“Allâhım! Bu çocuğu bizim için önden gönderilmiş bir ecir vesîlesi kıl. Allâhım! Onu bizim için sevap vesîlesi ve âhiret azığı eyle. Allâhım! Bu çocuğu bizim için hem şefaatçı, hem de şefaati kabul edilmiş kıl.”
Melisa’mızın âilesi ve yakınlarına, aynı zamanda önceki hafta uğurladığımız gençlerin âilelerine ve cümle yavrularını ve sevdiklerini kaybedenlere de sabr-ı cemîller niyâz ediyor, göz nurları gönül çiçekleriyle Cennet bahçelerinde kavuşmalarını diliyoruz ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
18.10.2009