BİR BABA ZİYÂRET…
Pazar gün babamla bir köy turu yaptık. Hava oldukça sisliydi. İşlerimizi kestirmeden hâlledip, devamını havanın müsâit olacağı bir zamana bırakarak çabucak döndük.
Bu arada ne zamandır gerçekleştirmeyi düşündüğümüz bir tâziye ziyâreti vardı. Onu yerine getirdik. Yakınlaştığımız noktada, tâtile rağmen gideceğimiz kişinin oralarda olduğunu görünce, kavşaktan 100 m. kadar geri dönerek arabamızı kumlar, çakıllar arasında bir yere park ettik.
Orası inşaat hâlinde. Daha doğrusu kendini yenileme, alanını ve işin boyutunu genişletme durumunda. İşçiler harıl harıl çalışıyor. O da, bir patron olarak işlerinin başında. Bir taraftan iş yürüyor, diğer taraftan inşaat.
Kendisi ortada bir meydan ateşi yakmış. Birkaç kütüksü ağaç birbirine yaslanmış, iştahlı bir şekilde yanıyor. Elini-ayağını ısıtmak isteyen kendini oraya atıyor. Her tarafı açık ve herkese açık.
- Selâmün aleyküm, hayırlı olsun, kolay gelsin. Bu arada kusura bakma, duyamadık, cenâzeye gelemedik. Başınız sağolsun. Allâh rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
- Sorma Sâlim Amca! Babam bir anda gitti. Beni bu kadar şoka uğratan, yıkan bir başka olay yaşamadım hayâtımda. Babam öyle faal biri değildi. Sessizdi, sâkindi. Bana maddî desteği falan da olamıyordu. Ama, şurdan doğru çıkıp gelmesi, daha doğrusu, varlığı yetiyordu. Ölünce anladım bunu. Tam da şurda karşılaşırdık her zaman. Babamın gitmesi müthiş bir boşluk oluşturdu. Başkalarını bilmem. Kimi babalar ve çocuklar arasında resmiyet olur. Biz öyle değildik. Baba-oğuldan çok, kardeşten de öteydik. Her şeyi konuşup paylaşabiliyorduk. Aramızda çok yaş da yoktu zâten. 17 yaşındayken evlenmiş. Ben onun bavulla askerden geldiğini hayâl-meyâl hatırlıyorum. İşte böyle. Kim ne derse desin; dünyâ boş. Ne olursan, kim olursan ol. Sonuç bu. Gerisi yalan. Allâh rahmet eylesin.
- Âmin. Evet, dediğin gibi, hayattayken anlaşılmıyor. Büyüklerin yeri öldükten sonra belli oluyor. Ama, gerçek bu. Allâh mekânlarını cennet etsin… Eeee, bu arada hayat devam ediyor. Burayı hep sen mi yaptırıyorsun, yoksa firma mı?
- Biz yaptırıyoruz sayılır. Şirketin katkısı çok az oluyor. Meselâ 100m2’lik yer için para veriyor. Biz yaptırıyoruz onun 3-5 misli. Yetmiyor çünkü. Üzerini biz tamamlıyoruz. Tüm kısımlar için böyle bu. Dükkân için, büro için, beton zemin için. Öyle yürütüp gidiyoruz işte.
- Bu arkadaşlar kim? Mâşallâh bayağı elemanın var gâlibâ!
- Kimi bekçi, kimi işçi. Kimisi de firma elemanları. Ne yapacaksın âbi…
Allâh sana bir çatı nasip etmişse insanları gölgelendireceksin. Yoksa tutunamazsın. Bu dünyâda da tutunamazsın, öbür dünyâda da! Biz vermeğe çalışıyoruz da ne oluyor? Allâh bize daha çok veriyor. Çok şükür…
- Çok güzel, çok doğru bir söz. Evet, aynen öyle!
- Âbi, bizim bir tanıdık var. Kendisi iş adamı. Babası da çok zengin. Yaşı 90’a yaklaşmış durumda. Adamın trilyonu var. Bankada. Geçende, bankada onunla ilgilenen bayan memurun tayini çıkmış, “artık benim işlerimle kim ilgilenecek?” diye resmen ağlıyormuş. Oğlu iş adamı. Diğer çocukları da dâhil hiç birine zırnık koklatmıyormuş. Kendisi de harcamıyormuş. Köyden, yürüme gelmeğe yelteniyormuş para gitmesin diye! Öyle biri!
- Doğrudur. Çünkü, bizim çevremizde de var ona benzer tanıdıklar. Geçmişte de örneklerini çok gördük.
- Evet Âbi. Neye yaradı şimdi bu zenginlik? Kime faydası var bunun? Kendilerine bile yok! Bir de ötede hesabı var. O zannediyor ki, ben paramı koruyorum, harcamıyorum, kimseye vermiyorum. Bilmiyor ki vermek ona nasip değil. Allâh verdirmiyor!
- Tabiî ki! Bir bilse, bir idrâk edebilse, “Allâhım, bana sadaka vermeyi nasip et!” diye yalvarırdı da, Allâh da duâsını kabul ederdi.
- Elbette! Şimdi n’olacak? Yarın ölecek. Mîrasın %40’ını devlet vergi olarak alacak. Gerisini de evlâtlar pay edebilecek mi, kim bilir? Yaşayacakları zorluklardan dolayı lânet bile okuyacaklar belki de! İşte böyle âbi. Allâh hepimizin sonunu hayr’eylesin.
- Âmin kardeş. Neyse, sana kolay gelsin. Babanın mekânı cennet olsun. Bu arada, iyi muhabbet ettik. Çaya da teşekkürler. Hadi Allâh’a ısmarladık.
- Güle güle gidin. Çok sağolun. Ayaklarınıza sağlık. Her zaman beklerim…
Bugünlük de böyle ve de bu kadar, sevgili okurlar…
Rabbimiz, üzerlerimizde ödenmez emekleri bulunan büyüklerimizden
ve onların evlâtları olan bizlerden râzı olsun…
Ve dahî, hepiniz ve de hepimiz Allâh’a emânet olalım ves’selâm…
ORDU HAYAT GAZETESİ
21.03.2011