Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608203
 Sitede Aktif: 7
 Ip: 172.71.1.177
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
EKİM AYI, EKİN BEREKETİ...
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

EKİM AYI, EKİN BEREKETİ...

            Ekim Ayı, EKİN ayı demiştik. Bu ay Ordu için gerçekten, bu anlamda çok müstesnâ ve bereketli bir ay oldu. Nasıl mı ve neler mi oldu? Arz edeyim:

ORDU’DA MÜSTESNÂ EKİM

            Ne zamandır hasret kaldığımız mânevî heyecanlarla dolu bir merâsimle şehrin kâlbi MERKEZ KAPALI SPOR SALONU’nda attı. Kutsal kitabımızı hıfzeden yavrularımız, yaptıkları iş ve taşıdıkları misyonla mütenâsip bir güzel törenle taltif edildiler. “OKU”mayı emreden kitabımız, her şeyden önce gelir. Tüm güzelliklerin kaynağı o zîrâ. Tüm kitaplar, kültürler, faaliyetler de, onu daha iyi anlamamıza yardımcı olduğu sürece ve miktarca anlam taşırlar. Bu anlamda, güzel organizasyonlarla bizlere bu mânevî atmosferi en güzeliyle yaşatan ilgili ve yetkililere teşekkür ediyor, benzer kalite ve içerikte yeni faaliyetler beklediğimizi belirtiyoruz.

            Efendimiz (SAV) “Hikmet müminin yitiğidir; nerede bulursa alır.” sözü bize tüm sözlerin, anlayış ve söylemlerin kapısını aralar. ORDU 1.ULUSLARARASI EDEBİYÂT FESTİVALİ bu anlamda kente damgasını vuran organizasyonlardan birisi oldu. Kendi adıma çok istifâde ettiğim bir etkinlikti. Bereketli hareketler ve yorumlara da vesîle oldu. Uluslararasından çok, yerel basındaki köşeler arasında söz trafiğini artırdı. Sonuçta herkes eteğindeki taşları döktü. Sanki böyle bir sürece ihtiyâç varmış da haberimiz yokmuş gibi bir durum söz konusu oldu aynı zamanda. Ve sanki, taşlar daha bir yerine oturuyor gibi!

            Ordu Belediyesi, 48. kongrelerini yapmak için gelen Avrupalı Gazetecileri şehrimizde ağırladı. 3 gün boyu Ordu’da kalan misâfirlere geleneksel konukseverliğimiz en güzeliyle gösterildi. Kültürel boyutu da olan böylesi aktiviteler bizleri her zaman sevindiren, geleceğimize olumlu olarak yansıyacak şeylerdir. Her iki etkinlikte de, bizler adına koşuşturanlara teşekkür ediyor, saygılar sunuyoruz.

EKİN MERKEZİ; KÜLTÜR SARAYI...

            Cumhûriyetimizin kuruluşunun 87. yılında, şehrimiz bir KÜLTÜR SARAYI’na kavuştu. Allâh’a hamd ediyoruz. Ordumuzun buradaki ve il dışında yaşayan tüm aristokrat, bürokrat, entellektüel, sanatçı gibi meşhur şahsiyetleri oradaydı. Cumhûriyetimizin 87. yılında Ordumuz, katılımcı profili ve heyecanıyla sanki ilk yılların esprisini yansıtıyordu. İçerdeki manzara buyken, günlerden cumâ ve hemen yanı başında, hattâ kültür kompleksine uysun diye dış boyası yenilenen bir câmi. Tıpkı, TBMM’nin açılışından önce Hacı Bayram Câmii’nde duâ edilip de, sonra meclisin açılması aklıma geldi. Bu gün de Cumâ, Ordu ölçeğinde önemli bir açılış, aylardan ekim ve günlerden 29 Ekim.

            Bizler namaz için ayrıldık. Bizden sonra duâ yapıldı mı bilmiyoruz. “Aman beyefendi, abartıyorsun, orada da duâ mı olur?” der gibisiniz. Buna da îtirâzım yok. Ancak biz, kuruluşu duâlarla, hatimlerle, cumâlarla olan Cumhûriyetimiz’de, cumhûr olarak karşıkarşıya bırakıldığımız, ya da getirildiğimiz durumun resmini ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Ve duâmı buradan dillendirerek diyorum ki; milletin paralarıyla yapılan bu devâsâ saray, Ordumuz, yurdumuz, geçmişimiz, geleceğimiz, ilmimiz-irfânımız, kültürümüz-edebiyâtımız ve çocuklarımız, kısaca milletimiz-memleketimiz için hayırlı ve güzel işlere vesîle olsun inşâllâh.

TRT ÇOCUK, TRT ANADOLU

            TRT dün akşam TRT’5 ANADOLU adıyla yeni bir kanalı devreye soktu. Bu da ülke için bir EKİM BEREKETİ. Hayırlı olsun. Beni asıl sevindiren TRT’nin, bu ay îtibârıyle ayrıca bir de TRT ÇOCUK DERGİSİ yayınlamaya başlamasıydı. Dergi dolu dolu. Tavsiye ederim. AncakFiyât 5 TL değil de daha düşük tutulabilseydi, hizmet esprisine daha uygun düşerdi. Yine de ilgilileri kutluyor, derginin, çocuklarımızın iyilik ve güzelliklerle buluşmasına vesîle olmasını diliyorum.

UMUT EKİNİMİZ

            Diğer eserlerleri yanında, son olarak, UMUTLAR TÜKENİNCE adlı romanıyla Ordu yerel kültürüne en anlamlı, güzel ve heyecan verici katkıyı yapan Mithat BAŞ arkadaşımız, verdiği uzun denilebilecek bir aradan sonra yazılarına başladı. Meğer köşesinin adı da EKİN imiş. EKİM, EKİN falan derken, şimdi dikkâtimi çekmiş. EKİN köşesinin, yerel ekinimize bereketli hizmetler vereceğine inanıyor, yazarımızın ürünlerini özlemle bekleyeceğimizi belirtiyor, başarılar diliyorum.

            Şehir, il, ülke ve toplum olarak, tüm aylarımızın, en az bu ekim ayı kadar bol ekinli ve bereketli geçmesini diliyor, cümleye sevgi, saygı ve hayırlı, üstün başarı dileklerimi sunuyorum ves’selâm… 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

29.10.2010


Mar`12
26
CUMHÛRİYET, FAZÎLET ve CHP AHLÂKI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

CUMHÛRİYET, FAZÎLET ve CHP AHLÂKI

Fazîlet’in, aynı zamanda bir kadın ismi olmasına dikkâtinizi çekerek sözlerime başlamak istiyorum. Bu, kayda değer ve çok çok güzel bir tevâfuktur. Aynı zamanda, her insan için gerekli ve esas olmakla berâber, kadının güzelliğine güzellik, özelliğine özellik, değerine değer, ağırlığına ağırlık katan şey iffet, nâmus ve fazîletidir.

Bu anlamda, kadının kendine has bir yer ve konumu var; tıpkı erkeğin de olduğu gibi. Ama sonuçta yine de esas, kadındır. Çünkü kadın, her şeyden önce anadır. Ayrıca, biricik hayat arkadaşı, sırdaş ve yoldaştır. Kısaca eştir, güneştir. Yuvayı aydınlatan, evin yüzünü güldüren odur. Atalarımız, “Yuvayı yapan dişi kuştur” demişler. Bu basit bir söz değil. kişisel ve toplumsal hayâtın her boyutuyla ilgili. Başta, eğitim olmak üzere…

Bunun yanında, yaşama sevincini artırıp, hayâtı renklendiren, onu bir mutluluk hâlesi hâline getiren odur. Zerâfet, nezâket, letâfet, güleryüz gibi özellikler, daha çok kadın damarının tezâhürleridir. Hassâsiyet, incelik onun işidir. Oya gibi, nakış gibi. Kahve gibi, çay gibi. Ondan dolayı da kadın hep iltifat ister, özen ister, incelik bekler, değer verildiğini görmek ister. Selâm ister, sabah ister, çiçek ister. Aksi takdirde kırılır, dökülür, yıpranır.

CUMHÛRİYETİN FAZÎLETİ

Ve, belki, biraz da bunun için ve bu anlamda Cumhûriyet fazîlettir. O da özen ister. Doğruluk-dürüstlük, karşılıklı sevgi-saygı; ve her tavır ve durumda hassâsiyet ister. Zorbalık, ceberutluk, zulüm, sopa, hakâret, argo, küfür gibi şeyler havasını söndürür. Şahsiyetini rencîde eder. Güllerini soldurur. Hayâllerini karartır. Ümitlerini söndürür.

Cumhûriyet fazîlettir. Yâni, cumhûrun, halk çoğunluğunun sağduyusunun hâkim olduğu cumhûriyet rejimi o toplum için, kendi rûhunu yansıtması bağlamında, en uygun rejim, diğer ifâdeyle, o anlamda fazîletten başka bir şey olamaz. Çünkü, bu cumhûriyet halkın sesine kulak verir, onun sağduyusuna saygı gösterir, tüm tasarruflarında onun dilek, arzu ve temennîlerini, hassâsiyetlerini nazar-ı îtibâra alır ve tüm uygulamalarını bu düzlem üzerinde gerçekleştirir. Kendi de mutlu olur, halkı da.

Geliniz görünüz ki, topraklarımızda, köylerimizde, kentlerimizde 100 yıla yakındır rutinleşen halka rağmenlikler, aykırılıklar, sopalar, zorlamalar, tehditler, baskılar, dayatmalar Cumhûriyet’in cumhûrunu ne gibi bir psikolojik duruma getirmiş, nasıl bir toplum manzarası hâsıl etmiş olabilir?! Bunu hep birlikte yaşayageldik. Îzâha gerek görmüyorum.

FAZÎLETİN BAŞÖRTÜSÜ

Başbakan, “Beyler, Referandum oldu. Artık demokrasi geldi. Haberiniz yok mu?” diye feryat edip birilerinin dikkâtini çekmeye çalışsa da, eski alışkanlıklar devam ediyor. Yukarılarda ötedenberi oluşmuş ve de ihdas ettiği çevresiyle berâber kemikleşmiş bir ahlâk var. CHP Ahlâkı. Kolay değişmiyor.

Ne alâka diyeceksiniz belki ama, CHP Ahlâkı deyince hiçbir zaman “Cumhûriyet Fazîlettir!” söyleminin kriterlerine uyan bir ahlâk anlaşılmıyor. Çünkü, fazîlette öz davranış söz konusudur. Bir şeyin fazîlet olması görüntüsüyle alâkalı değil niyet ve özüyle alâkalıdır. Özgür irâdeyle alâkalıdır.  Ama, bu güne kadar hep, “Kızı kendi hâline bırakırsan ya davulcuya gider ya zurnacıya!” zihniyetiyle hareket edilmiş, halk kendi hâline bırakılmamak adına dâimâ şu veyâ bu şekilde yönlendirmeler ve zorlamalar söz konusu olmuş, milletin özü, sözü, teâmül ve temâyülleri kaale alınmamıştır. Yine de alınmıyor.

Azıcık aklı ve biraz da insafı olanın, milletin temayülünü koklayıp hemen bu irâdeye göre tavır geliştirerek puan alması gerekmesine rağmen, işte bu günkü CHP’yi görüyorsunuz. Dünkünden farkı ne? Ülke değişiyor, dünyâ değişiyor, konsept değişiyor, genel başkanları değişiyor; ama “CHP Ahlâkı” denilen şey değişmiyor.

CHP’nin REFLEKSLERİ!

Koskoca Referandum yapılmış, halkın eğilimi belli olmuş. Hassâsiyetler netleşmiş. Siyâsetçi olan siyâsetçinin bunu görüp hazmederek pişkinliğe vurup, hiç olmazsa halkımız böyle istiyor diye bahâne etmek sûretiyle, belirli kesimleri iknâ yoluna giderek, kördüğüm olmuş meseleleri iktidardan önce çözmeye çalışması gerekmez mi?

Maalesef hâlâ ceberut dönemlerin refleksleriyle hareket ediliyor. Bu hem milletin, hem memleketin, hem de CHP’nin aleyhine. CHP özgürlük, demokrasi ve halkçılığının, kısaca 6 okunun Cumhûriyete, ülkeye ve halka revâ gördüğü fazîlet işte bu! Ne diyelim; Allâh hidâyet versin!...

Sevgili okurlar. Bu günlük te bu kadar. Hepimizin Cumâsı mübârek olsun. Cumhûriyetimiz de günbegün ve daha da bir fazîletlerle dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

28.10.2010


Mar`12
26
BU FOTOĞRAF, O GÜNLERDE YAYINLANMALI MIYDI?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BU FOTOĞRAF, O GÜNLERDE YAYINLANMALI MIYDI?

Bu fotoğrafın arkasında yazan târih 28 Ekim 1995. Bundan tam 15 yıl öncesi yâni. Bize gelişi, mektubun yayınlanışı derken bir yıldan fazla zaman geçiyor. Mektubu, yer yer sansürleyerek de olsa yayınlayabiliyoruz. Ama, diğer fotoğraflarda tereddüt etmezken, bir fotoğraf var ki, onu dergiye koymamanın daha doğru olacağı kanaatine varıyoruz.

Neden derseniz, maalesef çok unutkan milletiz. Azıcık bir araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan tablo bize çok açık bir fikir verebiliyor. Fotoğrafın gelişinden mektubun yayınlanışına kadar geçen 2 yıldan az süre içerisinde ülkede tam 5 hükümetin değiştiğini görüyoruz. Öylesine bir istikrarsızlık, her anlamda sürtüşme ve kaos yılları. Büyük olaylar, ya da depremler öncesi öncü sarsıntılar, ağır sancılar. Neler getireceği, neler ve nerelere götüreceği meçhûl!

O günleri biraz hatırlamak, bugünleri de daha iyi anlamak adına, kısa bir gezinti yapalım isterseniz. Fotoğraf çekildiği târihte 51. hükümet iktidarda. (05.10.1995 - 30.10.1995) tarihleri arasında 25 gün idârede kalan hükümette başbakan Tansu Çiller. Kurulan azınlık hükümeti güvenoyu alamayınca düşüyor.

52. Hükümet, yine Çiller Hükümeti oldu. Deniz Baykal da Başbakan Yardımcısı. O da uzun ömürlü olamadı. (30 Ekim 1995- 6 Mart 1996)

Derken 53. Hükümet kuruldu. Bu da Mesut Yılmaz başkanlığında 2. Hükümetti. Onun da ömrü ancak  3-3,5 ay kadar olabildi. (6 Mart 1996-28 Hazîran 1996)

54. Hükümetin bir mecbûriyet hükümeti olduğu âşikârdı. Başka alternâtif kalmamıştı. 1. Erbakan Hükümeti REFAHYOL adıyla şöhret buldu. Ekonomik toparlanma noktasında, havuz sistemiyle hâfızalarda iz bırakan bu hükümeti götüren de (28 Hazîran 1996-30 Hazîran 1997) o hep demoklesin kılıcı gibi ülkenin tepesinde sallandırıla gelen irticâ söylemleri oldu.  28 Şubat Süreci aynı zamanda bu hükümetin sonu olmuştur.

Söz konusu fotoğrafın yayınlanması düşünülen dergi 1997 yılına âit. İktidarda, 55.TC yaygın adıyla Anasol-D Hükümeti olarak bilinen 3. Yılmaz Hükümeti var. Kuruluş târihi 30 Haziran 1997.

ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’a, DSP ve Demokrat Türkiye Partisi’nin katılımıyla bir zoraki azınlık koalisyonu kurdurulmuştu. CHP de hükümeti dışardan destekliyordu. Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine CHP hükümete desteğini geri çekince ANASOL-D hükümeti düştü.

            Her neyse, sözün özü, o günler her anlamda fırtınalı günlerdi. Ekonomi deyince tepeden tırnağa hortumlama, vatan-millet-din-diyânet deyince irticâ akla geliyordu. Fişlemeler, horlamalar, harlamalar-gürlemeler gırlaydı. Ülkeyi içten ve dıştan kumpasa almak isteyen güç odaklarıyla, özünde ve misyonunda direnen halk arasındaki derin sürtüşme kuklalar üzerinden yürütülüyor, ancak arada olan her şeyden önce mâsum ve mazlumlara oluyordu. Memleketin her anlamda tadı-tuzu kaçmış, milletin geleceği, her şeyi, açıktan açığa tehdit altındaydı. Neler yapıldığı bu gün çok şükür, bizim anlatmamıza çok ta gerek olmayan açıklıkta ortaya döküldü. Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

            Evet, bu mektubu, o zamanlar başkanı bulunduğumuz vakfın yayın organı Ordu Ensar’ın 4. sayısında yayınladık. Seçtiğimiz birkaç paragraf ve fotoğrafları da. Ama, bu fotoğrafa gelince kendimizle bayağı mücâdele ettik. Kendi adımıza değil de, fotoğraftakiler adına. Onlara bir zarar ve sıkıntı vermekten çekindik. Çünkü, fotoğraftaki manzara, o zamanki muktedirlerin formatındaki gençlik profiline uymuyordu.

Bırak içkiyi, masa bile yok. Yere oturmuşsunuz. Bizim Ayten Öztürk’ün resmettiği cinsten, mütevâzı, ama püfür püfür, hâlis-muhlis bir Anadolu bereket sofrası. Hem de İngiltere gibi bir yerde. Türkün çağdaş imajını da sarsıyorsunuz. Kabahat, sizi oraya kabul eden İngiltere’de başta zâten. Üstelik, hepinizin yüzünden mâneviyât akıyor. Bir de, birden fazlasınız; hem de çok çok fazla. Aman aman, bir de kitaplar yok mu? Tam örgütsünüz! Allâh korusun, gerçi silah falan yok ortada ama, biryerlere saklamışsınızdır; koskoca memleketi baştan sona ezer geçer, irticâyı hortlatırsınız. Cumhûriyeti kollamak adına bir an önce târümâr edilmelisiniz!

Belki yeniler bunu bir abartı olarak kâbul edebilir. Lâkin, 3 kişi bir araya gelmekten korkulan günler üzerinden daha 10 sene bile geçmiş değil. İnanmayanlar, en yakın câmi müdâvimlerinden bilgi alabilirler.

Fotoğraftakilerden sâdece kardeşimi tanıyorum! Diğerleri kimdir, nerededir; hiç bilmem. Belki onlar da o günlerden sonra böyle bir araya gelebilmiş değillerdir. Hepsinin yüzünden nûr akıyor. Onlar birer ışık süvârisi. İnanıyorum ki, yüzleri gibi nûrlu ve temiz işler peşinde koştular. Kendileri, âileleri, ülkeleri adına güzel işlere imza attılar; atıyorlar. Ne mutlu onlara!

Nitekim, mektuptan bir-kaç paragraf seçmiştim. Söz çok uzadığı için sâdece, söylemek istediğimiz şeyle ilgili son bölümle yetineceğim. Kardeşim Fâtih’in mektubunun son bölümü şöyle:

“..Tabiî, buradaki hayat standardı ve fiyatları Türkiye’ye kıyaslandığında oldukça farklı. Buraya göre ucuz ama… Bu rakamlar arkamıza bakarsak çok büyük; geleceğimize ve hedeflerimize bakarsak çok önemsiz kalıyor. Aslında, ileriye yönelik ümit ve hedeflerimiz açısından, yâni, geleceğin büyük Türkiye’si ve onun örnekliğinde gerçekleşeceğine inandığımız barış ve rahmet medeniyeti açısından ne böyle rakamlar, ne de Türkiye’deki grupların, siyâsîlerin polemikleri, bana takılınmaması lâzım gelen şeylermiş gibi geliyor.

Hepinize selâm ve sevgiler.

Mektup, asker mektubunu geçmeden bitireyim. Hoşçakalın…”

Bugünlere baktığımızda, duâya dönüşen o temennîlerin rahmet medeniyetinin tekrar dönüşüne kapı araladığını, rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Hamdü senâlar olsun; çok şükür…

Evet, soruyorum size: “Bu fotoğraf o günlerde aynen böyle yayınlanmalı mıydı?”

Yoksa, şimdi yayınlanmış olması mı güzel? Merak ediyorum doğrusu ves’selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

 27.10.2010


Mar`12
26
ORDU KÜLTÜR AKIŞINA BİR GENEL BAKIŞ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU KÜLTÜR AKIŞINA BİR GENEL BAKIŞ

Ordu’da, hiç te pek öyle gündem işgâl etmeyen kültür kavramı, aslında bir toplumun birikimlerinin şuuraltını ifâde eder. Kültür nedir derseniz, öyle, tek bir kalıba sığacak net bir târifi de yapılabilmiş değildir. Her kes kendi bulunduğu yer ve bakış açısı îtibârıyle bir takım şeyler söyler. Sonuçta, tüm tanımlamalar bir yorumdur aynı zamanda.

Kısaca bir şeyler söylemek gerekirse, kültür, belirli bir cemiyetin asırlardan süzülerek gelen insan ürünü eserlerinin toplamıdır diyebiliriz. Bu bakış açısıyla kültürü, bir toplumun mâneviyâtı, amaçları ve ideallerinin tümü olarak da görebiliriz. Kültür, bir milletin, halk ya da topluluğun geleneksel karakterleri ve hayat tarzlarını da ifâde eder. Diğer bir ifâdeyle kültür, bir milleti millet yapan tüm iç ve dış unsurların ortalaması diyebileceğimiz karmaşık bir bütündür.

Durum böyle olunca, bir toplumun karakterini koruması, harcını sağlam tutması noktasında yapacağı şeyler vardır. Başta, bünyesel özelliklerin bozulmamasını sağlamak gerekir. Bu da ancak, kültürel hassâsiyetler taşımakla mümkün olabilir. Yeni gelişmeler ve yeni durumlar karşısında, bir takım değerlerin unutulmaması, o toplumu toplum yapan özelliklerin pörsümemesi noktasında bir şeylerin yapılması gerektiği âşikârdır.

Bunu da yapacak olan o toplumun maddî, mânevî, idârî önderlerdir. Kanaat önderi deyimiyle de karşılanabilecek bu etmenin, kültürel yansımaları yönlendirmede bir aktörlük boyutu olacağı muhakkaktır. Nitekim, her toplumun köşe taşları niteliğinde kişiler ve müesseseler bu görevi deruhte etmektedirler.

Çok öncelerini bilmiyoruz. Yakın geçmişe tanık olanlarca, Cumhûriyetle birlikte geleneksel ağa sisteminin vilâyet üzerinde etkileri hep anlatılagelir. Uzun süre, ağaların bu ağırlığı devam etmiştir. Bu olgu, diğer yönetimler ve bilhassâ belediye için de hep böyle olagelmiştir. Hattâ, bırakın idâre vs. fakir köylülerin çarşıya gelmelerinin dahî yadırgandığı dönemler olmuştur.

İşte bundan dolayı, ağanın dediğinden çıkamayan yöneticiler, zenginlerin oluşturduğu belediyeler ve sonuçta hep hâkim durumda olan statüko. Ordu’da bu gerçek hâlâ değişebilmiş değildir. Ağalık sistemi görüntüde gitmiş, ancak hakîkâtte, onlardan tevârüs eden yönetimler aynı ruh ve heyecanla yollarına devam ediyorlar. Bu günkü kültürel hareketlerin, Cumhûriyetin ilk yıllarındaki türden, adına çağdaşlaştırma denen başkalaştırma, Anadolu’nun mânevî yönüne sırt çevirip, sonra da döndüğü tarafa doğru gitme heyecanından bir şey kaybettiğini söyleyebilir misiniz?

Şöyle bir düşünün; nasıl ki Köy Enstitüleri gençleri kestirmeden çağdaşlaştırma operasyonunun tâvizsiz projesi ise, aynı şekilde Halkevleri de halkı dönüştürmenin, onu avrupâî denilen yeni hayat tarzına alıştırmanın bir projesiydi. Bu kurumların adı yok görüntüde bugün ama, uygulamalar aynen sürüyor. Ve, Ordu Kültüründe CHP’nin bu halkı çağdaşlaştırma projesi hep hâkim olagelmiştir. Ve hâlâ da böyledir.

Diyeceksiniz ki, hiç mi değişmedi? Elbette, zaman zaman el değiştirdi, ama yol değiştirmedi. Çünkü, hasbelkader belediye koltuğuna oturan diğer cenahtan kişilerin, kategorileri görüntüde farklı olsa da, özde fikrî alt yapıları olmadığı için böyle bir irâdeleri söz konusu olamadı. Onlar da statükonun dümen suyunda gittiler. Üniversiteyle birlikte değişeceğini umduğumuz noktada, o da aynı damardan kervana omuz verince, rüzgârlarda bir değişiklik olmadı. Gücü elinde bulunduranlar câzibe merkezi olunca, ortada kalmak istemeyenler o mecrâya doğru aktılar. Bu tarafta bir numara olmayınca, soğukluk olunca, soğuğu daha soğukla bastırmak adına yeni yönlerine doğru süzülüp gittiler.

Tüm bunlar, bu tarafta kültürü, edebiyâtı, fikir hayâtını önemsemeyip te bu konularda atılım ve faaliyet yapmayanların suçu. Çocuklarımız, gençlerimiz yoz kültürlerin rüzgârlarına bırakılıyor. Onları kendi öz değerleriyle, ilmiyle-irfânıyla, millî-mânevî değerleriyle barışık yazar, kitap, kuruluş ve çevrelerle tanıştırmayan ve bu yönde her hangi bir çabası olmayan, faaliyet göstermeyen güç, imkân ve iktidar sâhiplerinin sorumluluğu çok.

Onun için, ne olursa olsun; Ankara’da esen rüzgâr Ordu’da bir türlü esemiyor.

Durum böyle olunca, yerli doğal muhâlefet ve yanlıları ne kadar övünseler az…

Yerel tarafı zayıf iktidar ancak bu kadar hava estirebiliyor demek ki ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.10.2010


Mar`12
26
GÖKHAN AKÇİÇEK ADI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“GÖKHAN AKÇİÇEK” ADI…

Ad da, soyad da, ne güzel, değil mi? Şiir gibi. Özellikle çocuklar için birebir. Gök, Han, Ak ve Çiçek. Hepsi de çok çok güzel çağrışımları olan kelime ve kavramlar. Hepsinin toplamından da, çok çok daha güzel bir kompozisyon ortaya çıkıyor. Gökle yer arası tüm güzellikleri harmanlayabilirsiniz bu kavramlar arasında.

Rabbimiz cümleyi, dünyâda da âhirette de, ismi güzel, cismi güzel, resmi güzel, ismiyle müsemmâ ve de tüm bu güzelliklere lâyık olanlardan, ve dahî öldükten sonra ardından da güzel şeyler söylenenlerden eylesin.

Ama Gökhan AKÇİÇEK,  tüm bunların içinden hiçbirini kendi seçmedi. Kendisi yazmadı. Doğuştan, yâni Allâh vergisi. Kendisinde, dünkü yazısında resmini ortaya koymaya çalıştığı yazarlık özellikleri varsa –ki, öyle gözüküyor; öyle olmasaydı sanat ve yazarlık bağlamında böylesine emînâne, keskin yargı ve ölçütler koyabilir miydi ortaya?- bu da, esas îtibârıyle Allâh vergisidir. Her ne kadar bu ve benzeri, sosyal, soyut ve sanatsal konulardaki değerlendirmeler göreceli olsa da, kendini o sandalyede görenleri öyle kabul etmenin kimseye bir zararı yoktur. Kaldı ki, bizim kendisinin mütâlaalarına îtirâzımız da zâten söz konusu değildir.

Ancak, sandalyenin sağlamlığı kadar, oturduğu yer de çok önemli olmak, çürük olmamak gerektir. Çünkü sandalyeler geçici süslerdir. Asıl olan zemindir. Yanlış zemindeyseniz, bindiğiniz araba sizi uçuruma götürüyorsa, onun çok lüx, herkesin binemeyeceği, ayrıcalıklı ve de krallara lâyık olması çok da bir anlam ifâde etmez. Öncelik her zaman yolda olmalıdır. Yolunuz yanlışsa, süsünüz sâdece sizi aldatır.

Dün sabah bir çay ocağında okudum yazısını. Neden ismimizi zikre ihtiyâç duydu, neyin ispatı peşinde anlayamadım?! Değerlendirmelerinde haklı da olabilir. Sonuçta herkes insandır ve herkesin farklı kâbiliyetleri olabilir. Herkesin aynı olmak, aynı yerde bulunmak gibi bir mecbûriyeti yoktur.

Şurada yanlış düşünülüyor; bizim “festivâllik olalım” diye bir kaygımız yok. Oraya çıkma merakımız da yok. Orada konuşulan şeyler farklı. Belki çağrılsaydık, bâzı adı geçip de katılmayan arkadaşlar gibi biz de affımızı dilerdik. Mesele o değil. Ordu adına, milletin parasıyla iş görenlerin, milletin belirli kesimini ve ülkenin komşularından bâzılarını görmezden gelmeleridir. Nasreddin Hoca’nın sazı misâli, sâdece bir tele vurup da, çıkan sesi uluslar arası kardeşlik korosu diye lanse etmeye çalışma yutturmacasıdır. Ya da, olayı birilerine ihâle edip, tasarrufu tamâmen onun paşa gönlüne havâle etme özensizliğidir.

Bizim, zannedildiği gibi adı şâire, yazara çıkmak diye bir derdimiz de yok. O olduysa olmuştur. Olmadıysa bundan sonra zâten olmaz buyurulduğu ve de cümle âleme duyurulduğu gibi. Hele, bizim gibi bir türlü değişemeyen, rüzgârlara ayak uydurup dönüşemeyen, 40 yıl önceki fotoğrafı, duruşu, kılığı-kıyâfeti, kullandığı kelimeler, bağlandığı ilkeler hep aynı kalıp bir türlü sınıf atlayamayan, olduğu yerde, aynı zeminde sayan kimselerin, bizi de o sınıfa alın diye bir talebi çok abes olur.

Bizim derdimiz, varsa, Rabbimizin verdiği kadar kâbiliyeti O’nun yolunda, Hak ve halk adına ortaya koyup, doğru bildiğimiz ilkeler ekseninde çağımıza tanıklık edip, geleceğe ayna tutmak. Gelecekte, birkaç kişiye Allâh râzı olsun, mekânı cennet olsun dedirtebilirsek bizden bahtiyârı olamaz. Dünyânın öte ucundaki biri, asırlar sonra, soyut bir dizemize bakarak; “Aman be, amma da şâirmiş!” dese ben bundan ne kazanırım ki?

Demek isteriz ki, derdimiz, adımızın ne öyle büyük yazara çıkması, ne de yazılarımızın şurda-burda yayınlanması. Elbette tüm bunlar hoşumuza gider. Biz de insanız sonuçta. Ama, gâye bu değil. Bizi üzen, lûtfedilen kâbiliyetlerin büyüsüne kapılarak kendi eliyle kendisini kendisinden uzaklaştıranlardır. Belki de böyle bir şey yoktur. Kişi zâten odur da, aslına dönmektedir de biz farkında değilizidir. Belki de, önceleri kendinde değildir de, şimdi ancak kendine gelmiştir. Mecraını bulmuştur.

Meselâ, Gökhan AKÇİÇEK Beyle biz Türkiye Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi’nde berâberdik. Orada birlikte çok çalıştık. Yıllarca şiir şölenleri düzenledik. Onlarca ünlü şâir ve yazarımızı ağırladık. Sonra, kâbiliyetini görerek başkanlığı da kendisine tevdî ettik. Şiir şölenleriyle birlikte genişleyen çevresiyle Türkiye’ye mâl oldu. Bu organizasyonlarda tanıştığı arkadaşlar, onun yaşadığı yorgunluklara şâhit oldular. Sanat, Edebiyât uğruna çektiği eziyet ve çileleri gördüler. Çile büyüdükçe şiir büyüdü, çerçeve genişedi ve de artık evrensel boyutlara ulaştı. Bizler de bunu aslâ inkâr edemeyiz.

TYB Ordu Şûbesi artık dar gelmeye başladı kendisine. Bizler oradayken hep şu dizeleri okurduk; duvarlarımızı süslerdi:

Anladım işi, san’at Allâh’ı aramakmış

Mârifet bu; gerisi yalnız çelik-çomakmış!

Necip Fâzıl KISAKÜREK

            Evet, sanat hep arayıştır. Yoldur, yolculuktur. Yola çıkan sıkıntılarına katlanacak, sürprizlere hazırlıklı olacaktır. Kendisinin, yazısında da belirttiği gibi sanat çile ister çünkü. Yıllar boyu çektiği çile ve ızdıraplara çevresindeki herkes şâhit. Ben de, dünkü yazısında belirttiği gibi bu ve benzeri  sıkıntıların sanat için elverişlilik noktasında gerekli motivasyonlar olduğunu düşünüyorum.

Nitekim, eğer kendisi bizi, en azından bir YAZAN kabul ediyorsa, bir mağdûriyet ya da mahrûmiyet söz konusu olunca, duygular sökün edince daha rahat ve dokunaklı yazı yazdığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Yazının değil de, sayfaların nasıl bittiğini anlayamam. Hem, diğerlerine nazaran daha akıcı olur. Tabiî bana göre. Bu yargım kiseyi bağlamıyor.

Her neyse, çile olsun, sanat artsın diye mi bilmiyorum; TYB Ordu Şûbesi’ni kapattı. Çünkü, onun kalıpları ve çerçevesi artık dar geliyordu. Bir gidiş gitti, pir gitti. Şimdi tüm dünyâyı dolaşıyor. Artık o şimdi bir dünyâ sanatçısı. Ordu adına övünüyoruz. Bir arkadaşımız olarak gurur duyuyoruz. Hattâ, bir eserinin bir köşesinde bir dip notta bile adımız olsa onur duyuyoruz.

Eh, Gökhan Kardeş; dünkü yazınızda adımızı zikretmeniz bile bizim için ayrıca büyük bir lütuf. Teşekkür ederim. Bir gün gazete yazılarınızı kitaplaştırırsanız – yüzde kaç ihtimâl olursa olsun, önemli değil, ihtimâli bile güzel- orada bizim de adımız geçecek. Sizinle birlikte, siz yaşadıkça biz de yaşayacağız. Ne güzel, ne mutlu bir ihtimâl.

Yazınızı bir okuyup geçtim. Sonra yine okurum. Yazı şu an iyi ki önümde değil. Sizin o az kelimeyle, çok şâirâne oluşturulmuş yoğun-anlam cümlelerinize bizim kavsaldak uslûbumuzla cevap vermeye kalksam en az, bir-kaç kitap boyutuna erebilir. Siz, sanat eseri olarak görmediğiniz için zâten okumazsınız. Ben ağabeyin de boşu boşuna yorulmuş olur. Ne gerek var?!

Ben, bir cevap olarak değil de, haddim olmadan, yanlış anlamaların önüne geçmek adına kısaca duygu ve düşüncelerimi yazıp geçiyorum. Son olarak şunu söyleyeyim ki, ben yerimden, yolumdan, konumumdan şikâyetçi değilim. Kimseye de özenmiyor, yerinmiyorum. Benim için kendinizi üzmeyin. Gerçi üzseniz de yine iyiliğinize. Üzülmek çiledir, çile de sanattır. Sanatta kanattır. Uçurur da uçurur. Ama, nereye kondurur? Orası belki hiç düşünülmez ama benim için en önemlisi burası!

Son olarak, çay fikir ve dâvetine teşekkür ederim. Ancak, bir zamanlar hep berâber içtiğimiz çaylar yarım kaldı. Üstelik bir de üzerinden nice rüzgârlar geçti. Son rüzgârlardan sonra belki de buz bile kesti. Ama, yine de özlediğiniz, tekrar gerçekleşebilmesi muhtemel Anadolu kültür ve irfânında ifâdesini bulan, o eskisi türünden sıcak muhabbetlerin alaz ve de yalazı, kutup buzullarını bile çözebilecek kıvamda olabilir.

Hele, BORSA binasına yakın, oraya bakan, fî târihlerinde, zaman zaman birlikte çay içtiğimiz o aradaki yerlerden biri olursa, kim bilir belki de hep birlikte bir SANAT BORSASI bile oluşturabiliriz. Bu sıra, görüldüğü gibi sanatsal değerlendirmeler moda. Uluslar arası Festivâlin yerele bir nevî etkisi ve de katkısı.-

Fındık memleketiyiz, ama borsasını henüz kurabilmiş değiliz. Bu alanda bir borsa oluşturabilirsek tam anlamıyla SANAT MEMLEKETİ olduğumuzu da kısa yoldan böylece kanıtlamış, isimlerimizi de boy boy, sayfa sayfa, ansiklopedi ansiklopedi, asır asır, çağ çağ anıtlamış, bizi sanatkâr kâbul etmeyenleri fotoğrafta arkada bir yerlerde de olsa durabilerek yanıtlamış, hep birlikte memlekete bir nevî çok büyük hizmetler kalıtlamış oluruz.

Şimdilik bu kadar. Bâzıları böyle durumlarda, “cevâba değmez” diyebilir. Ama biz, bir eski dostun araladığı kapıyı görmezlikten gelemeyiz. Ama iltifat, ama sitem; sonuçta muhatap alırız.

Ve diyoruz ki, yıllar sonra bir hasbihâl imkânı verdiğiniz, diyaloga kapı araladığınız, en azından bizi unutmadığınıza, muhâtap kabul ettiğinize dâir emâreler sergilediğiniz için teşekkürler ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

25.10.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 6 7 8 9 10 [11] 12 13 14 15 16 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...