Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608203
 Sitede Aktif: 7
 Ip: 172.71.1.176
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
OKUMA SEFERBERLİĞİ; HEPİMİZ İÇİN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

OKUMA SEFERBERLİĞİ;

HEPİMİZ İÇİN!

Eylül ayı için, “OKU’L AYI” demiştik. Çünkü, çocuklarımız her yıl bu ayda okul yollarına koyuluyorlar. Ekim ayı da ekin ayıydı. Kültür, san’at, edebiyât, kitap ayı yâni. Ordumuz için bu EKİM ayı, hakîkâten de EKİN ayı, kültür ayı oldu. İşte, dün konu ettiğimiz, ORDU BELEDİYESİ öncülüğünde gerçekleştirilen 1.EDEBİYÂT FESTİVÂLİ bunun en bâriz bir örneğiydi.

Komşumuz Giresun’dan aktardığımız HÂFIZLIK MERÂSİMLERİ de bu cümleden hâdiselerdi. Yine bu ay içerisinde ORDU MÜFTÜLÜĞÜ de benzer bir merâsimi ORDU KAPALI SPOR SALONU’muzda icrâ edecek. İşte bunlar hep, bu ayın, EKİN ayının bereketi.

YAZ AYI, GÜZ AYI…

Mâlum, yazlarımız tâtil ayları. Yayla, cenik, sâhil derken bağ-bahçe, fındık-fıstık… Okuyanlar her yerde okur, hattâ bu aylar daha da elverişli olabilir de, okumayı sevmeyenler için bu aylar bahâne aylarıdır. Buralarda aranan mahsûl bereketidir. Üç ay boyunca onun peşinde koşulur. Ama şimdi oyun bitti. Herkes köyünden-köşkünden maîşet yerlerine, kışlık mekânlarına döndü. Aslî işine-gücüne, yuvasına döndü. Çocuklar okula, gurbetçiler de gurbetine gidince bizler de kendimizle baş başa kaldık. Okuma bilenler için okumamaya bahâne kalmadığı zaman dilimlerindeyiz.

Okuma bilmeyenler için de Ordu vâliliğimizin OKUMA-YAZMA SEFERBERLİĞİ  var. EKİN ayı, okuma-yazma, kültür-sanat için boşluk bırakmıyor; mâzeret te tanımıyor! Tespit edildiği kadarıyla 30 bine yakın okuma-yazma bilmeyeni varmış ilimizin. Dolayısıyla valiliğimiz, tüm ilgili birimlere genelge göndererek, bu vatandaşlarımızın da okur-yazar olabilmesi için seferberlik başlatmış.

Ankara’dan, yanılmıyorsam Cumhurbaşkanlığı öncülüğünde 2008 yılında başlatılan bu kampanyadan bu yana Ordu’da yaklaşık 2 bin kişi bu kurslarda okur-yazar belgesi almış. Vâlimizin bu son çağrısı ve genelgesiyle yeni sezon da böylelikle başlamış oldu. Hayırlı ve başarılı olmasını gönülden diliyoruz.

HAYAT VEREN ÇAĞRI

            “Neden?” derseniz, okumak güzel bir şey de onun için. Gündemleri tâkip ederek ilgili haftayı en güzeliyle yorumlayan arkadaşımız Mehmet DEMETGÜL’ün ifâdesiyle, Rabbimizin “OKU” emri, “HAYAT VEREN İLK ÇAĞRI!”dır da onun için. DEMETGÜL HOCA, geçen haftaki son yazısında bu başlık altında şu cümlelere yer veriyor:

“Dinimizin ilk emrin “Oku” olması ve aynı sûrede iki kere tekrar edilmesi, okumanın insan ve toplum yaşamında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Okumak; İnsanı geliştiren, yücelten, bilgilendiren ve ayrıcalıklı yapan bir özelliktir. İlerlemenin, medeniyetin, aydınlanmanın, kültürlü ve eğitimli olmanın olmazsa olmaz şartıdır.”

Nitekim, daha önce naklettiğimiz Bulancak ve Giresun’daki hâfızlık törenlerinde konuşan Diyânet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. M.Şevki AYDIN da, başta hâfızlarımıza mutlaka İmam-Hatip Liseleri ve İlâhiyât okutulmalarını tavsiyenin yanında, kız-erkek ayrımı yapmadan tüm çocuklarımızı okutmamız gerektiğini vurguladı. En sonunda da, “Çünkü okumak aydınlanmaktır. Zâten İslâm’ı da herkes okuması, bilgisi ve birikimleri miktarınca anlayabilir.” diyerek konuyu özetledi.

28 ŞUBAT’IN BİR NEVÎ KUR’AN HİZMETİ!

 28 Şubat Dönemi yasaklarının da, zamânın toplum mühendislerinin hesaplarının aksine olarak, okuma-yazma-öğrenme gayretlerine katkıda bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çocuklar ve gençler için Kur’an öğrenmeye yaş sınırı getirilince, bu defâ öğrenci bulmak adına ev hanımlarına mürâcaat edilmiş, iller çapında binlerce, ülke çapında da kadın-erkek yüzbinlerce yetişkinimiz Kur’an öğrenme şerefine nâil olmuştur. Sessiz-sedâsız süren bu eğitim, toplumda gerçek bir açılım ve dönüşüme sebebiyet vermiştir. Bu anlamda, EKİM AYI, aynı zamanda Kur’an Kurslarının eğitime başladığı ay olarak da EKİN ayı demeyi fazlasıyle hak ediyor.

Sizin anlayacağınız, kader de Türk Milleti’nin okumasını istiyor gibi! Onun önündeki, her anlamda engeller gün be gün daha bir kalkıyor. Günün şartlarının getirdiği fırsatlar ve imkânlar da herkesi âdetâ okumaya zorluyor! Bunu görmek lâzım!

Belki de kader bizi tekrar, ahlâkta, fazîlette, hak-hukukta, adâlette, insanlık ve kalkınmada ileri, örnek ve önder bir konuma hazırlıyor. Bu milleti yolundan alıkoymak isteyen her şey, onun yollarını daha bir açıyor sanki! Öyleyse, ne duruyoruz? Niye, bu akışın bir olumlu parçası olmak, daha aydınlık bir geleceğe giden kervana katılmak adına, şimdiden tezi yok, elimizi kitaplara, defterlere, kalemlere, dergilere, kültüre, sanata uzatmıyoruz?!

SEFERBERLİK KÜPESİ

Ey millet, sevgili okurlar, muhterem vatandaşlar! Şimdiye kadarı gaflette geçtiyse de bile, bundan sonrası artık, en azından fırsat buldukça, hiç olmazsa -olmazsa-olmaz işlerinden artan- boşluklarda senin için okuma, anlama, öğrenme-öğretme, zamânıdır.

Büyük İslâm Âlimi, müfessir, feylesof Fahreddin Râzî’nin, “HAYÂTIMDA SÂDECE İKİ AKŞAM KİTAP OKUMADIM; BİRİ EVLENDİĞİM, DİĞERİ DE BABAMIN ÖLDÜĞÜ GECE!” sözü hepimizin kulağında küpe olsun; ve herkes, şimdi,

okuma-yazma seferberliğinin kendisini ilgilendiren noktadaki yerini alsın ves’selâm!..


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.10.2010


Mar`12
26
BELEDİYELERİN İÇİ, KÜPLERİN DIŞI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BELEDİYELERİN İÇİ, KÜPLERİN DIŞI…

            Büyüklerimizin ne güzel, ne aydınlatıcı sözleri var! Şu, ata sözlerimize bakınız:

“Küpün içinde ne varsa, dışına o sızar” “Dervişin fikri neyse, zikri de odur!”

Bunun böyle olduğu âşikâr. Nitekim, geçtiğimiz gün OBKT’de icrâ edilen Karadeniz’le Ege’nin Kardeşliğinde Edebiyât adlı panelde konuşan  Yunanistanlı yazar Kostas KATSOULARİS, bir yerde “Kelimeler yansız olamaz. Onlar ne kadar yalın olsalar da sonuçta biz onlara duygularımızı katıyoruz” şeklinde tercüme edilen bir cümle söyledi. Demek ki, kelimeler aynı olsa da, insanlar onları içinden geldiğince seçip yan yana koymak sûretiyle kendi dünyâlarını yansıtmakta, kendi sözlerini söylemekte, kendi sevdâlarını dillendirmektedirler.

Sağ niye sağdır, ya da sol niye soldur? Çünkü farkları vardır. Sağ, sol değildir, sol da sağ. Bu her yerde böyle. Hükümette, belediyede, üniversitede, zihniyette, duyguda, düşüncede, her şeyde. Seçimde, takdirde, teşhiste, sohbette, mecliste. Sağ sağlığını yapar, sol da solluğunu. Bu, istisnâlar dışında genel karakter olarak böyledir.

İşte Antalya’da olanları hatırlayınız. Antalya Belediyesi, Film Festivâlinde yer alan Altınportakal Film ödülleri değerlendirmesi için, vatandaşın dînî, millî hassâsiyetlerini hiç nazar-ı îtibâra almadan, jüri olarak bula bula, bir sırp yönetmeni bulup getirmişti. Sol ya, CHP’li ya; illâ huylu huyunun gereğini yapacak! Mâlumunuz, sonra da olanlar olmuş, bir sürü polemikler, tatsızlıklar yaşanmıştı!

“Bizimle alâkası ne?” derseniz, şehrimizde de  geçen günlerde başlayıp 4 gün devâm ederek dün sona eren bir festival gerçekleştirildi: 1. ULUSLARARASI ORDU EDEBİYAT FESTİVALİ. Festivâlin direktörlüğünü yapan, geçen akşam bizi, “beni yanlış anlamışsınız hocam!” diyerek başlayan direktör Şinâsi TEPE’nin tashihiyle, İstanbul’daki KÜLTÜR BAŞKENTİ etkinliğiyle alâkası olmadığını öğrendiğimiz bu organizasyonda,  başrolde Ordu Üniversitesi ile Ordu Belediyesi var. Tâkip edebildiğimiz kadarıyle de her yerde misâfirlerle ilgilenenler, koşanlar-koşuşturanlar, ağırlayanlar onlardı.

Bu etkinlik te, belki âşikâre değil ama, sanki sessiz bir tepkiyle karşılandı. Etkinliğin hiçbir yerinde halk yoktu. Belki bu bilinçli bir tepki değildi, ama sonuçta organizatör, sponsor, direktör ya da moderatörlerle, ne derseniz deyin, bunlarla toplum arasında bir köprü söz konusu değildi. Sanki bu, iki tarafın da umurunda değildi! Etkinliğin hiçbir yerinde katılım, görevli, yetkili ve ilgililerin toplam sayısını aşmadı. Çok ilginçtir, programın renkli geçtiğini yazan renkli gazetedeki fotoğraflar bile hem renksizliği, hem de ilgisizliği resmetmesiyle metni tekzip ediyordu.

Elbette burada da, bu gazete ve haberinde de Kostas’ın dediği şey vardı; herkes kelimelerini kendine göre sıralıyordu. Bu herkes için, büyük ölçüde böyledir. Bizim söylemek istediğimiz de tam olarak bu. İnsanların her yerde, her durumda tercihlerinin sorumluluklarını bilerek, ne yaptıklarını, yaptıkları şeylerin nereye varacağını, yarın kendisi ya da çocuklarının karşısına ne şekilde çıkacağını düşünerek hareket etmesidir.

İşin garibi, kendi kelimelerini yan yana dizecek kendi arkadaşlarını, kendi uygun gördükleri mekânlarda gezdirmekle yetinenler, “Az olsun benim olsun!” tarzını yeğleyenler,

etkinliğin adını niye şişirdiler böyle acabâ. KARADENİZ HAVZASI adı konabilirdi meselâ, ama neden ULUSLAR ARASI? Eğer böyleyse, neden bir başka havza, başka kıta ya da medeniyetten yazar veyâ ülke yoktu? Yoksa, bu da bir uslûp meselesi ve de bir yazarlık abartısı mı? Eskilerin MÜBÂLAĞA dediği şey mi?!

            Bırakın ULUSLAR ARASI’nı, yönler arası bile denemezdi bu festivâle! Çünkü, dört yön içinden bile sâdece KUZEY vardı. Karadeniz kıyıları, Deniz Gezmiş, Rus Edebiyâtı, Pontus Ekseni, Nâzım Hikmet. Hep kuzey ve hep kuzey edebiyât ve söylemleri vardı festivâl boyu.

            Daha ilk gün, Festivâl’in açılışında Direktör Şinâsi TEPE, Karadeniz Dostluk Türküsü başlıklı konuşmasını yaparken. KUZEYİN TÜRKÜSÜ adlı şiirini okumuştu. Yukarıdaki düşüncelerimizin kaynağı başta o.

Ve öteden beri biz, Ordu kültür rüzgârlarının hep kuzeyden estiğini söylemeye çalışıyorduk. Gerek bu festivâl, gerekse oradaki etkinlikler ve serdedilen düşünce ve sunulan ürünler bizi bu anlamda teyit etmiş oldu.

Kültürel değerlendirmeler bağlamında zaman zaman bu konuya yine döneceğiz tabiî ki. Şimdilik bu kadarla yetiniyor, büyük bir çaba olarak alkışladığımız festivâl kitabından dolayı yetkilileri kutluyoruz.  Kitap, Ordu için gerçek bir kalıcı belge ve kültür târihimizin bir önemli hâtırası olarak kütüphânelerdeki yerini aldı.

Adına yakışır yan, yön, çeşni, renk ve zenginlikleriyle, Ordu’muzun güzelliği ve özelliğiyle mütenâsip, daha kapsamlı ve oylumlu yeni ULUSLARARSI EDEBİYÂT FESTİVALİ’nde buluşabilmek dilek, arzu ve temennîsiyle ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.10.2010


Mar`12
26
BİR HABER ve EDEBİYÂT
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BİR HABER ve “EDEB”İYÂT

Sevgili okurlar! Zaman zaman yerel ya da ulusal gazete ve dergilerde ilginç haberler çıkıyor.

Bâzen, dikkât çekeyim derken,  vâkıaya aykırı, işin özünü zedeleyen deyimler kullanılıyor. Daha doğrusu, haberlerin veriliş biçimi insanın aklını, fikrini ve de zikrini kurcalıyor.

UYAN DA BALIĞA GİDELİM!

Meselâ geçen günlerde, bir yerel gazetemizdeki bir haberin başlığı aynen şöyleydi:

ŞEHİT… … ÖLÜMSÜZLEŞTİ… “kim olduğu önemli değil; meselâ, falan kişi?”

Fesüphânâllâh! Hani, böyle durumlarda ne derler, nasıl derler? Uyan da balığa gidelim!

Şehit şehit olalı günler, aylar, belki de yıllar oldu. Nasıl oldu da, şimdi ölümsüzleşti acabâ?

Olay şu; Belediye Meclisi bir şehidimizin adının şehirde bir yere verilmesi için karar almış.

Gazetemiz de bu haberi,  şehidimiz sanki vahim bir mağdûriyetten kurtarılmış gibi vermiş!

Çünkü, şehit eğer şehitse, adı şehit olarak konmuşsa,  o zâten ölümsüz kâbul edilmiyor mu?

Öyleyse, böyle bir başlığın gereği, sebebi ya da mantığı ne? Ne alâka yâni? Haksız mıyım?

Ortada, ya bir câhillik söz konusu, ya “haber olsun, torba dolsun!” var, ve yâhut ta şirinlik!

Öyle ya; sanki, şehidin şehitliği husûsunda kararsız kalınmış da, meseleyi meclis çözmüş gibi! Böylelikle yerüstü hizmetleri dillere destan olan Belediyemiz bir nevî, yeraltına da el atmış!

Kutsal Kitabımız; “şehitleri ölü sanmamamızı, onların diri olduğunu” söylüyorken siz,

şehidin şehit olmayıp ta, belediyenin bu kararıyla ancak ve nihâyet şimdi mi ölümsüz hâle gelebildiğini söylemek istiyorsunuz? Doğrusu bravo size ve bravo belediyeye! Helâl olsun!

Ne mutlu bize; böyle farklı güçleri, gizemli özellikleri bulunan yöneticilerimiz olduğu için!

MERAK ETTİĞİMİZ ŞEY?

Yalnız merak ettiğim bir şey var: Adları bir yerlere verilemeyen şehitlerin hâli ne olacak? Hani duâlarda geçtiği gibi; “adları unutulmuş, nesilleri kesilmiş”, adları henüz bir yerlere verilememiş, bu mazhariyetten mahrum, bu anlamda mağdur bulunanlarla kim ilgilenecek?

Hani, diyorum ki, ilgililer oraya da bir el atsalar da, sesini duyuramayanlar da nasiplense!

Meselâ o gazetemiz himmet buyurup, araştırmacı gazetecilik özelliklerini harekete geçirip te,

tespit ettiği isimleri Belediye meclisine getirip sunsa; ne büyük bir hizmet yapmış olmaz mı?

Geçmişimize ve hâtıralarına vefâ adına halkımıza ne güzel ve anlamlı bir jest olur değil mi?

Araştırın, karıştırın; muhâbirlerinizi yarıştırın. Ölümsüzleşemeyen şehitleri de kurtarın, ve

“FALAN ŞEHİTLER DE MECLİSTE KARAR ALINARAK ÖLÜMSÜZLEŞTİRİLDİ!”

diye başlıklar atın. Böylelikle hem haber bulmuş, hem de hayırlı bir iş yapmış olursunuz…

Bizden söylemesi. Nasıl fikir ama?! Buna da,“refikten refike kıyak” başlığı uyar herhâlde!

EDEBİYÂT ve EBEDİYET

Çocukluktan bu yana hepimizin zaman zaman oraya, buraya, ağaçlara, taşlara, pencerelere, okullara, sokaklara, alt geçitlere, üst geçitlere; derelere-tepelere adlarımızı yazmışızdır.

Hele bir de, şu an şehrimizde süregiden EDEBİYAT FESTİVÂLİ faaliyetindeki cinsten Kültür-Sanat bültenleri ya da dergilerine, edebiyât bildirilerine girdik mi tamam! Yaşadık!

Ölümsüzleşip gitmişizdir artık! Daha artık sırtımız yere gelmez!  Hadi diyelim öyle olsun! Doğru da, sonuçta ne olacak? Bu durum sana ne getirecek; veyâ en son seni nereye getirecek?

ÖLÜMSÜZLÜK, AMA NASIL?

“İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir.

Onlar orada ebedî kalacaklardır.” Bakara 39

“İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler

ve orada ebedî kalıcıdırlar. (BAKARA/82)

Kim ne derse desin, Kur’anın ifâdesiyle, herkes, “HER CANLI ÖLÜMÜ TADACAKTIR!” Bundan kaçış, kurtuluş yok. Öyleyse, asıl önemli olan şey; inanç-ibâdet, kimlik ve kişiliktir.

Bize ölümden sonra ölümsüzlüğü va’d eden Rabbimizin ölümsüz kriterlerine göre yaşamaktır.

Gerisinin adı ne olursa olsun, tadı ne olursa olsun; beyhûdedir, boştur, boşa kürek çekmektir!

***   ***   ***

 

Sözün özü, sazlarımıza, sözlerimize dikkât edelim. Ağzımızdan çıkanı kulağımız duysun.

Kulluk edeb ve âdâbına  uymayan anlamsız, kuru, hoyrat, serseri, ölçüsüz, zembereksiz kelimelerle çizgiden çıkmayalım. Kalemimiz de kelâmımız da insanlık vasfımıza uysun.

Dilimizin kılıç olup bizi dilmesini istemiyorsak, tez elden ağzımızı toplayalım;

hâl ve gidişimizi de âcilen toparlayalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

15.10.2010


Mar`12
26
FESTİVÂLİN ULUSLARARASI?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

FESTİVÂL’İN ULUSLARARASI?!

Şehrimizde dün başlayıp Pazar günü bitecek olan 4 günlük bir festival var: 1. ULUSLARARASI ORDU EDEBİYAT FESTİVALİ. Adından da anlaşılacağı gibi, ağırbaşlı, edepli, edebiyâtlı çok önemli ve de Ordu’ya özel, çok çok güzel bir proğram.

Biraz gazetecilik, biraz da kültür-edebiyâta meraklı tarafımızın sâikiyle dün öğleden sonra, hafiften biraz fazla bir yağmur altında Taşbaşı Kültür Merkezi’ne doğru yola koyulduk. Daha uzaktan, Menekşe Sokağı’nda ODÜ’nün HOŞGELDİNİZ pankartı karşıladı bizi.

Bir zamanlar Kilise iken, sonraları hapishâne olarak kullanılan, şimdi de Kültür Merkezi olarak ODÜ’ye bağlanan binâya yaklaştığımızda, gövdesinin yukarıdan aşağıya boydan boya Türk Bayrağı, ODÜ flâması ve ortasında Atatürk portresi olmak üzere bezenmiş olduğunu gördük.

İçeri girdiğimizde de, benzer bezemeler tüm sahneyi kaplamıştı. Tüm program, konuşmalar, saygı duruşu, istiklâl marşı ve şiirler, fotoğraf kareleri, hepsi bu tablonun önünde gerçekleşti. Protokol ve Basın için yerler ayrılmış, her oturağa, yaklaşık 300 sayfalık, bu festivâle özel, ders kitabı boyunda kitaplar konulmuştu. Bu kitap bile başlıbaşına bir belge ve faaliyet olarak takdire değer.

Ancak, gönül isterdi ki, aynı gayretin çok bir azı da tanıtım, duyuru ve diyalog adına gerçekleştirilebilseydi. Öyle inanıyorum ki, ULUSLARARASI diye nitelenen programa çağrılan edebiyatçılar nasıl sâdece ve sanki özellikle kuzeyden seçilmişse, aynı yaklaşım ülkemizden ve de yöremizden dâvet edilenler ve duyurular noktasında da prensip olarak benimsenmiş, arkadaşlıktan kaynaklanan bir-iki istisnâ dışında, kuzey rüzgârlarından başkası hiç de kaale alınmamıştır. Siz de gitmişseniz görmüşsünüzdür ki, doğrusu ortada ULUSLARARASI vasfını çağrıştıracak bir çeşni, katılım ve heyecan yoktu. Daha önce de çeşitli konferans, şiir dinleti ve şölenleri dolayısıyla defâlarca geldiğimiz bu salonda onlardan çok çok farklı bir atmosfer görmek isterdik.

Şunu söyleyeyim; elbette ki çok güzel bir düşünce ve gerek bizler, gerekse şehrimiz adına, hattâ ülkemiz adına küçümsenmesi mümkün olmayan bir faaliyet söz konusu ettiğimiz. Ben kendi adıma çok memnunum. Devâmından ve zaman içerisinde kazanacağı geniş perspektif, çok seslilik, renklilik ve zenginlikten çok umutluyum. Birgün, öyle ümit ediyorum ki, bu ve böylesi programlara herkes gelmek için can atacak. Bir şölene dönüşecek. Sâdece kuzey rüzgârlarının tekelinde olmayan, gerçekten ULUSLARARASI rengârenk bir festivâl olacak.

Festivâl’in Direktörü Edebiyât Öğretmeni Şinâsi TEPE’nin konuşmasından anladığımız kadarıyle bu festivâl, hepimizin bildiği 2010 İSTANBUL DÜNYA KÜLTÜR BAŞKENTİ organizasyonunun bir parçası. Yerel sponsorlar olarak Ordu Üniversitesi başta olmak üzere Kültür Müdürlüğü ve Vâlilik gibi kurumların adı geçse de, dâvetiyelerin altında ev sâhibi olarak Seyit TORUN ismi var. Yâni, organizasyonun günâhı-vebâli belediyenin boynuna. Sn. TORUN bu misyonu çok benimsemiş görünüyor haklı olarak. Nitekim, yaptığı konuşmada, böyle bir organizasyona ev sâhipliği yapma onurunun kendine tevdî edilmesinden dolayı duyduğu memnûniyeti dillendirip ilgililere teşekkür etti.

Sayın Vâlimiz Orhan DÜZGÜN’ün de dün konuşmasının başında GOETHE’den naklettiği şu cümle çok dikkâte değerdi: “Edebiyâtın çöküşü, bir milletin çöküşünü gösterir!” Katılmamak mümkün değil. Bu söz, bu etkinliğin önemini de ifâde ediyor aynı zamanda.

Sevgili okurlar. Ordu’da, ilk defâ böylesine geniş kapsamlı bir kültürel etkinlik yapılıyor. Belediyemizi ve emeği geçenleri kutluyorum. Şu faaliyetin, bu boyutta düşünülmesi bile bir olayken, gerçekleştirilmesi nasıl alkışlanmaz?  Ama, adı ve vasfı ULUSLARARASI olan ve şehrimizde, yöremiz ve ülkemiz adına yapılan bir FESTİVAL için, fikirlerimizi söylemek aynı zamanda bir görevdir diye düşünüyoruz. İnşâllâh bu konuya devam edeceğiz. Çünkü bu etkinlik bize göre oldukça sıra dışı. Oradan aldıklarımızı, gördüklerimizi, duygu ve düşüncelerimizi sizlerle zaman zaman elbette paylaşacağız Allâh izin verirse.

Mâlum, bu gün günlerden cumâ. Cumâ bayram. Cumâ sevinç. Cumâ bu anlamda biraz da lâtîfe günü. Ne diyorum biliyor musunuz sevgili okurlar? Bu günlere hep kiliselere takılıyoruz mecbûren. Misâfirlerle ilgilenmeyelim mi? bizim adımıza iş yapan organizatörlerimizi yalnız mı bırakalım? Yakışır mı hiç?

Sakın yanlış anlamayın! Misâfirlerimiz hep Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan, Moldova, Romanya ve Ukrayna gibi hristiyan ülkelerden olduğu için onları gezdiriyoruz. Dün Taşbaşı’ndaydık. Oradan yine bir kilise binâsı olan OBKT’ye gelindi. Bugün de ordayız. Yarın da gidilecek yer, programa göre YASON. Başka târihî, turistik yer olmayınca yapılacak bir şey yok. Elde bulunan bu, n’âparsınız? Burada kimsenin suçu yok sizin anlayacağınız! Hem kiliseye gitmek nerede suç ki?

Cumânız mübârek, maddî-mânevî tüm geleceğiniz bal-börek olsun.

Dilleriniz edep, hâlleriniz âdâp, gönülleriniz edebiyâtla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

14.10.2010


Mar`12
26
EKİM AYI, EKİN AYI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

EKİM AYI, EKİN AYI…

Her ismin bir hikâyesi ya da serüveni vardır. Her şeyden önce sebebi, bahânesi vardır…

Soyisimleri bir araştırın meselâ; hemen hemen hepsinin de mutlakâ bir öyküsü vardır.

Caddeler, sokaklar, köyler, kentler, semtler, mahalleler. Dereler, ırmaklar, çaylar vs.

Elbette ki, en önemli sermâyemiz olan zaman dilimlerinin de anlamlı birer adları var.

Burç köşeleri, bu mânâda yaklaşımlar, yakıştırmalar, takmalar-takıştırmalarla doludur.

Herkes, ilk anda, bilinmeyen kelimelerden kendince anlamlar çıkarıp uçurur da uçurur…

Ama, EKİM bu anlamda en rahat aylardan biri. Bir defâ, yorum problemi söz konusu değil. 

Adıyla-sanıyla, ardıyla-önüyle, her yönüyle EKİM işte; EKİM AYI! Nerden bakarsan bak!

Yâni ekim yapılan; eskilerin ORAK AYI, KİRAZ AYI dedikleri cinsten, tanıdık-bildik bir ay.

Mesele Türkçe ise, en Türkçesinden; anamızın babamızın dilinden, atamızın ilinden bir ay!

Mâlum Ekim ekmek’ten gelir, hattâ gelmekle kalmaz; gide gide en son yine EKMEK olur.

Bu anlamda EKİM, emek demek, ekmek demek; yemek demek, kısaca hayâtiyet demek…

Ekmeden olmaz, biçmeden olmaz. Ek ki EKİM olsun, ek ki EKİN olsun. Ekmeden biçilmez.

İyi güzel de, sormak ayıp olmasın; ne ekiyoruz, ne zaman ekiyoruz? Hani, nerde görülmüş? Öyle ya, hiç EKİM’de ekin ekildiğini gören, duyan var mı? Elbette var! Hem de aramızdalar!

Mısırların, fiylerin, soyaların ekildiğini, fidanların dikildiğini, aşıların yapıldığını biliyoruz. Toprak belleniyordu, toprak aktarılıyordu; tarlalar bir baştan bir başa imece usûlü kazılıyordu.

Ama tüm bu işler, ekmeler-dikmeler; sık bitenleri ayıklamalar, sökmeler baharda yapılıyordu.

BAHARLARIN BİR BİLDİĞİ VAR!

İlkbaharda. Ama bir de sonbahar vardı. Son da olsa, o da bahardı. Onun da bir bildiği vardı! Biz, Sonbahar denince, yaprakların döküldüğünü, mısır, meyve vs.lerin derildiğini biliyoruz.

Ancak, bizden 8-10 yaş büyüklerin gördüğü, bildiği ve yaşadığı bir şey daha vardı; Ki o da,   o zamanların ve hattâ günümüzün temel gıdâ maddesi buğdayın bu mevsimde ekildiğiydi. Kim bilir, belki de adını bundan aldı bu ay. Buğday ne demek? Kısaca ekmek ve her şey!     En temel besin zîrâ. Diğeri et. Hayvanların yiyeceği arpa da öyle. Saman zâten onlardan…

Mâmâfih; EKİM ayı EKİN ayı. Biyolojik varlığımızın devâmı buradaki EKMEK’e bağlı.

Sizce, yemeden yapamadığımız şu ekmeğin ekildiği bu ay EKİM adını hak etmiyor mu?

Arpanın, samanın, ateşin-dumanın, ocağımızda pişen ekmeğin-aşın kaynağı bu mübârek ay!

O zaman ekimi ekim gibi anlayıp, bilelim. Zamanı ona göre ekelim ekimleyelim, ekinleyelim.

Ekim ayı EKİN AYI. Eskiler öyle görmüş. Kültüre HARS demişler, çiftçiye de HARRAS!

Zamanla HARS’ı beğenmeyenler, ona karşılık olarak EKİN sözcüğünü münâsip görmüşler.

Hars kelimesi lûgatlerde çift sürme, tarla işlemedir.. Harras da ekin eken, tarla süren demektir.

Dolayısıyla hars kültürdür, irfandır. Kültür, bir milletin birikimlerinin tamâmını ifâde eder. Her milletin kendine has bilgi, görgü, gelenek, görenekleri, fikir ve sanat ürünleri vardır. Dolayısıyla, bir milletin kültürü, irfânı; onun kimliği, kişiliği, karakteri ve alâmet-i fârikasıdır.

Kendisi kalmak isteyenler, kendini tanımak ve gençlerine tanıtmak zorundadır, millet olarak.

Aksi hâlde başka milletlerin empozesi olan kültür salgınları arasında orijinâlitesini kaybeder.

Bu da felâketlerin en büyüğüdür. Kültürünü unutan nesiller medeniyetlerini de kaybederler.

Nitekim, kültürünü, irfanını kaybedenler ülkesine uzaklaşmış, yabancılara yâr olmuşlardır.

Tevfik Fikret’in Halûk’u misâli  aslına sırt dönmüş; yaban ellerde papaz olup gitmişlerdir!

Yazık, çok yazık derken; yapılması gereken şeylerin olduğunu da unutmamak gerekmez mi?

ORDU’DA KÜLTÜRÜN KADERİ

Hem de çok gerekir ve de bilhassâ Ordu için. Ordu’muzun kozmopolit bir yer olduğu âşikâr.

Yabancı etkilere çok çok açık. Mânevî bünye zayıf. Kültürel faaliyetler yok denecek kadar az.

Var olanlar da, öz kültür adına bir sancı taşımıyor. Cümlesi uçuk, sulu, argo ve de çok uçarı.

Tiyatro eserlerine bakınız. Adlarını okusanız yeter. Milletin parasıyla, milleti bozuyorlar…

Dünyâ çapında sanatçı denilen insanların yaptıkları yontulara bakınız. Anlayan beri gelsin!

Bu anlamda, EKİN adına toprağımıza hep dikenler ekiliyor. Artık buğday ekme zamânı geldi.

Artık,özümüze, ilimli, irfanlı, edepli, ölçülü-biçili sözümüze, has kültürümüze dönme zamânı.

Kendi kültürümüze su kadar, ekmek kadar muhtâcız. Gençlik elden gidiyor; bilesiniz dostlar!

Bir de, kültürel açlığımızın farkında olamayacak kadar ilmimizden irfanımızdan uzaklardayız.

İktidarların bu babda bir derdi olmadı. Mevcut iktidar da buna dâhil. Hep madde, hep madde!

Yapılagelen bunca işler arasında KÜLTÜR, ufacık bir madde olarak bile yer alamadı yazık ki.

Artık zamânı gelmiş olmalı. İlgililer, yetkililer, sorumlular; nerdesiniz? EKİM ayı EKİN ayı.

Tüm sağduyulu kurum, kuruluş ve insanlara sesleniyorum. ARTIK UYANMA ZAMÂNI!

BÎGÂNELER ve DÎVÂNELER…

Üniversiteyle birlikte sorumluluğumuzun boyutları daha da genişledi ve de oylumlaştı.

Ülkenin dört bir yanından gelen çocukları sokağın ve de irfansızların insafına terk etmeyelim!

Kimse, bu mesuliyetten kendini müstağnî göremez. Gençlere, ülkeye, kendinize acıyın beyler.

Artık bu kadar bîgânelik yeter. Bîgâneliğin bundan sonrası dîvânelikten başka birşey değildir!

Biz bîgâne kaldıkça, onlar da bîgânelerle ünsiyet edeceklerdir doğal olarak! Ve işte o zaman; Bîgânelerle ünsiyet etme; bana cihânı zindan edersin!

diye bağıra-çağıra feryat etmenin, hiçbir anlam, önem ve de esprisi kalmayacaktır...

Şu bir gerçek ki, geçen yıl kültürel faaliyetlerde sınıfta kaldık. Duyarsızlıkta yarıştık âdetâ. Ama, inşâllâh bu yıl kendimizi affettirmek için elimizden geleni yapmaya çalışalım dostlar!

Aklımızı başımıza toplayalım, elimizi çabuk tutalım;

EKİM zamânı EKİN zamânı olsun!

Haydiyin, bu günden tezi yok, bir taraftan başlayalım;

VİRA BİSMİLLÂH ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

11.10.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 8 9 10 11 12 [13] 14 15 16 17 18 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...