Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4606804
 Sitede Aktif: 3
 Ip: 172.70.131.150
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
OLAYLI YOLCULUK..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“OLAY”LI YOLCULUK…

Cumartesi’yi “Suya Bakan Adam Günü!” îlan ettik ya; önce bunu kendimiz uygulayalım istedik. Havâlar da gerçekten çok çok güzeldi. Yusuf Kerem’le birlikte vurduk yola. Yeni Fidangör’ün üst taraflarından girdik. Köprübaşı’dan Tahıl Pazarı’na doğru, dala-bata gidiyoruz.

O da benim gibi çarşı deyince aklına kitabevleri gelenlerden. Bunu o gün anladım. Aklına bir-kaç kitap takmış. Nerede kitabevi görse, girelim diyor. Giriyoruz. Çarşı da çok kalabalık. Herkes, havanın büyüsüne kapılarak kendini kapıya atmış gibi. Veyâ, bizim geçen günkü yazımızı okuyan-okumayan düşmüş yollara!

KAYIP ARANIYOR!

İşin şakası bu, fakat gerçeği de şu ki, bir ara Yûsuf’la birbirimizi bile kaybettik. Nasıl olduysa, elimden kurtulmuş. İlk başta panik de yapmadım gûyâ. Sağa-sola, ileriye-geriye bakıyorum. Ama, dediğimiz gibi öylesine kalabalık ki, iğne atsanız yere düşmüyor. Neredeyse adım atamıyorsunuz. Telâş da olunca, aralardan geçmek zorun zoru oluyor. Ne kadar bakarsanız bakın, iki adım öteyi görme şansınız da zayıf.

Meğer, çok yakınımdaymış. Az geride, benden kurtulup da, bulamayınca mızıldanmaya başlamış. Hemen orada birilerinin dikkâtini çekmiş. Baktım oturuyorlar. Baylı-bayanlı bir-kaç kişi birlikte, kenardalar. Ânında ilgilenmişler sağolsunlar. Kendileri de sivil polismişler. Allâh râzı olsun. Çocuk, heyecandan mı nedir, telefon numaramızı da hatırlayamamış! Aslında o tür şeyleri çok bilirdi. İşte, böyle bir durum da yaşadık.

Rabbim, cümlemize birbirimize iyi sâhip çıkmayı, kendilerimize ve çevremize mukayyet olmayı ve de her zaman ve hâlükârda birbirlerimizin değerlerini bilmeyi nasîp eylesin. Kimselere taşıyamayacağı yükler yüklemesin. Âmin.

Yalı Câmi’de ikindiyi edâ ettikten sonra yolun karşısına geçtik. Yûsuf’un önce uzaklardaki rıhtım dikkâtini çekti:

-         Oradaki gemi mi baba? Üzerinde vinç mi görünüyor? O ne işe yarıyor?

-         Evet oğlum. Onunla yük indirip-bindiriyorlar.

BOYACI KARDEŞLER…

Derken, denizin kıyısına kadar yaklaştık. O arada bir çocuk, elinde -kendi yapması olacak- derme-çatma bir sandık;

-         Boyayalım âbi! diyerek gelip karşımıza dikildi.

-         Çok isterdim ama, vakit müsâit değil, şöyle biraz dolaşıp döneceğiz!

-         Olsun âbi, biz de şöyle bir tozunu alırız. Fazla zamanınızı almayız!

-         Peki öyleyse, hadi bakalım! Kaça boyuyorsun?

-         Gönlünüzden ne koparsa âbi. Bir şey takdir edersiniz!

Çocuk küçük ama, ağız tam esnaf ağzı. Bu arada Yûsuf denizin büyüsüne kapıldı. Tam kıyısına varıyor. Dalga gelirken geri çekiliyor. Eline taş alıp fırlatıyor ileriye doğru. Kenardaki küçük kayalıkların üzerine çıkıyor. O arada biraz daha büyük görünen bir boyacı daha geliyor sandığıyla.

-         Selâmün Aleyküm!

-         Aleykümselâm! Ne güzel bak, adam gibi selâm da veriyorsun!

-         Verilmez mi ağabey, selâm Allâh’ın selâmı!

Çocuğun selâm şuuru hoşuma gidiyor. Görüntü ve konuşmalarından hissettiğim kadarıyle soruyorum:

-         Siz nerelisiniz, Sakaryalı mı? Aslında Adapazarı demeliydim; gelmedi aklıma.

-         Hayır, İzmitli!

-         Bu arkadaşın nereli?

-         O da öyle. Zâten biz kardeşiz. Benim adım Hasan, onunki Mehmet.

-         Okula gidiyor musunuz?

-         Hayır!

Buna da hayret ettim. Fazla da kurcalamadım. İkisi de ilköğretim yaşında olmalılar. Özellikle küçüğü. Şimdi hâlâ, hem de şehrin göbeğinde okula gitmeme diye bir şeyler var mı?

ASLINDA, BOYASIZ OLMAZ!

Her neyse, sonuçta iyi de oldu. Bir nevî vâfuk oldu da diyebiliriz. Çünkü, biraz sonra Olay Gazetesi’ne uğrayacağız. 20. Yıl kutlamaları var. Yarın da bir Samsun yolculuğu, Allâh izin verirse. Çocuklara müteşekkirim.

En son, boyacı kardeşlerin fotoğraflarını da çektik. Karta bastırırsak oradaki büfeye bırakmamızı, kendilerinin de oradan alabileceklerini söylediler; ayrıldık. Rabbim yol ve bahtlarını açık eylesin, hayırlısından, inşâllâh…

            Yûsuf’la biraz daha dolaştık oralarda. Kayaların üstünde, suya taş atarken fotoğraf çektittirdi bana. İskeleye koştu. Oralarda da fotoğraflaştık. Bizim gibi fotoğraf çekenler, baba-oğul, arkadaş-arkadaşa ya da âilece dolaşanlar çoktu. Kimileri parklarda oturuyorlardı. Tanışlara da çok denk geldik. Hattâ birisiyle havanın güzelliğinden konuşurken;

-         Bizimkiler dün denizde yüzmüşler bile! dedi.

Evet, birkaç gündür havalar hakîkâten yazdan kalma gibi. Hattâ bugün de öyle. Ama, bu, arılar için hiç de iyi değilmiş. Ordu Arıcılar Birliği Başkanı Necâti Aydın, mevsim normallerinin üzerindeki hava sıcaklıklarının arılara zarar verdiğini belirtiyor.

Fındık için nasıl acabâ? Ne desek yalan. Sonuçta, Allâh’ın dediği oluyor. Önemli olan verilene râzı olup, hazırını lâyıkıyle değerlendirmek. Rabbimiz bizlere, her hâlükârda inanç bilinciyle hareket etmeyi nasîp eylesin.

“OLAY” ZAMÂNI

Evet, oradan dolmuşa binip Olay Gazetesi’ne geçtik Yûsuf’la. Daha uzaktan, yoldan bakınca etrafın çelenklerle kuşatıldığı gözüküyordu. Balonlar, süslemeler; tam bir şenlik görüntüsü. Elemanlar tam kadro orada. Hepsi de şık ve pozitifler. Daha kapıda karşıladılar bizi. Her taraf ziyâretçilerle dolu. Zeki Bey’e haber verdiler. Yanımıza geldi. Bir süre kent, sorumluluk, bağımsızlık, siyâset, belediye, gazete, gazetecilik bağlamında sohbetler ettik.

İkramlar, muhabbetler, değerlendirmeler, 20. yılın haklı gurur ve sevincini tebessüm olarak yansıtıyordu. Bugün burada sâir günlerin ticârî atmosferinden öte bir  hava vardı. Sanki duvarların bile yüzü gülüyordu.

Zeki Bey ve kadrosunu, öncelikle imkânları, kâbiliyetleri, özel durum ve konumları îtibârıyle yayıncılıktaki avantajları, gazetecilikteki yerleri, gelenekleri, performans ve fonksiyonları, yüklendikleri misyonlar, geçmişte yaptıkları, gelecekte yapabilecekleri noktasında tebrik edip başarılar diledik. En son;

-         “Nice 20 yıllara!” diyerek sohbeti noktaladık. Onlar da;

-         “Siz de görün!” dilekleriyle mukâbele ettiler.

Öylece oradan ayrıldık. Aynı dileklerimizi buradan da yine tekrarlıyoruz.

NİCE YILLARA, AMA…

Sevgili okurlar! Bütün bunlar üzerine, son söz olarak diyoruz ki; biz gazeteler

ve tüm siz okuyucular olarak hepimiz, kendi çaplarımızda üzerlerimize düşenleri

hayırlısıyla ve de lâyıkıyla yapabildiğimiz nice güzel yılları hep birlikte görelim,

böylelikle, dünyânın da, âhiretin de saâdetlerine erelim –inşâllâh- ves’selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.12.2010


Mar`12
26
SUYA BAKAN ADAM GÜNÜ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“SUYA BAKAN ADAM” GÜNÜ…

Sevgili okurlar. Ulusal medyanın “şok şok şok!” türü haberlerine kapılarak bizler de geçtiğimiz hafta biraz soğuyan havanın kar getireceğini düşünürken, gündüzler îtibâriyle neredeyse yaz mevsimi geriye dönmüşüz gibi bir hâl var.

İsterseniz bu gün, eğer bir işimiz yok ta köye falan da gitmeyip, orada burada savsaklanacaksak, en iyisi, âile efrâdı ya da sevdiklerimizle berâber, güzelim sâhilimizde şöyle bir tur atalım.

Denize bakalım. Martıları izleyelim. Hava kapalı, hattâ yağmurlu olsa ne yazar? Çocukluğumuzdaki, o, denizlere doğru en içli şarkıları söylediğimiz duru günleri yâd etmemize engel teşkil edebilir mi?

Doğayla ve doğamızla buluşalım. Temiz havayla koklaşalım. Sâkin ya da hırçın; o güzelim dalgaların merâmını anlamaya çalışalım. Buna ihtiyâcımız var. Burnumuzun dibindeki nîmetin farkında değiliz. İşe-güce, siyâsete, dizilere, şamataya öylesine kapıldık ki, neredeyse kendimizi, yaşadığımız yöreyi bile unuttuk.

Bir düşünün. Nice insan deniz deniz diye can atarken, suya hasret duyarken biz denizli bir ilde yaşadığımızdan habersiz gibiyiz. Şehrin gürültüleri, sokağın patırtıları, tuşların tıkırtıları, ekranların hakırtıları alıyor bizden bizi. Başka âlemlere, olmadık yerlere götürüyor. Öyle umuyorum ki, kıyıların nâzik dokunuşları sizi size getirecektir.

Hele bir de, gönlünüzü açabilirseniz ufuklara doğru, sonsuzluğun kapılarının açıldığını hissedeceksiniz. İşte o zaman içinizden bir şeyler mırıldanmak gelecek.  Şiir söylemek de olabilir. İşte burada, tam da bu havaya göre bir şiir var. Sâhilde bir banka oturup bu şiiri okuduğunuzda duygularınızın güvercinlerle birlikte uçuştuğunu, gönlünüzün sevgilerle tutuştuğunu görebilirsiniz.

Şiir, bizim kuşağın yetkin şâirlerinden Sadettin Kaplan’a âit. Merkezi İstanbul’da bulunan ve yakında kentimizde de faaliyete başlayacak olan Dil ve Edebiyat Derneği’nin aylık dergisinde ayın şiiri olarak yayınlanmış. Biz, derneğin internet sitesinden aldık. Bir güzel hafta sonu hediyesi olarak paylaşıyoruz.

Sevgili okurlar! Bu gün bizler de bir Suya Bakan Adam olmaya çalışalım. Bakalım nasıl olacak? Bizde de aynı duyguları mı canlandıracak deniz; yoksa çok daha farklı hisler yaşayacağız? Her hâlükârda bir duygu denzinin dalgalarında yüzeceğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. İşte şiir derken;

Şiirli, şuurlu, şiarlı günler dileğiyle, sevgiler, saygılar sunuyoruz; ves’selâm…

            Suya Bakan Adam

Güneş bir mızrağın ucundaydı batı ufkunda

Ufuksuz dağların eteğindeydi geceler

Çok uzak bir çölde kum içiyordu bir yılan

Çok uzak bir sahilde şimşek çakıyordu

Bir adam oturmuş suya bakıyordu

 

Mızrap hep aynı tele vuruyordu aynı türkülerle

Türküsüz dudaklarda pıtraklaşıyordu bozkır

Al türküler kanatlarındaydı allı turnaların

Bir gölge gölgesinde gölgeleri yıkıyordu

Bir adam oturmuş suya bakıyordu

 

Kalem kırılmak üzereydi o son yazıda

Yazısız kitapları okurken kitapsızlar

Çok susmuştu saçaktaki son serçe

Çok susamış bir şarkıyı şakıyordu

Bir adam oturmuş suya bakıyordu

 

Su akıp gidiyordu gözlerinin önünden

Önünden kervan geçmeyen handa sayrıydı akıl

Çok beklemişti özüne öncü olacak başı

Her düşünce çıngısı bir düşü yakıyordu

Bir adam oturmuş suya bakıyordu

 

Karanlık çemkiriyordu suyun öte yakasında

Yakası yırtılmamış yakamoz yoktu suda

Çok derinlerde bir cadı ateşin başında

Çok başlı bir yılana günleri takıyordu

Bir adam oturmuş suya bakıyordu

 

Ve yanıyordu son umut akşamın son ateşinde

Ateşine can adanan kara külhanlar aşkına

Sular susamışlardı bir adam gölgesine

Oysa adamın gölgesi gönlüne akıyordu

Bir adam oturmuş suya bakıyordu

Sadettin Kaplan

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

24.12.2010


Mar`12
26
YOLCULUK ve MAHALLE BASKISI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

YOLCULUK ve MAHALLE BASKISI

“Yolculuk kişinin ahlâkî durumunu ortaya çıkarır.”mış. Bu, belki yol arkadaşlığı bağlamında söylenmiş bir sözdür daha çok. Ya da, arkadaş seçerken başvurulabilecek bir kriter olarak ortaya konulmuştur.

            Büyükler bunu çeşit çeşit şekillerde dile getirirler. Bir insanı tanımak için birlikte “3 kilo tuz yemen lâzım!” derler meselâ. Veyâ, “3 çit darı yemeniz lâzım!” derler. “Uzun bir yolculuğa çıkman gerekir” derler. Buradan, anlaşılması gereken, bir insanın, eğer yol arkadaşlığı yapılmamışsa gerçek anlamda tanınmış olamayacağı gerçeğidir.

            Aslında bunu şöyle anlamak ta mümkündür: Kişinin kendini tanıyabilmesi de biraz yolculukla ilgilidir. Zîrâ, insanın çevresi onun bir havuzudur. Barınağı olmak yanında korunağıdır da aynı zamanda. Orada, tanıdık-bildik çevre ve insanlar arasında kendini daha çok güvende hissettiği gibi, her anlamda kontrolde de olduğunu düşünür. Hareketlerini de, çevrenin teâmül ve temâyüllerine göre belirler. Ondan da öte, farkında olmadan bir akış şekillenir yâni. Böylece, çok gönlüne göre olmasa da kendince bir orta yol düzeni tutturulmuş olur. Sisteme uyulup, öylece yaşanılıp gidilir.

                                           SEFÂ MI, VEFÂ MI?

            Gel gör ki, o havuzdan çıkıp, mahalleden sıyrılıp ta, -tâbiri câizse- gözden ırak yerlere gidilince aynı düzen devam eder mi? Elbetteki etmez. Etmemelidir de! Çünkü, o yolculuğun insana etki ve katkıları kaçınılmaz olmalı. Ama, meşhur türkümüzde geçtiği gibi;

                                               “Yârim, İstanbul’u mesken mi tuttun?!

                                               Gördün güzelleri, beni unuttun aman!”

şeklinde de olmamalı. Nereye gidilirse gidilsin sıla unutulmamalı, serden geçilmeli ama yârdan geçilmemeli. Sefâ yolu ihtiyâr edilip de, vefâ es geçilmemeli. Hem dünyevî, hem de uhrevî anlamdaki AHDE VEFÂ kavramı hiçbir zaman göz ardı edilmemeli. Vefâdan kopanlar belirsizliklere, sonu gelmez gurbetlere savrulur çünkü.

                        Ama durum, Pir Sultan ABDAL’ın;

                        Dostum beni ısmarlamış gel diye;

                        Gideceğim ammâ yol bozuk, bozuk!

dediği gibi olursa n’olacak? derseniz; o zaman kişinin, kendisine daha bir mukayyet olmağa çalışması gerektiği açık. Kendini sabırla, sebatla, metânet ve istikâmet duygusuyla donatacak. Ona göre çevre, yol, hâl ve gidiş belirleyecek.

 HAVUZ ve ŞAVUL

            Fakat, kim ne derse desin; her yolculuk insanda bir tâzelenme, kabuğunu kırma, yeniliklere açılma hissi verir. Hattâ saçılmaya bile teşvik eder! Bir nevî kanatlandırır. Kıyıda-köşede kalmış, şu ya da bu şekilde bastırılmış, beklemeye bırakılmış duygularını da ayaklandırabilir. Bu olumlu yönde olabileceği gibi olumsuz da olabilir tabiî.Burada âile terbiyesi ve eğitimin etkisi kendini belli eder.

            Kimi yolculuklar vardır ki, gerçek yolu, SIRÂT-I MÜSTAKÎM'i buldurur. Kimi yolculuklar da vardır ki, yol kaybettirir Allâh(CC) korusun. Nice gurbetçiler daha iyi hâllerle gelirler sılaya. Niceleri de, daha yozlaşmış olarak dönerler. Bu da bir nasip-kısmet meselesi.

            Bu şuurda olunduğu, Allâh’ın ipi olan Kur’an’a sımsıkı tutunulduğu sürece, nereye uçarsanız uçunuz, nereye göçerseniz göçünüz, o ip sizin Hak binânızın şavulu olur, dünyânızın da, âhiretinizin de mutluluk yuvalarını tesis edebilmenizi sağlar. Aksi hâlde, savrulur gidersiniz meçhûllere doğru.

                                  

                                   GELİŞMELER ve de ÇELİŞMELER

            Ülkemizde gözle görülür hızlı gelişmeler var. Dünyânın bir ucundaki bir yenilik hemen yanıbaşımızda bitiveriyor. Çoğu defâ bu çabukluk, millete hizmet etme, ona açılım sağlama duygusundan kaynaklanıyor. Ama, insanlar onu iyiye de, kötüye de kullanabiliyor. Bu  noktada, yöneticilerin yapabileceği şeyler oldukça sınırlı. Çünkü, şer cephesi çok sinirli! Ahlâkî bir dileğinizi dillendirseniz, sizi hemen çağdışılıktan başlayıp, “muâsır medeniyet baskısı”na tâbî tutuyorlar. Siz de ister-istemez tutulup kalıyorsunuz.

            Yaptığım son il dışı yolculukta el kaldırıp bindiğim otobüsün her koltuğunda televizyon vardı. Belirlenmiş 15 kanal var. Ayrıca müzik kanalları var. İstediğinizi seçebiliyorsunuz. Yazın gittiğimde böyle şeyler yoktu. Dönüşteki otobüste de aynı şekildeydi. Beriden öte bakıyorsunuz, herkes değişik kanallar izliyor. Kimi spor, kimi dizi. Kimisi de haber program.

                                 

                                    SUS-PUS, TUZ-BUZ!

            Söylemek istediğim, eskiden, iyi-kötü insanlar otobüslerde tanışırlardı. Birbirlerinin yüzüne bakarlar, azdan-çoktan sohbet ederlerdi. Milletten, memleketten, yerden-yurttan, çelikten-çocuktan konuşurlardı. Dertleşir, söyleşirlerdi. O da kalktı. Hattâ, buralardaki muhabbetleri konu edinip OTOBÜSNÂME adlı kitap yazanlar bile vardı. Şu televizyon denen şey aramıza fitne sokmadı direkt olarak belki ama, bizi muhabbetten kopardı. Gitgide iyice yalnızlaşıyoruz. Tuz-buzlaşıyoruz. Rabbim, türmedaan, yâni darmadağınık olmaktan korusun!

            Sevgili dostlar. Cumâlarımız kutlu, gün ve gecelerimiz, gönüllerimiz mutlu,

            çocuklarımız, gençlerimiz, inançlı, ibâdetli ve de dâim umutlu olsun ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

23.12.2010


Mar`12
26
DÂHİLER ve DELİLER; KÜLTÜR MAHŞERİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

"DÂHİLER ve DELİLER"; KÜLTÜR MAHŞERİ

Bu kitabı iki yılı aşkın zaman önce Sıhhiye’den, Türkiye Diyânet Vakfı Kitabevi’nden almışım. Okumak son zamanlara nasip oldu. Kentimizde çay evi, kültür-kafe muhabbetleri çerçevesinde başladım ve kısa zamanda  bitirdim. Kitabın son çeyreğini de sırada beklerken yine buralarda okuyup değerlendirdim. Kitabın konusu her ne kadar , geçtiği yerler olarak İstanbul olsa da, bize onunla tanışmak, buluşmak ve dertleşmek Ankara ekseninde nasîp oldu. Zâten, kitapta geçen kahramanların çoğu da İstanbul eksenli bir devletin vatandaşları olarak dünyâya gelip onun sıcak etkileri altında hayat  sürmüşken,  bizler doğma-büyüme yepyeni bir anlayış ve algılayışın etkileri altında biraz ondan, biraz bundan atıştırarak yeni bir hayâta tutunmanın mücâdelesi içerisinde sürüklenip gidiyoruz. Henüz, tercihlerimizin belirginleşerek, yolumuzun ve yordamımızın netleştiğini, âidiyetimizin ayan-beyan ortada olduğunu söylememiz mümkün değil. Sizin anlayacağınız, Veysel diliyle, “İnce uzun bir yoldayız; gidiyoruz gündüz-gece!” Ama, nereye? İnşâllâh daha iyiye deyip, elinden gelenler ve de gönlünden kopanlar uğraşıp duruyorlar. Herkes de bir yol tutturmuş gidiyor.

Değerli okurlar. Osmanlı’nın târihteki yerini tamamlayıp idrâk ve hâtıralardaki yerine çekilmesinden sonra, memleket birdenbire boşluğa düştü. Bu beklenmedik bir durumdu. Öyle ya; bu milletin 1000 yıllık çizgisi belliydi. Dîni , diyâneti, yolu-yordamı, kültürü, geleneği, edebiyâtı, siyâseti, medeniyeti, her şeyi İslâmdı. İslâm haktı. Tartışılmazdı. Allâh’ın yoluydu. Peygâmberin çizgisiydi. Şimdi, bunun yerine ne konulacaktı? Ne konulabilirdi ki?! Diğer sistemlerle Allâh’ın dîni aynı kefeye konularak tartışılabilir miydi? Bu, en asgarîsiyle Güneşle mumu yarıştırmak gibi bir şeydi!

İşte, Osmanlı’yı hasta eden batının, onun coğrafyasına dayattığı yeni yollar, cılga, cılız, karanlık ve de sonunun nereye çıkacağı belirsiz bir yoldu. Hiç, milletin asırlardır yaşadığı, başı sonu güven dolu Hak yolla, bu dış rüzgârların üflediği ne idüğü belirsiz yollar bir olabilir miydi? Olamazdı ama, olacaktı işte!

Elbette, bunun mücâdeleleri de olacaktı. Yukardakiler dayatmalara boyun eğse de kalem erbâbı olanlar, ilim adamları, sanatçılar olan bitenlere sessiz kalamazlardı. Bu aziz milletin bunca birikimi, ortaya koyduğu medeniyet, öyle bir hamlede sökülüp atılabilecek kadar basit miydi? Basitse, nasıl bu kadar yüzyıllardır bunca hârikalar sergilemiş, ilim adamları, sanatçılar, edebiyatçılar, kahramanlar yetiştirmiş, bütün dünyânın selâm durup örnek aldığı bir medeniyet ortaya koyabilmişti?

Çanakkale Mahşeri’nin yazarı Mehmet Niyâzi bana göre, Dâhiler ve Deliler kitabıyle kültürel Çanakkalemizden kesitler sunmuş, dînî, ilmî, edebî, felsefî mücâdeleleri gözler önüne sermiş. Milletimizin ne yapacağını şaşırdığı dönemlerde inanç ve güveni sarsılmadan onun ruh asâletine sâhip çıkıp canlandırmaya çalışanlarla, batı meftunları arasındaki söz, hareket ve kültür mücâdelelerini Küllük ve Marmara Kıraathânesi müdâvimleri ekseninde işlemeye ve o dönemlerde nelerin olup-bittiğini, bizlere düşenin neler olduğunu anlatmaya çalışmış.

Roman tekniğiyle ve hepimizi meraklandırıp atmosferine alan canlı bir uslupla örülen kitabı okurken siz de kendinizi olayların içinde buluyorsunuz. Kitabı elinize almaya görün; milletimizin, olaylarla ve günün kimi rumuzlu, kimi sâhici kahramanlarıyle birlikte kendinizi  kültür ve medeniyet mâcerâmıza kaptırıyorsunuz.

20. yüzyılın orta kuşak diliminde ülkemizde yaşanan stratejik tartışma ve arayışların bir aynası niteliğindeki kitap, en son, tüm bu mücâdelelerin ekseninde cereyân edip dillendiği  Marmara Kıraathânesi’nin yıkılması, baş kahramanlardan Binbaşı Hüsrev’in de eş zamanlı tevâfuk eden olağandışı vefâtıyla son buluyor. Ancak, oradan tüm coğrafyaya yayılan mücâdeleler devam ediyor. Kendini, bu soylu dâvânın bir yerinde hisseden herkesin, bu memlekette olup-bitenleri daha iyi anlama, daha gerçekçi  ve pratik işler peşine düşme, geleceğe dâir daha güzel  ve isâbetli hayâller kurma adına bu kitabı okumasını harâretle tavsiye ediyorum. İnşâllâh biz de zaman zaman bu kitaptan istifâde ederek, çeşitli  atıflarla meselelerimizi anlatma yolunu seçeceğiz. O zaman, daha somut şeyler sunma imkânı da bulmuş olacağız.

Elimdeki kitap ÖTÜKEN NEŞRİYAT (www.otuken.com.tr) yayını ve 2007 İstanbul basımı. Bilhassâ, Necip Fâzıl, Osman Yüksel Serdengeçti ve Hilmi Oflaz gibi isimleri ve mücâdelelerini anlamak için canlı bir kaynak niteliği taşıyor kitap. Erol Güngör, Muzaffer Ozak, Nihal Atsız, Nuri Karahöyüklü vs. gibi ilim, kültür, gönül ve aksiyon adamı daha nice isimler, kişilikler; hepsi bir dönemin bir tarafları. Hem de ateşli tarafları.

Sevgili okurlar, bizler, “OKU” diye söze başlayan bir dinin ve bu temel üzerine kurulu

bir medeniyetin mensuplarıyız.  Öyleyse; durmak yok, okumaya devam ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.12.2010


Mar`12
26
İYC ORDU ŞÛBESİ ŞEKİLLENİRKEN…
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

İYC ORDU ŞÛBESİ ŞEKİLLENİRKEN…

Geçtiğimiz yaz yapılan müracaatla birlikte kurulma sürecine giren ve yakında yapılacak 1. olağan genel kurul sonucunda şekillenecek görev dağılımıyla faaliyetlerine başlayacak olan İlim Yayma Cemiyeti Ordu Şûbemiz inşâllâh hayırlı hizmetlere imza atacak. Sergileyeceği performansla da yöremize ve insanlarına her anlamda ümit ışığı olma özelliği taşıyacaktır.

Ordu merkezde ilk olmakla birlikte ülke çapında tanınan ve yaygın olan İlim Yayma Cemiyeti, Cumhûriyet sonrası ilmî ve hayrî cemiyetlerin ilki olamasa da en önemli ve köklülerinden birisidir. 11 ekim 1951'de kurulan ve asıl kuruluş amacı kurulduğu dönemde komünizmle mücadele olan cemiyet, topluma ahlaklı, namuslu, şerefli ve saygın insanlar yetiştirme amacıyla çabalayan, ülke için son derece yararlı bir cemiyettir.

Cumhurbaşkanları ve Başbakanlarımız dâhil, bir çok hükümet üyeleri, ünlü ilim adamları, edebiyatçılar, bürokratlar ve sayısız siyâsî kişiliklerin yetişmesinde katkısı olan bu cemiyetin Ordumuz’da da faaliyete geçecek olması gençlerimizin geleceği adına ümit vericidir.

Bir şekilde bu teşkilâta uğrayan, orada barınan, faaliyetlerine katılan ya da burs alanların İlim Yayma Cemiyeti hakkındaki yaklaşımları gayet olumludur. Onlara göre bu cemiyet, yurt çapında yurtlar açan, yurtları yardımlarla döndüğünden fiyatları gayet uygun olan, milletin, memleketin, insanlarımızın ve bilhassa gençliğimizin hayrına olmak üzere çok çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunan bir cemiyettir. Öğrencilerin değerlendirmelerinden seçmelerle yolumuza devam edelim:

          ÖĞRENCİLER NE DİYOR ?      

“Üniversite öğrencilerine iyi imkanlar sunarlar, ortaokul ve liseler için genelde evler tercih edilir.  Öğrencilere burs imkanları da sağlanır. Yardımsever gönüllü insanların kurmuş olduğu, başındaki insanların güvenilir ve sağlam olmasına dikkat edildiği, samimiyetin hakim olduğu cemiyetlerden biridir İlim Yayma. Kalitesi, sıcaklığı ve kuşatıcılığı tartışılmaz.”

“Her hangi bir çıkar beklemeden, Allah rızası için öğrencilere yardım eden, vakıf niteliğinde bir cemiyet. Asker kökenli ilk genel başkanlardan Hasan Sağlam’ın belli bir dönem nesli üzerinde çok emeği vardır ve bu asker kimliği nedeni ile 28 şubatta en az baskı gören vakıflardandır.”

“Türkiye nin dört bir yanında yurtları vardır ve özellikle yüksek öğrenim görenlere yönelik faaliyet içindedirler. Yurtta kalan öğrencilere herhangi bir baskı uygulanmaz. Düşünülen, yalnızca güvenli olmak ve güven duymak ve de güven vermektir. Faaliyetlere katılmada gönüllülük esastır.”

“Bir parçası olduğum için gurur duyduğum ve elimden geldiğince kendilerine olan gönül borcumu ödemeye çalışacağım bir kuruluş. Kendilerine minnettarım.”

“Konya'da 2 yıl boyunca yurtlarında ikamet ettiğim (hicret, mevlana) cemiyet. Süper kaliteli hizmet ve konaklama imkanlarına rağmen diğer özel yurtlardan oldukça düşük fiyatlara öğrenci kabul ederler. Çünkü amaçları para kazanmak değil, dinine diyanetine sahip çıkan, memlekete ve ailesine faydalı bireyler yetiştirmektir. Sigara içme mevzusundan 2. senemde beni sürgüne yollamış olsalar da haklarını ödeyemem. Yurt müdürü hala bayramlarda mesaj atar, öyle vefalı insanlar görev yapar iyc'de.”

“Her kurumun olduğu gibi bu kurumunda kendisine has bazı kriterleri bulunmaktadır.  Niye bilim değildir de ilim yayma cemiyetidir acaba; merak uyandıran kurumdur!”

VİZYON, MİSYON ve İLKELER

       

     İYC, kendi misyon ve vizyonunu açıklarken kendisini, “inancıyla, tarihiyle, kültürel birikimiyle ülkemizin insan mozaiğinin sesi” olarak açıklar. Gâyesini de, “geçmişiyle barışık, geleceğin vizyonunu yakalayan, kendisi ve çevresi ile sağlıklı iletişim kurabilen, tebessüm etmesini bilen, şahsiyetli bir gençliğin yetiştirilmesini hedefler.” şeklinde belirtir. Ve; “Ülkemizin sivil insiyatif olarak kabul ettiği her türlü Vakıf, Dernek, Cemiyet ve Cemaatten bağımsız olarak kendine has özellikler ile faaliyet gösterir. Ancak gerek gördüğünde bu oluşumlarla birlikte hareket eder. Hizmetlerinden, tüm toplum kesimlerinin âdilane bir şekilde ve hakkaniyet ölçülerine göre yararlanmasına gayet eder; bunu istismar etmek isteyenlere fırsat vermez.” şeklinde ilkelerini açıklar.

            İlim Yayma Cemiyeti Şûbesi Ordumuza hoş geldi safâlar getirdi. İnşâllâh, hepimiz yardımcı olalım.  Ordumuzun ihtiyaçları çok. Üniversiteyle birlikte gençlik çığ gibi akıyor kentimize. İyi güzel de, gelen her çocuk, artan her sayı, ev sâhipleri olarak hepimizin omuzlarına mânevî yük bindiriyor. Bunu hatırlatmak isterim.

HİZMET EDEN KENDİNE

Hepimizin bir vakıf yanı, cemiyet tarafı bulunmalı. Birbirlerimize yardımcı olmalı ve gençliğimize sâhip çıkılmalıdır. Çünkü onlar, hem geleceğimiz, hem de ahretteki en zorlu imtihanımız. Bu dernek ve cemiyetler aslında onlara karşı görevlerimizi yaparak imtihanımızı kolaylaştırmak adına gençlerden çok bizlere yardımcıdırlar.

            Gelecek hafta sonu 1. Olağan Genel Kurulu’nu yaparak şekillenmesini tamamlayıp 2011’le birlikte gündemimize girecek olan İYC Ordu Şûbesi’nin hayırlara vesîle olmasını, yöremizin ilim, irfan, vakıf, cemiyet faaliyetlerine olumlu katkılarda bulunmasını diliyor, Yüce Rabbimizin, artan maddî-mânevî olumsuzluklar karşısında hepimize uyanık olmayı nasîp etmesini ve bilhassa gençlerimizin yardımcısı olmasını niyâz ediyor, üstün başarılar temennîsiyle, sevgi cümleye ve saygılar sunuyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

21.12.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 1 [2] 3 4 5 6 7 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7139)
AKROSTİŞ YAZILARI (5511)
FOTOĞRAF-NÂME (5185)
MODA-NÂME (5063)
EYMÜR-NÂME 2 (4927)
EYMÜR-NÂME 1 (4651)
Bedford-nâme (4623)
Nûri KAHRAMAN (4616)
EYMÜR-NÂME 3 (4589)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3948)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...