Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608798
 Sitede Aktif: 1
 Ip: 172.69.17.99
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
KURANLA TÂTİL ARASI; GERÇEK BİR GÖNÜL YARASI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

KUR’AN’LA TÂTİL ARASI;

GERÇEK BİR GÖNÜL YARASI!

Bizler millet olarak hepimiz, komple, Müslüman değil miyiz –elhamdülillâh- sevgili dostlar?

Bir zamanlar %99 denir; en kötümser ihtimâl, %90 olarak telâffuz edilir değil miydi?!

Bu anlamda, yüzde olarak, Müslüman nüfus oranı en yüksek ülkeyiz yanlış hatırlamıyorsam.

Demek ki, beriden öteye, yukardan aşağıya silme müslümanız; adımız belli, yerimiz belli!

Hattâ, bin yıl fiilî bayraktarlığını yapmışız İslâm dâvâsının; hâlâ bu iş, yine bizim uhdemizde!

Uygar denilen ülkeler bir uygarlık tutturmuşlar gidiyorlar; ama nereye, onlar da bilmiyorlar?!

Parıldar gibi gözükenler sâdece teknolojinin yanılsamaları; yalancı ışıklar, geçici yakamozlar!

Parlak ışık oyunlarıyla oyalanıyorlar; Hakkın boyasından habersiz yalanlarla boyalanıyorlar!

Biz ne güzel, ne şanslı milletiz böyle! Rabbimiz bize kendini bildirmiş, hak yolunu göstermiş!

Âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili elçisiyle tanıştırmış, onun dostlarıyla buluşturmuş.

Milletin-memleketin, dînin-diyânetin, en güzelini, târihin-coğrafyanın en şereflisini lûtfetmiş!

Eğri oturup, doğru konuşalım; şu çevremize bir insaf gözüyle, hakîkât gözlüğüyle bakalım?

Noksan olan ne var? Topraksa, toprak; denizse deniz, havaysa hava, suysa su, yeşilse yeşil!

Ne ekiyoruz da bitmiyor? Arabalar hangi tarafa gitmiyor? Nelerimiz nelerimize yetmiyor?

Hemen mızmızlanmayalım lütfen! Bir noksanlık varsa, bunlar tamâmen bizim hatâmız!

Şu toprak bizi beslemez mi, şu iklim, şu yayla, şu imkânlar, şu bereket hepimize yetmez mi?

Biz çalışmıyorsak, birbirimize hak tanımıyorsak, bencilsek, zâlimsek kabahat kimde?

Bir de doyumsuzsak, kimseye hak tanımadan; bütün dünyâ bizim olsun demeye getiriyorsak!

Çevremiz de hakkına aslâ râzı olmayan, hırslı, hoyrat, tecâvüzkâr insanlardan oluşuyorsa!

Ve, birbirimizi üzmek, ağzının tadını bozmak için elimizden geleni ardımıza koymuyorsak!

Kısaca, madden geçinemiyorsak ve de birbirlerimizle de bir türlü geçinemiyorsak, suç kimde?

Hâlbuki, Allâh’ın dînine uysak, bencilliklerden arınsak, haklarımıza râzı olsak, bunlar olmaz!

Çok kazanan yine olur ama, fakiri gözetir. Zekâtını, öşürünü verir, ilgilenir; dengeler kurulur.

Her kes işinde-gücünde, birbirine ve haklarına saygılı bir şekilde, kardeşâne yaşar gider.

Etraf, dünyâyı birbirine zindan etmek isteyen insanlardan oluşuyorsa, hiç şansınız yoktur.

Dünyânın neresinde olursanız olunuz; mutluluğu yakalama imkânınız kalmamıştır.

Evet, söz nereye gelecekti; çocuklarımıza elbetteki, biricik servetlerimize, göz nurlarımıza!

Vilâyet çapında, 150 bine yakın çocuğumuz karne aldı, yapılan açıklamalara göre.

Yavrularımızın tâtilleri hayırlı olsun. Onların güzelliklerine güzellik katsın inşâllâh!

Çok çeşitli okullarda belki 50’nin üzerinde ders çeşidi var çocuklarımıza öğretilen.

Fakat görülen ders listelerinde Kur’ân-ı Kerîm yazan kaç karne var bunların içerisinde?

İmam-Hatip Liseliler hâriç -ki onlar da devede kulak denilecek 2-3 bin kadar- hiç ve aslâ yok!

Kur’an ne; Allâh’ın kitabı?! Kime gönderilmiş; bize? Niçin, bizim mutluluğumuz için?

Peki, biz bunu çocuklarımıza öğretiyor muyuz? Eh, işte, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz!

Peki, niye gevşek tutuyoruz bu işi? Biz Allâh’a, O’nun kitabına güvenmiyor muyuz?

Niye onu okullarımızda öğretmiyoruz? Hattâ, derslerin en başına koymuyoruz?

Allâh’ın kitabı buna lâyık değil mi? –Hâşâ!- Yoksa, belki de biz buna lâyık değiliz değil mi?

Evet sevgili dostlar; biz ve çocuklarımız henüz bu bahtiyârlık noktasına gelebilmiş değiliz!

Ne güzel, yıl boyu, diğer dersler gibi, mukaddes kitabımızı okuyup öğrenmek varken; şimdi,

Onu tâtille sâhil arasında çözmeye çalışacağız. İki arada bir deredeyiz! Sâhi, biz neredeyiz?

Sıcakta ders olmaz diye, hasat mevsimi diye, gezmeye-tozmaya müsâit diye yaz aylarını,

ne yapmışız, tâtil yapmışız?! Hadi gel de Kur’an öğret bakalım, ne kadar öğreteceksin?

Bu kadarına da şükür diyeceğiz ama, neden? Neden, benim biricik mutluluk sebebim,

Güzel Rabbimizin,  en güzel kıvam ve şekilde yarattığı biz Âdemoğulları için gönderdiği, kitapların, gerçeklerin, yolların en güzeli olan kitabımızı, biricik hakîkât güneşimizi,

niçin kaçak-göçek, kıyıda-köşede, molada tâtilde öğrenmek durumunda kalıyoruz?

Bu okullar gâvur parasıyla mı yapıldı? “Sen ne diyorsun beyefendi?” dediğini duyar gibiyim!

Evet, diyorum ki, bu çok gülünç; millete ve onun çocuklarına zulümden başka bir şey değil.

“Eski köye yeni âdet mi getirmek istiyorsun, derdin ne?” diye bir soru gelebilir aklına.

Ama, adet yanlışsa, eski, yeni fark etmez. Fikrimi söylüyorum sana. Bir vebâli hatırlatıyorum.

“Takdir senin!” diyorum ama, gerçekten senin mi, onu da tam olarak bilmiyorum doğrusu! Çünkü , takdir gerçekten senin olsaydı, sen bu işi böyle yapmazdın diye düşünüyorum.

Bize, bu koskoca, asıllı, asâletli millete, ne akıl almaz şeyler yutturulmuş diye düşünüyorum!

Yanlış mı düşünüyorum? Doğru mu düşünüyorum? Düşünüyorum ya; burası önemli!

Ne demiş filozof: DÜŞÜNÜYORUM; ÖYLEYSE VARIM!

En iyisi biz de var olalım efendim, ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

20.06.2010


Mar`12
26
BABALAR ve ÇOCUKLAR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BABALAR ve ÇOCUKLAR

Bilmem, “BABAM ve OĞLUM” adlı, başrolünü Çetin TEKİNDOR’un olağanüstü bir şekilde oynadığı filmi gördünüz mü? Bu film, ülkemizde Baba-Oğul arasında sergilenen gelenekselleşmiş acımtırak tavırları nazara getiren çok gerçekçi bir eser. Etkilendiğim, çok gerçekçi bulduğum nâdir filimlerden.

Mâdem, babalar günü falan diye bir şeyler var. Gündemimizin kenarlarında dolaşıyor. Benim buradan, bu anlamda, bu vesîleyle yapacağım ilk tavsiye, bu dramatik filmin izlenmesi, kendi durumlarımızın da bu aynada gözden geçirilip, yeniden dizayn edilmesidir.

Baba kelimesi her zaman gücün, kuvvetin sembolü olmuştur. Bu başta âilede böyledir. Nitekim, bir sözde şöyle der: “Baba, koruma ve yardımın, anne şefkat ve sevginin sembolüdür. Lâ Edrî”

Lâkin, âile dışında kazandığı anlam îtibârıyle de baba yine kuvvete delâlet eder.  Kısaca siyâsetteki baba imajı ve baba filimlerini hatırlatmak bu gerçeği ispat için yeterli olur sanırım..

Nereden bakılırsa bakılsın, hem anne, hem de baba, çocuklar için hem maddî, hem de mânevî anlamda bir güçtür. Sevgi ve güven kaynağıdır. Her şeye bir düzen getiren dînimiz de, topluma ve âileye atfettiği önem bağlamında ebeveyn ve çocuklara ayrı ayrı misyon yüklemiş, görev ve sorumluluklar vermiştir.

“Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa,  yolcuya ve

mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın…” (en-NİSÂ, 36)

Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyiliktir.  HADÎS-İ ŞERÎF

Babayla ilgili özel olarak da, İslâm Büyüklerimizin çok sözleri vardır. Bundan bir-kaçını da paylaşalım isterseniz:

Babalar, fâni hayatın terbiye vereni, ebedî hayatın sebebidirler. Hz.Ebu Bekir (RA)

*

Babana riayet edersen, sen de oğlundan hürmet ve riayet bekleyebilirsin. Hz.Ali (RA)

*

Baba, âilenin saâdet semasından bir güneştir. ABDURRAHMAN ŞEREF

*

Bir babadan, gücünün ve kazancının üstünde hayâtî kıymetler beklemek,

ana ve çocuklar için hak değildir. Abdurrahman Şeref GüZELYAZICI

Batılı eğitimci, filozof ve düşünürler de, bu konuda çarpıcı sözler söylemişlerdir:

Yaşlandığında çocuklarından bekleyeceğin şey, senin babana yaptığındır. PİTTACUS
Baba olduktan sonra göreceksiniz ki, kendi mutluluğunuzdan çok,

çocuğunuzun mutluluğu ile mutlu olabilirsiniz. BALZAC

Bir baba, yüz evlada bakar da yüz evlat, bir babaya bakmaz!

G.D. ANNUZİO

Babanın erdemleri, çocukların servetidir. Anatole FRANCE

*

Çocuklarınıza ders vermek istiyorsanız bu hiç de gerekli değil; kendinizi örnek gösterin.

Ama sizin gibi olmaları için değil, sizin gibi olmamaları için! Bernard SHAW 

*

Çocukların, nasihatten çok iyi örneğe ihtiyaçları vardır. Joseph JOUBERT
*
*Bir baba, yüz öğretmene bedeldir. George HERBAT

İlk başta anne-babalarımızın çocukları, sonra çocuklarımızın anne-babası oluruz.

Daha sonra anne-babamızın anne-babası, En sonunda da çocuklarımızın çocukları oluruz.

MİLTON GREENBLATT
Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onları yaratıcıdan ödünç aldınız.

MOHAWK KABİLESİ

Çocukları iyi yapmanın en iyi yolu onları sevindirmektir. Oscar WİLDE
*

Adettir; babanın topladığını oğlu saçar. GOETHE

*

 Çocuklara, babalarının yeteneklerine göre değil,

kendi yeteneklerine göre meslek bulmak gerekir. PLATON
*

A T A S Ö Z L E R İ’ne de yer vermek gerekirse, birkaç örnekle yetinelim:

* Baba ocağı satılmaz; tüttürülür! *Baba, oğlunun fenâ olduğunu istemez.

* Baba sevgisini koru. O sevgiyi kesip atarsan tanrı da senin mutluluk ışığını söndürür!

            Bu günlük de bu kadar. Sevgi, saygı ve sağlıcakla kalalım ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

18.06.2010


Mar`12
26
UZAKLARDAN BİR CUMÂ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

UZAKLARDAN BİR CUMÂ

 

18.06.1990 06.15 Kayrevan

“Bir haftaya yakındır yollardayız. 12.6.1990 günü sabah saat 07.00 îtibârıyle Cezâyir’in başkenti ALGER’den trenle başlayan Tunus gezimiz, SETİF, KASANTİNA, ANNÂBA gibi merkezler üzerinden seyretti. İki günümüz buralarda, yer yer duraklama ve konaklamalarla berâber yolculukla geçti.

14.6.1990 Perşembe (el’Hamîs) günü saat 13.45 sıraları TÛNUS topraklarına ulaştık elhamdülillâh. 18.45’te mahatta’ya (İstasyon) vardık. Burada saatimizi, bir saat ileri almamız gerekiyordu. Trende tanıştığımız Cezâyirli amcanın da yardımıyla hemen bir otel bulduk. Yerleştikten sonra biraz istirahat ettik.

Sabah kalkınca ilk işimiz Türk Sefâreti’ni aramak oldu.

Sefâret görevlisi polis arkadaş yakın ilgi gösterdi sağolsun. “Lâkin, burası ev. Sizinle sefârette ilgilenmek isteriz” dedi ve sefâretin yerini târif etti. Ayrıldık. Sefâreti bulmakta da zorlanmadık. Lâkin, öğle tâtili olduğundan mescid arayışına girdik namaz için. Mâlum, günlerden Cumâ.

Cumâ’ya fazla bir ilgi ve coşku müşâhede etmedik doğrusu. Belki başkent havası böyle. Yeni başkentler özellikle öyledir ya hep. Gözümüz Cezâyir’e alıştığından belki de!

Cumâdan önce üç ezan okundu. Hutbede oturan imam, hutbeyi îrâd etti. Normâl namaz kılındı. Namazdan sonra, bizim hafiyyen okuduğumuz 99 tesbih zikrini onlar cehren ve koro hâlinde okudular. Mescidler temiz ve bakımlı. Suratlar tamâmen matruş! Sakaldan geçtik, bıyıklı insan sayısı bile azınlıkta. Namaz sanki, resmî bir tören yapılmışçasına kuru ve yavandı. Musâfaha, muhabbet, tebessüm yok. İnsanlar, zorla yan yana getirilmiş gibi.

Hutbede, Müslümanlara nefes aldırmayıp ortamı kasvetli, yaşanmaz bir hâle getiren mevcut yönetime bol bol duâ edildi! Hutbede duâ yapılıyor; Fas ve Cezâyir’de olduğu gibi. Cemaat, elini kaldırıp katılıyor ve yüksek sesle âmin diyorlar. Televizyonlarda Kur’an okunuyor. Ezan vakitlerinde de ezan. Meselâ şu an radyoda Kur’an tilâveti var. Ama, gel gör ki; tadı-tuzu yok! Göstermelik, kandırmaca!

Cum’âdan sonra sefârete gittik. Gitmez olaydık! Kapıyı, lütfen açtılar! Önce, girişin önündeki kulübede biraz oturduk. Sefârete girmedik. Görevliler, “Hoş geldiniz!” demeyi dahî çok gördüler! “Ne işiniz var burada?” der gibiydiler. Buradaki polis bile dil ucundan ilgilendi. Biz de biraz, Türkiye’den gelmiş gazetelere bakıp ayrıldık.

Daha sonra, bizim Cezâyir’e staj için geldiğimiz gibi, aynı kategoride, fakat yer olarak buraya gelip kalan Türk arkadaşlarımızın bulunduğu öğrenci yurduna gittik. O akşam orada tanıştık, kaynaştık. Onlar anlattı, biz anlattık derken, muhabbet ilerledi; ancak sabaha doğru istirâhate çekilebildik.

Tanıştığımız Enwer isimli bir Tûnuslu arkadaş ve Türk öğrencilerin belirttiğine göre, önümüzdeki günlerde, burada da Belediye seçimleri var. seçim demek hep sıkıntı. Cezâyir öyle, Fas öyle. Türkiye de tabiî ki! Lâkin, burada, Gannûşî’nin İslâmî Yöneliş’i ve diğer muhâlefet partileri, Hizbül’Hâkim’i ( Hâkim, yâni, bir şekilde hep iktidar olan partiyi)boykot için seçime girmiyorlarmış.

Devlet Başkanı ZEYNEL’ÂBİDİN BİN ALİ, “İslâm’ı biz savunuyoruz. Başka İslâmî partiye gerek yok!” diyormuş. Kendisi istihbaratçıymış. Amerika’da eğitim görmüş. Burada, tek parti hâkimiyeti var. İslâmî Hareket’in lideri GANNÛŞÎ, tûnus’un kurtarıcısı ve kurucusu olarak kabul edilen Habib Burgiba zamânında îdâma mahkûm edilmiş. Hattâ, 3 arkadaşı îdâm edilmiş. Kendisi şu an dışarıda…

           Zeynel’Âbidin müebbete çevirmiş cezâyı! Ne büyük lütuf değil mi? Lâkin, Tûnus’a girmiyor, giremiyor. Girse, sonuç belli! Dolayısıyla partiyi dışardan idâre ediyor. FECİR isimli haftalık bir gazeteleri var. Onu da 40 bin sayısıyla tahdid etmişler. Öğrenciler Birliği Bürosu’nda otururken onun da basımının yasaklandığı haberini aldık! Tahmin ettiğimiz gibi sebep, Cezâyir’le ilgili haberlermiş. Başlıklardan biri; “Cezâyir’de Halkın Zaferi!” şeklindeymiş! İslâm ülkelerinde halkın kazanması kötü örnek olarak algılanıyor ne yazık ki! Zâlimler, zulmettiklerini bildikleri için âkibetlerinden endîşe duyuyorlar çünkü…”

Evet, notlar böyle sürüp gidiyor. Buraya çok azını alabildik. Ne Tûnus’un, ne de diğerlerinin durumunda da, aradan geçen 20 yıla rağmen bir değişiklik yok. biraz iyileşmeler var denilecek yerler olabilse de, çok daha kötü yerler de var. bu, hep böyle devâm edeceğe benziyor. Rabbim, başta ülkemiz olmak üzere tüm İslâm Âlemi’nin yardımcısı olsun. Şarktan garba, bizler de dâhil olmak üzere, tüm Osmanlı Yetimleri’ne acısın.

Cumânız, cumâlarımız mübârek olsun. Gönüllerimiz ÜÇAYLAR ve REGÂİB’in rahmet, mağfiret ve ümit pırıltılarıyla dolsun ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

17.06.2010


Mar`12
26
BALONLAR, BARONLAR, UÇURTMALAR..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BALONLAR, BARONLAR, UÇURTMALAR…

Ordu’muz bu yılın ağırlık teşkil eden ilk yarısını, oyunla-oynaşla ve de hay-huyla geçirdi. Bir etkinlikler yoklaması ve değerlendirmesi açısından, eğitim-öğretim döneminin başladığı Eylül’e doğru çeksek baz dilimini, sonuç yine de pek değişmiyor. Dememiz o ki; şöyle dişe dokunur ne bir icraat, ne de bir faaliyet söz konusu oldu, yaklaşık bu 10 aylık dönemde.

Ne hükümetin, ne belediyenin, ne sivil toplum kuruluşlarının, Ordu ölçeğinde hâfızada iz bırakacak bir katkısı olmadı ekonomik, kültürel, siyâsî piyasaya. Bu sene şu hizmet yapıldı, şu faaliyete imza atıldı denecek, milletin hayrına ağırlıklı ve ağır başlı bir etkinlik ya da eser yok ortada. Söylemek istediğimiz bu. Öteden beri gelen rutin hizmetler, elbette ki bunun dışında.

Belediye ile Üniversite elele vermiş, hattâ iş birliği yapmışçasına, dans, eğlence, konser, bale, şenlik, festivâl, kulüp kavramları eksenli gençlik ağırlıklı, çağdaş denilen ne idüğü ve târih öncesini mi, yoksa sonrasını mı çağrıştırdığı belirsiz, uçarı etkinliklere imza attılar.

Beri yanda, millî-mânevî değerleri önceleyen sivil toplum kuruluşları horul horul uyudular. Festival havaları onların da başını döndürmüş, neye uğradıklarını şaşırtmış olmalı! İşi hükümete havâle etmiş olmalılar ama, buralarda işler diğer yerlerde televizyonlara yansıyan güzel haberlere paralel gitmiyor. Sonuçta, Ordu davul-dömbelek, çalgı-çengi, cistak cistak havalarına teslimdi bu dönem.

Deliye her gün bayram misâli hep uçtuk uçtuk dönem boyu! Hele, şu son 3 aydır her taraf balonlarla lebâleb. Gün geçmiyor ki balon kuşakları bir caddeyi kuşatmasın. Hafta geçmiyor ki, bir yerlerde bir yeni mağaza açılışı yapılmasın. Havaya öyle bir kapıldı ki vatandaş, açanlar yer değiştirip bir daha, bir daha açılış yapıyor. Biliyor ki, millete de seyir lâzım zâten. Husûsî tâkipçileri bile var açılışların.

Balonlar, müzikler, danslar: Açılın beyim açılın, ki açılsın şanslar!

Şaka bir yana, kriz, mriz edebiyâtı yapılıyor ama, açılış bayağı çok. Bunu balonlardan, vatandaşın uçarcasına yürüyüşlerinden, hiçbir şey anlaşılmayan, bir defâ Türkçe bile olmayan müzik adı altındaki anlamsız gürültülerden anlıyoruz da, bir-kaç ay ya da yıl sonrası meydana gelen saçılış ve de kaçılış durumları ne âlemde; onu bilemiyoruz. Onun alâmet-i fârikalarına dâir belirtileri algılamakta zorlanıyoruz.

Mutlulukları çoğaltmak için açılışları duyurup paylaşıyoruz da, hüzünlere talep olmayacağı kesin kes bilindiği için kapanışların hüznü, uçtuğu havalardan, balon patlayınca hızla yere çakılanların üzerine binip canını çıkarıyor. Da, kimseciklerin haberi dahî olmuyor.

Aslında, açılışlarda olduğu gibi kapanışlarda da şöyle, ikramsız da olsa programlar düzenlense de, vara-yoğa herkes açılışa özenip de neyi varsa döküp-saçmasa oldum-olası! Böylelikle, hem kendisini mâcerâya sürüklemez, hem de çevresine hayâl kırıklığı yaşatmamış olur!

İşte kömürcü kardeşler size en çarpıcı örnek! Ne hayâllerle çıktılar yollara! Mağazalarına, marketlerine görkemli açılışlar yaptılar belki. Hocalara hayır dualar ettirdiler. Vekilleri, bakanları dâvet ettiler. O kalabalığın getirdiği havaya kapıldılar, uçtular, uçtular.

“Uç uç, tâ ötelere geç!” dediler adamcağızlara; sonra ne oldu?  Olanları gazeteler yazdılar sessiz sessiz. Kim duydu, hiç kimse!? Onlar şimdi kendi dertleriyle baş başa! Bir havanın, bir cıvanın, balonların kurbanları! Evet, balonların ve uçuranların suçu var da, çocuk olmadığı hâlde, balonlara atlayanların suçu yok mu? Var ama, olan olduktan sonra geriye dönüş yok!

Uçmak dedik ya, bir de uçurtma şenliğimiz var. Güzel bir şenlik. Çocuğu yaşlısıyla her kes orada k; çok çok güzel bir şey. Temiz hava, deniz, doğa, ağaç, güneş, çayır-çimen. Rûhlar uçurtmalarla birlikte kanatlanıyor.

Sizin anlayacağınız; uçmaya, uçurmaya, uçurtmaya devâm. Derken, sâhilde uçmayan bir uçakla karşılaşıyorsunuz; FIRTINA UÇAĞI. O da, Ordu’ya özel bir FIRTINA, Ordu’ya özel bir UÇAK!

Ya OR-Gİ. O da cansız şimdilik. Dolayısıyla Ordulu şu sıralar “havalarda uçmak!”la meşgûl sâdece. Bir de kendi havaalanından havalanırsa, keyfi o zaman kıvâmına erecek! Bu gidişle o da olur ki, zâten dönüşü olmayan bir yol.

Ama, tüm bu uçmaları yaparken, Yunus’umuzun “Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz” dediği UÇMAK’ı, yâni CENNET’i unutmayalım. Eğer hayâtımızın sonu UÇMAK’a değil de TAMU’ya, yâni CEHENNEM’e varırsa, dünyâdaki tüm bu uçmanın, uçmaların hiçbir anlamı ve bir bereketi olmaz. Dünyâda uçalım, uçuralım, dağlar taşlar aşıralım, ama bu âlemin öte yakasını değerlendirme dışı bırakmayalım sevgili dostlar. Bize güvenen ve peşimize düşen vatandaşları da ateşe sürüklemeyelim. Biraz da halkımızın millî-mânevî tarafını besleyen bir şeyler yapalım. Kuru kuruya uçurmayalım yâni! Her uçuşun, bir de konuşu olduğunu unutmayalım, unutturmayalım.

Tüm bu yazmalarımızın, çizmelerimizin, okundurma ve dokundurmalarımızın,

bâzı noktalara dikkât çekmelerimizin sebebi de yalnızca bu. 

Yoksa, kimseyle alıp-vereceğimiz yok -Allâh’a şükür- ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

16.06.2010


Mar`12
26
ORDUNUN RÛHU..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU’NUN RÛHU…

Yaşadığımız köyler, beldeler, şehirler ya da bölgeler bizim için son derece önemlidir. Çünkü insanlar yaşadıkları yörenin ahlâkından izler taşırlar. Nitekim, bu gün bile, tanıştığımız bir insana hemen sorduğumuz “nerelisin?” sorusunun arkasında biraz da, karşımızdakinin ahlâkına dâir bir araştırmanın izleri vardır.

Nasıl ki, müşriklerin yaptıkları, Müslümanlar için Mekke’yi yaşanmaz kılmış, Müslümanları hicrete yöneltmişse, bu gün de şehirlere bu açıdan bakabilmek, bir değerlendirme yapmak mümkündür. Demek ki, yaşanan şehirdeki ortam önemlidir. İslâmı yaşamaya elverişliyse ne âlâ, ya değilse?!

Eğer, bize yanlışları ilhâm eden bir çevre söz konusuysa ve burayı değiştirmemiz imkân dâhilinde değilse, o zaman en azından mahalle değiştirmek bizim için bir çözüm olabilir. Havasından, suyundan, çamurundan, tozundan dolayı değiştirdiğimiz gibi, bu anlamda değiştirmemiz de son derece doğaldır. Tabiî, hayâta bir imtihan gözüyle bakıyor da, onu kazanmayı önemsiyorsak.

Bu anlamda, şehirlerin, bölgelerin şöhretleri önem arz eder. Konya isminin çağrıştırdıkları ile Antalya’nın ki bir değildir takdir edersinizki! Bodrum ya da Üsküdar, Erzurum veyâ İzmir aynı hayat tarzını çağrıştıran yerler olabilir mi sizce? Kim diyebilir ki, önemli olan kişinin kendi durumudur, çevre önemli değil?!

En çarpıcı bir örnek olarak, şunu söyleyebiliriz ki, câmiye yakın bir evle, çok uzaklardaki bir evin durumu, mânevî avantaj bakımından aynı olabilir mi? Ezan okununca hemen yönelip abdest alarak namaza yetişebileceğin bir yerle, diğerleri bir olabilir mi? çevremizdeki şahsiyetler, komşular, arkadaşlar ve genel insan karakter durumları da bu anlamda değerlendirme dışı olabilecek şeyler değildir.

Hz. Mevlana’nın bir yerde; “Belh şehrinde dedemin mübârek kâlpleri incindiği için, bu diyâr kıyâmete kadar mâmur olmaz!” buyurduğu rivâyet edilir. Bu sözü yorumlayan ulular da “Bu sözlerden hisse kapıp riayet edebini anlamak ve gereğini yerine getirmek gerekir.” demişlerdir.

Riâyet edebi için, bir şehrin riâyet edilecek işâret taşları olması gerekir. Bunlar da o yörenin yetiştirdiği ve onun sokaklarına, caddelerine, toprağına, suyuna bir rûh olarak sinen izlerin sâhibi olan şahsiyetlerdir. Bu anlamda, Ordumuz gayret fakiri olarak gözüküyor. Ordu deyince akla gelen bir isim yok. bir Süleyman FELEK var. Sağolsun, şehri kurmuş, ama sonra n’olmuş? Bir şey yok! Burada, doğru-dürüst bir adam yaşamamış mı?

Elbetteki yaşamış ama, kim bunlar? Bu konuda hiçbir çalışma yapılmamış. Bence, bu bâkir alan ilgi bekliyor. Bu anlamda, önceki gün Ensar Vakfı Ordu Şûbesi’nce BEKİR BERK için yapılan anma programı iyi bir örnek teşkil etti. Tebrik ediyorum. Ancak, bu ve benzeri çalışmalar devâm etmeli.

Eskiler, “ŞEREFÜL MEKÂNİ, BİL’MEKÎNİ” demişlerdir. Yani ‘bir mekanın, yerin, yörenin şerefi o mekanda yaşayanlara bağlıdır, onların durumuna göredir. O diyârda yaşayan, ya da oradan gelmiş geçmiş şahsiyetlerin mânevî konumuna bağlıdır” demişlerdir.

 Konya deyince “MEVLÂNÂ DİYÂRI” deriz. “Demek ordansın ha” deriz! “Gez dünyâyı, gör Konya’yı demişler” deriz! Hemen, mânevî çağrışımlar sökün eder; hayırlar, hasenâtlar gelir akla.

Ensar Vakfı’nın geçen günki programından sonra, onu tanıyanlar, “Orduluyum!” diyene, “demek BEKİR BERK’in memleketindensin ha?!” diyecektir. Bize onun gözüyle bakacak, sevdiği bir insan bağlamında bize daha bir yakınlık duyacaktır.

Bunun peşi gelmeli. BUHARALI ŞEYH ŞÂKİR, GACAROĞLU AHMET EFENDİ, DURMUŞ ERGÜN vs. İlim-irfan dünyâmızdan hemen aklımıza geliveren bu üç isim, iyi bir başlangıç olabilir. Kültür, Edebiyât, Sanat, Basın ve Folklor vs. ile ilgili diğer isimler de ayrıca tespit edilir. Onlar için de ayrı programlar düzenlenir. Bunlar, şahıslar bazında, şehir kültürünün oluşmasına katkı sağlarlar. Toplumsal, kültürel hayâtımızın işâret levhalarını oluştururlar. Ortaya çıkanların toplamı, şehrin kimlik ve kişiliğini oluşturur.

Yaz tâtili, eğitimcilerimiz ve meraklılar için bu anlamda materyâl toplanacak, çalışma yapılacak bir imkân zemîni olabilir. Eylül sonrası yeni eğitim, kültür çalışmaları ve bu anlamda atak noktasında omuz verici gayretlere bizim, gençlerimizin ve toplumumuzun ihtiyâcı var.

Bu çerçevede yapılacak büyük, küçük tüm çalışmalara sayfalarımızın açık olduğunun da bu vesîleyle bilinmesini istiyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selâmlıyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

15.06.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 20 21 22 23 24 [25] 26 27 28 29 30 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...