Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4608290
 Sitede Aktif: 8
 Ip: 172.70.126.12
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
25
ÜNİVERSİTE CÂMİİNİN TEMELİ BUGÜN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ÜNİVERSİTE CÂMİİ’NİN TEMELİ BUGÜN

Elimde albenili bir dâvetiye. Altında İl Müftüsü’nün adı soyadı var ve son kısmında da “… temel atma törenine katılmanız bizleri onurlandıracaktır.” deniliyor. Buna göre, Diyânet İşleri Başkanı Sayın Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU’nun da teşrifleriyle bugün Saat:11.30’da gerçekleştirilecek Üniversite Câmii ve Sosyâl Tesisleri’nin temel atma töreninin programı şöyle:

Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı

Kur’ân-ı Kerîm ve Meâli

Protokol Konuşmaları

Duâ

Temel Atma ve Kapanış

Târih: 02.04.2010 Cumâ (Bugün)

Yer: Üniversite Kampus Alanı, Balıklar Kayası Mevkii

Dâvetiye oldukça kaliteli. Üniversite Câmii ve Sosyâl Tesisleri’nin, yapılınca alacağı şekillerin hayâlî çizimleri var. Çok güzel plânlanmış ve tasarlanmış gözüküyor. Tamamlanınca  Üniversiteye ve şehre yepyeni bir çehre kazandıracak, farklı tasarımı ve fonksiyonel tablosuyla, bugünün gençlerinin içsel, mânevî, sanatsal ve kültürel ihtiyâçlarına cevap verecek teknik ve estetik özellikte.

Heyecanlandınız değil mi? Evet, hem de çok ama, bu üniversite Karabük Üniversitesi. Karabük Üniversitesi 28 Mayıs 2007 tarihinde Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanan, 17 yeni üniversiteden biridir.  4 yıl bitmeden ülkemizin en nitelikli ve estetik câmilerinden birini yapmak için bu gün temel atıyor. Ya Ordu Üniversitesi?! ODÜ; Karabük’ten yaklaşık 15 ay daha önce kurulmasına, internet sitesinden öğrendiğimize göre bir çok oluşumları da tamamlamasına rağmen bırakın câmii, acabâ mescidden söz açmak mümkün mü?

Üniversitemizin faaliyetleriyle ilgiliyiz. Basından tâkip ediyoruz. Gayretlere diyecek yok. Çalışmaları görmezlikten gelmek haksızlık olur. Lâkin, gençlerimiz bol bol eğlenme imkânı bulurken, halkımız da, daha çok millî-mânevî değerleriyle ilgili bir şeyler görmek istiyor. Yerel kültürü, târihi, yetiştirdiği değerlerle ilgili programlar görmek istiyor.

Karabük de Türkiye’nin bir vilâyeti. Hem de Karadeniz’de. Şuramızda! Oraya esen rüzgârlar buralara niye esmiyor?

Elbetteki, orada yapılmakta olan câmi Üniversite’nin işi değil. Oluşma aşamasındaki bir kuruluşun, daha fakültelerini tamamlayamamışken, daha başta câmi peşine düştüğünü düşünemiyoruz. Çünkü bu iş hep böyle gele geldi. Dâvetiyeyi görünce şaşırdık doğrusu.

Bu işin içinde ya bir vekil var, ya iş adamı, ya Diyânet Vakfı, ya da ağzı duâlı birisi. Benim merak ettiğim, böylesileri buralarda niye yok? Birinden biri olsa iş yoluna illâ ki girer!

Ordu, doğru dürüst câmisi bulunmayan bir şehirken, üniversitesinden Karabüklük beklemek biraz hayâlciliktir elbette ama hayâl işte; kime ne zararı var?! onu olsun kuralım. Bakınız işte; şakası bile güzel! Hoşunuza gitmediyse, söyleyin!

Karabük Üniversitesi Câmii ve Sosyâl Tesisleri Karabüklülere ve üniversitelerinde okuyacak şanslı gençlere hayırlı, bizlere, vekillerimize, işadamlarımıza, şu veyâ bu şekilde imkân sâhibi bulunanlara DERS OLSUN!

Sevgili okurlar. Şu mübârek cumâ gününde duâ edelim. Sonra hayâl edelim; sonra tekrar duâ edelim. Rabbimiz her şeye kâdirdir. Onun gücü ve lûtfu sonsuzdur. Hayâl edemediklerimizi bile verecek kudreti vardır.

Sözün özü; Cumâmız mübârek, hayırlı hayâllerimiz gerçek olsun;

İllerimiz, dillerimiz ve de gönüllerimiz güzelliklerle dolsun; ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

01.04.2010


Mar`12
25
HÂFIZ CHPLİ, ORDU MİLLETVEKİLİ HAMDİ ŞARLAN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

HÂFIZ CHP’Lİ, ORDU MİLLETVEKİLİ HAMDİ ŞARLAN

Şu sıralar biraz yerel târih konusuna odaklandık gibi. Bunun da gerekli olduğunu düşünüyorum. Zîra, hep günü yaşaya yaşaya, gününü gün eden bir toplum hâline geldik. Düne bakarak gidersek günü de uçmadan, daha ölçülü yaşarız diye düşünüyorum. Tabiî, bu söylediklerimiz ibrete ihtiyâcı olanlar için. Aklı kendine yetene bizim yetme, yetişme şansımız zâten olamaz. Her neyse…

Bu anlamda, dünü yaşayanlara düne dâir bir şeyler soruyoruz mukâyese ve ibret adına. Aldığımız cevapları da hep birlikte paylaşmaya çalışıyoruz. Söz yine Mehmet Hulûsî MURTAZAOĞLU Hoca’da. Biz soruyoruz, o anlatıyor:

GACAROĞLU-ŞARLAN

“-Hamdi ŞARLAN Bey’le bir tanışıklığınız oldu mu?” “-Evet, tanıştık. Avukattı. O zamanlar başka parti yok. CHP Milletvekiliydi. Hukukçu, fakat aynı zamanda hâfızdı. GACAROĞLU Hocamla çok iyi tanışıyorlardı. Hocama çok saygısı vardı. Milletvekiliyken tâtilde Çambaşı’na gelir, 3 ayını orada geçirirdi. Hocamla sohbet eder, görüşürlerdi. Sonra, Ordu’da göreve başladığımda cemaat arasında diz çökerek oturuş biçimi dikkâtimi çekerdi. Sanki oraya bir kütük bırakmışsın, sandalye koymuşsun gibi; öylesine hareketsiz dururdu.

KÜTÜK MİSÂLİ!

-Edebi vardı yâni. Ehl-i tarikti belki de!

-Evet, öyleydi. Câmideki konuşmaları edeple ve dikkâtle dinlerdi. Ancak, oturup da şöyle özel bir sohbetimiz olmuyordu. Bir gün, câmiin hemen yanında orda bir bakkal vardı, Lütfi Bey,

“-İzmir Bakkalı mı?” “-Evet öyleydi. Hamdi Bey köyden gelir oraya takılırdı. Bir gün ben de vardım oraya. Bakkal Lütfi Bey; “-Tanışıyor musunuz?” dedi.”

-Ben tanıyorum, dedim. O da tanıdığını ifâde etti. O gün biraz oturduk birlikte. Sohbet ettik. Ondan sonra sohbetlerimiz devam etti.

“-Mâdem Hamdi ŞARLAN Bey konusu merak edildi, anlatayım; 1946 bütçesi yapılırken o da komisyonda. Sıra Hamdi Bey’e gelince şöyle bir konuşma yapıyor:

ÖLÜLER KOKACAK!

“Memlekette, cenâze kıldıracak, ölülerimizi defnedecek hoca kalmadı. Buna bir çâre bulmamız lâzım. Devlet olarak bu bizim görevlerimiz arasında!”

“- O dönem Başbakan Recep PEKER. Şok oluyor; ne diyeceğini şaşırıyor. O sıralar böyle bir şey dile getirmek olacak şey değil. Komisyonu terk ederek soluğu İNÖNÜ’nün yanında alıyor. Hamdi Bey’in dediklerini dehşetle anlatarak bir nevî şikâyet ediyor. İNÖNÜ de bir şey söyleyemiyor bir zaman. Epey düşündükten sonra;

“ –Recep! Hamdi samîmîdir. Ne derse odur. Başka bir niyeti yoktur. Onun dediklerinin hükmü zâten geçmiştir. Artık kimse rağbet etmez. Biz onu kırmayalım. O mâdem Kur’an Kursu kadrosu istemiş; verelim gitsin! Nasıl olasa îtibar eden olmayacak, konu kendiliğinden kapanacak, mesele de çözülmüş olacaktır!”

ORDU, BİR İLK!

Evet, mesele orada o şekilde kararlaştırılıyor ama sonuç hesap ettikleri gibi gerçekleşmiyor. Bütçeyle birlikte ilk Kur’an Kursu kadrosu çıkmış oluyor. Sonuç telgrafla hemen Ordu’ya bildiriliyor. Böylelikle Ordu Kur’an Kursu kadrosu tahakkuk eden ilk il olarak târihe geçiyor. Daha sonraki dönemlerde de benzer konularda hep Hamdi ŞARLAN’ın katkılarını görüyoruz.

Bu husûsiyet, Sıtkı ÇEBİ merhumun anlattıkları çerçevesinde birazcık mâlumumuzdu. Hattâ, Ordu İHL’de çalıştığım yıllarda SELÂMET diye çok eski bir dergi elime geçmişti. Orada da buna benzer bir yazı okumuştum. Geçenlerde okula uğradığımda epey araştırdım ama, aynı dergiye ulaşamadım. Tekrar gitmek gerekiyor.

Fakat, Hamdi ŞARLAN yazıp GOOGLE’a tıkladığımda önüme gelen, yeni yazılmış bir makâle de aynı mâhiyette ve aynı dergiyi kaynak gösteriyordu:

Mustafa AKKOCA ‘nın ÖnceVATAN GAZETESİ ‘nde yer alan, 25 Mart 2010 târih, DİN EĞİTİMİ VE KUR'ÂN KURSLARI!.. başlıklı yazısında şöyle deniyor:

“10 Şubat 1948 tarihinde toplanan CHP Meclis grubunda, Başbakan Hasan Saka'nın vâki teklifi üzerine "İlkokullarda tahsil gören çocuklara din dersi verilmesi imam-hatip gibi din adamlarının yetiştirilmesi için meslek okulları açılması konularını inceleyip, bir prensip kararına varılması için parti meclis grubu 17 kişiden müteşekkil (kurulmuş) bir komisyon kurmuştu. Komisyon şu üyelerden müteşekkildi:

Ahmed Remzi Yüreyir (Seyhan), Faik Öztrak (Tekirdağ), Cemil Bilsel (Samsun), Dr. Sadi Irmak (Konya), Tahsin Bekir Balta (Rize), Hamdi Şarlan (Ordu), Ali Rıza Türel (Konya), Fatin Gökmen (Konya), Muhsin Adil Binal (Konya), Sedat Pek (Kocaeli), İsmail Hakkı Baltacıoğlu (Kırşehir), Akil Muhtar Özdem (İstanbul), Atıf Akgüç (Bursa), Feridun Fikri Düşünsel (Bingöl), Tahsin Banguoğlu (Bingöl), Rasih Kaplan (Antalya), Nihat Erim (Kocaeli) mebusları...

Ne mutlu ona ki, günün konjonktürüne teslim olup da, hem dünyâda hem de mecliste bulunuş gâyesini ve milleti unutanlardan, böylelikle de unutulanlardan olmayıp, hayırla yâd edilenler arasına girmiş.

Duyun ey asiller ve asil olduğunu zannedenler; ey vekiller ve de vekillik havasına kapılıp aslını, astarını ve de mastarını unutanlar!

Dünyâ geldi-geçti. Hesap günü böylesi duruşlar çok işe yarayacak.

Allâh için sizler de bir şeyler yapın ne olur! Böyle bir derdiniz olsun!

Unutmayınız ki, bunlar, bizden çok sizin işinize yarayacak; ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

31.03.2010


Mar`12
25
ORDULAR ve MARKALAR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDULAR ve MARKALAR

İlhâm, ORDU’NUN MARKASI reklâmından alınsa da, olay BURSA’da geçiyor. Ordu sokaklarını süsleyen ORDU’NUN MARKASI yazılı o güzel ve vurgulu afişlerin üzerine Bursa’dan kopup gelen bir haber, ULUDAĞ’dan  BOZTEPE’ye TELEFERİK geçkisi gibi bir hayâl bağlantısı oluşturdu bende.

Hatırlarsanız, yazarımız Orhan YÜCEL Bey, BAŞÖRTÜSÜNE KARŞI TAVIRLAR YENİDEN GÜNDEMDE başlıklı geçen günkü yazısında, başörtüye karşı ya da o eksende depreşip sergilenen bir çok olaya işâret ederken, bu anlamda yaşanan son örneğe de değinmeden geçmiyor: “Bursa’da bulunan Renault fabrikası çalışanlarının kurduğu tüketim kooperatifine, başörtülüler alınmamıştır.”

Mâlum, olay bu ayın ortasında patlak vermişti. RENAULT deyince akla OYAK; OYAK deyince de ORDU geliyor. Sizin anlayacağınız, OYAK için bir ORDU MARKASI demek hiç de yanlış olmaz, olamaz! Çünkü, bu firmanın ipleri sonuçta orada düğümleniyor. İşte, OYAK’ın bir ORDU KURULUŞU olması hasebiyle bu olay, medyada ve kamuoyunda büyük yankı yapmıştı.

Söz konusu olayın fâili makâmındaki Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK), 1961 yılında TSK'da çalışan subay, astsubay ve diğer memurların maaşlarından yüzde 10 kesintiler yapılarak kurulmuş bir yardımlaşma sandığı. Geçen zaman içerisinde güçlenen OYAK, 1969 yılında YKB ortaklığı ile RENAULT fabrikasını kurdu. 1971'de ise ilk otomobil üretildi. Renault'nun Bursa'daki kaporta-montaj ve mekanik şasi fabrikasının yüzde 51'i OYAK'a, yüzde 49'u ise RenaultSA'ya ait. OYAK-RENAULT Otomobil Fabrikası'nın içinde çalışanların alışveriş yaptığı bir tüketim kooperatifi yer alıyor.

OYAK-RENAULT'daki başörtüsü yasağı, bir çalışanın, eşi, annesi ve babasıyla birlikte kooperatife alışverişe gitmek istemesiyle başladı. Kapıdaki görevliler çalışan işçi ile başı açık eşini içeri aldı. Ancak başörtülü annesi ile babasının girmesine izin vermedi. Yaşlı çifti yağmur altında bekçi kulübesinin önünde bekleten görevliler, talimatın “yönetimden” geldiğini bildirdi.

            Olay bununla sınırlı kalmadı doğal olarak. TOFAŞ ve BOSCH fabrikalarının ardından OYAK RENAULT fabrikasının da alışveriş kooperatiflerinde başlattığı başörtü yasağı sivil toplum örgütlerinin tepkisine neden oldu. Oluşturulan plâtform adına açıklama yapan MAZLUM-DER Bursa Şûbe Başkanı Hasan ÜNAL, "Oyak Renault fabrikası kooperatifinde başörtülü kadınların alışveriş yapması yasaklanmıştır. Bu inançları sebebiyle ayrımcılık suçu işlenmiştir. Mazlumder olarak Renault Genel Müdürlüğü ve Fransa'daki genel merkezinden konuyla ilgili bilgi istedik. Gelecek cevaba göre suç duyurusunda bulunacağız. Konunun hassas olması sebebiyle Başbakanlık İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı'na da şikayette bulunulmuştur" diye konuştu.Türkiye'deki ayrımcılığın ortadan kaldırılmasını isteyen ÜNAL, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM Başkanlığı'na açık mektup göndererek ilgili makamları göreve çağırdı.

OYAK hem, daha dün, kendisinin ulusallığını, sivillerin gayr-i millîliğini vurgularken “hükûmetin ülkeyi sattığı, temel kurumlarını yabancılara peşkeş çektiği!” söylemleri arasında kendi kuruluşları olan OYAK-BANK’ı gidip, yabancılara, hattâ, Cumhûriyet kuruldu kurulalı düşmanımız olduğu kendilerince sık sık tekrarlanan bir millete, Yunanlılara satmıştı, yanlış hatırlamıyorsam. “BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU?!” derler ya; aynen öyle!

Allâh’a şükür, şehrimizde bu anlamda, (- küresel anlamda kapital ve ideolojik bağlantı durumlarını bilemem-) milletin değerleriyle açıktan alay eden, yasakçı bir firma ya da yerel bir kuruluş yok gibi gözüküyor. Çok önceki yıllarda, il dışından gelen bâzı marketlere eleman olarak girmek isteyen kızlarımıza; “ ne elemanı; biz başörtülü müşteriye bile sıcak bakmıyoruz!” şeklinde ifâdelerde bulunulduğu konuşuluyordu piyasada. Şu sıralar böyle şeyler konuşulmuyor. Demek ki konjonktür düzelme trendinde.

Oralarda ya da buralarda, adı, soyadı ne olursa olsun; böylesi tavırları bilinenler ve hâlâ sürdürmek isteyenler var olsa bile, tüm bunlar 28 Şubat’ta bâzı firmalara uygulandığı şekliyle bir düşmanlık sebebi değil ve olmamalı elbette. Ama birileri, inanç ve kıyâfetinizden, köyünüzden ya da mahallenizden, boyunuzdan veyâ renginizden dolayı sizi düpedüz küçümsüyor, dininizle-diyânetinizle alay ediyor, alenen nefret sergiliyorsa; tavır yapıyor, yüz buruşturuyor, genelge düzenliyorsa ne yapmalı?

Böyle bir durumda, oralara gidip de öfkeleri uyandırmanın, hınçları depreştirmenin, rahatsız olanları rahatsız etmenin; geri çevrileceğinizi, sevilmediğinizi bildiğiniz bir yere inadına giderek huzursuzluk çıkarmanın, rasgele, sonuçsuz, gereksiz hır-güre sebebiyet vermenin, -hele hele, size, müşteri olmanın ötesinde insan olarak değer verip sevgi ve saygıyla karşılayanlar da varken,- hiç bir anlamı yok gibi gözüküyor ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

30.03.2010


Mar`12
25
BİR ANNEDEN HÜKÛMET DERSLERİ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BİR ANNEDEN HÜKÛMET DERSLERİ!

Bir hasta ziyâretine gitmiştik. Geçmiş olsun ve hoşbeşlerden sonra, bir yandan ikramlar gelirken, öbür yandan anne misâfirlerle sohbet ediyor. Kendisi o hafta sonu Samsun’dan, fakülteden gelmiş. Bir ara sözü otobüs yolculuğundan açtı:

-   Otobüsle gelirken Ünye’de bir bayan yolcu bindi yanıma. Konuşmadan duramam. Sordum-soruşturdum. Ordan-burdan konuştuk. Bir ara ona;

-   Kızım, 25 senedir ben Samsun’a gidip-geliyorum, daha böyle son iki senedeki gibi apartman, binâ görmedim, buralar cıscıplaktı önceleri. Her taraf apartman olmuş baksana. Bunlar, ne kadar olsa zenginliğin alâmeti. Hep Tayyib’in eli var bunlarda! Allâh başımızdan eksik etmesin. Tayyip geldi, bereket geldi Türkiye’ye. Allâh (CC) râzı olsun. Sen nasıl görüyorsun kızım?

- Ben, hiç de iyi görmüyorum. Sen yanılıyorsun anacııım!

- Kızım, demek ki senin aklın ermiyor! Ben câhil kadınım, dedim. Sen kocaman üniversiteyi bitirmişsin. Aanaaam, bu hükümetten hal ağlayan iki gözünden ağlar! Fakir-fukarâyı bakıyor, hastaları bakıyor; ben daha böyle hükümet görmedim. Siz daha çocuksunuz, bilmeye bilirsiniz. Biz çoklarıyla karşılaştık öteden beri!

Kulak misâfiri olan ziyâretçilerden biri de girdi konuya;

-  İngilizce öğretmenleri ister mi bu hükümeti?

-  Niye istemesin ki, bu branşla bağlantılı bir mesele değil, anlayış ya da yetişme tarzı! dedi bir başkası. Anne devam etti:

-Nerde okudun sen diye sordum kıza?

- Eskişehir’de okudum dedi. Süslenmiş, püslenmiş.

- Onlar marka kovuşturduğu için onlara para yetmezdir. Onlara yeter mi bir maaş? diyerek girdi bir başkası araya!

- Evvelden bizim Rümeysâ’nın vardı ya; ondan kırmızı bir kürk var üzerinde kızın. Kendi hafiften esmeri şöyle! Ayıp, ayıp dedim!

- Kızınan Ünye’den Fatsa’ya kadar konuştuk. Kendisi Fatsalı, Ünye’ye tâyin olmuş. İki senedir okutuyor. 30 yaşına gelmiş. Evlenmeyi de düşünmüyormuş. Fatsa’ya evlerine geliyormuş.

- Bak kızım dedim, şurdan şuraya geliyorsun. Eller doğulara, batılara gidiyor. Gurbetlerde kalıyor. Kız hâliyle oralarda kim bilir ne çileler çekiyor? Görev alabilmek için yıllarca bekleyenler var. Ne kadar şanslıymışsın ki çalışıyorsun ve üstelik görev yerin de ağzının dibinde, daha ne olsun? Şükretmelisin, dedim ona!

            Tabiî, yukardaki değerlendirmeler ve kıstaslar tartışılabilir. Bu bir uslûp meselesi. Biz doğal hâliyle yansıttık. Vatandaşın olaylara bakış açısını vermeye çalıştık. Ancak şu var ki, nankör olmamak gerekli. Şu anda bankaların önü, tüm düzenleme gayretlerine rağmen ana-baba günü. Devlet herkese bir şeyler vermeye çalışıyor da ondan. 3-5-8 alıp götürüyor vatandaş. Yok dönüm parası, yok mazot parası, bakım parası vs.

“- Vatandaş bu iyiliği görmeli. Şu an, şu zamanda, kim kime böyle bir para verir? Allâh râzı olsun yöneticilerimizden. Yine de devletten fayda var. Allâh zevâl vermesin.” diyenler yok değil.

            Ama, her şeyde olduğu gibi bu konuda da; bir yandan parayı alıp, bir yandan da homurdananlar var! “İşine gelmiyorsa alma!” bile diyemiyorsun vatandaşa! Vatandaş işte o kadar haklı! Öyle bir demokrasi ki, hem ekmeği yiyorsun, hem de verene küfretmekten özel bir zevk alıyorsun. Hiç olmazsa sesini çıkarmama, yediğin ekmeğe saygının bir gereğidir diye bir madde yok mu demokrasinin kıyısının ya da köşesinin bir tarafında?

            Allâh aşkına, tüm iyiliklere, güzelliklere, her şeylere rağmen nankörlük hakkı diye bir şey vardır belki demokrasilerde ama, demokrasiden daha önce insan olmak var, ve de insaf, insan kelimesiyle yan yana çok yakışıyor. Bu anlamda yeniler nispeten mâzur görülebilir ama, nice hükümetler görmüş insanlarımızın hiç olmazsa mukâyese imkânları var.

Bereket ki, Anadolu’ya ad ve tad veren böyle ana’lar var. Çok yaşasın onlar ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

28.03.2010


Mar`12
25
ŞADIRVANIN YANKISI
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ŞADIRVAN’IN YANKISI

Geçen gün, kendi biyografisinin de söz konusu edildiği, ÇEBİ’DEN ÇELEBİ’YE ORDU BİYOGRAFİLERİ başlığıyla kaleme aldığımız yazımızın yer aldığı gazeteden bir adet, selâm ve telefon notlarıyla birlikte Kervansaray’a bırakmıştım. Çünkü Fahri Bey, bugün îtibârıyle biraz dış olarak değerlendirilebilecek Çelebioğlu mevkii’ndeki evlerinde oturuyor.  Belki de, yöreyle, ismini verecek kadar bütünleşen sülâlesinin yaşadığı ve kendisinin de asra yaklaşan ömrünü süsleyen acı-tatlı hâtıraları paylaştığı toprağı terk etmeyi beceremiyor. Öyle zannediyorum ki, bunu aklından bile geçirmemiştir.

Şehre indiğinde uğramadan geçmediği, bir nevî kendisine üs edindiği yer orası. Fahri Bey’le görüşmek ya da bir not bırakmak isteyenler bu irtibat noktasına uğramak durumundalar. Nitekim, o gün gittiğimde dâvetiyeler başta olmak üzere bir hayli postası(!) olduğunu gördüm. İş yerindekiler de bu görevlerini en güzeliyle yapıyorlar. Bütün postaları toparlamışlar, dağılmasın diye bir de belinden lâstik geçirmişler.

“Dayı” olur da “posta”sı olmaz mı? Elbette ki olur! Yalnız onun özelliği kendine “posta” koyanlara pasta ile karşılık vermesi! Şimdi kitabı var. Bundan dolayı, artık, posta koyana, kitap veriyor! Nitekim, benden bir gün sonra, biri adıma imzalı olmak üzere iki kitap bırakmış Kervansaray’a. Telefonla arayıp haber vermişti. Gidip aldım.

Bu telefon, onunla ilk konuşmamız. Henüz yüzyüze gelmiş değiliz. Kendisiyle 28 Şubat dönemlerinin sıcak günlerinde, benim de Ensar Vakfı Ordu Şûbesi adına, bir sivil toplum örgüt başkanı olarak katıldığım Cumhûriyet’in 75. yılı organizasyonları çerçevesinde aynı ortamı paylaşmıştık; o kadar. Başka, her hangi bir yerde görüşmüş değiliz.

Bundan daha önce, şadırvanla ilgili çabaları dikkâtimi çekmişti. Çünkü, târihî eser fakiri Ordu için bu önemli bir şeydi. Yaptığı imrenilecek bir davranıştı doğrusu. İçten tebriklerimi buradan da yazıyla ifâde etmiş oluyorum.

Mâlum, bânîsinin adıyla anılan söz konusu Şadırvan, Trabzon Valisi olduğu dönemde aslen Ordulu olan Hazînedârzâde Osman Paşa tarafından 1800’lü yıllarda yaptırılmıştır. 1937’de, kendiliğinden çöküp zarar verme endîşesi aşamasında yıktırılmış, 1997 yılına gelindiğinde de, Fikret TÜRKYILMAZ’ın başkanlığı döneminde, Belediye’nin de öncülük ve katkılarıyla Ordu sevdalısı Fahri ÇELEBİ tarafından aslına uygun olarak yeniden inşâ ettirilmiştir.

            Onun şimdi, gelecek nesiller için en az Şadırvan kadar, hattâ daha fazla değer ifâde edebilecek bir eseri daha var; o da bu kitap. Çünkü onda Ordumuzun bir asrı aşan dönemine hitâp edecek anekdotlar var.

Meraklılarına harâretle tavsiye ederim. Herkes kendine göre dersler ve ibretler çıkaracaktır. Hepimizin, özellikle târih meraklılarının istifâde edeceği, her zaman başvurabileceği bir kitap. İnşâllâh zaman zaman kaynak olarak değinmeler yapacağız.

İlgi duyduğum bir alan olduğu için olsa gerek, ilk elime aldığımda bir çırpıda, yarıdan fazlasını okudum kitabın. Ordu’nun son 60-70 yılında her anlamda bu kadar faal olabilmiş bir insanın, büyüklerinin analtımlarıyla berâber bir asrı çokça aşan bir açıya ışık tutan kitap elbetteki oldukça zengin anekdotlarla dolu.

Kısa bir alıntıyla sözlerimizi örneklendirelim isterseniz:

 “Mısır unundan sacda bazlama yapardı annem. Birçok kişi bunu para ile almak isterdi; annem kesinlikle para almaz, azar azar herkese dağıtırdı. Ancak yemek yoktu. Pancar vardı sadece. Annem sabahları kalkınca ellerini ovuşturarak sesli sesli dua eder ve

“Allahım ben bu gün ne pişireceğim”

diye söylenirdi. Bunları anımsadıkça hâlâ burnumun direği sızlar ve çok üzülürüm.”

            Son sözü, Önsöz’e, yazar İbrâhim DİZMAN’a bırakalım:

            “Bu uzun söyleşiyi okuyanlar, yaşamlarının bir yerinde hep var olmuş Fahri Çelebi’nin hayat serüveninden bu kent adına dersler de çıkaracaklardır elbette. Genç kuşaklar ise, her gün caddelerde, sokaklarda karşılaştıkları bu ak saçlı, zarif, yakışıklı, giyimiyle, davranışlarıyla örnek olan ve hep genç görünümlü kalmayı başaran kişinin neden bu kentin “dayı”sı olduğunu da daha iyi anlayacaklardır.”

            Elbette, bu kitap dünün Ordu’su adına hepimize ders olacak ve ibretler verecektir. Çok yaşa Fahri ÇELEBİ, eline sağlık İbrâhim DİZMAN. Ordu adına sizlere minnettârız. Çabalarınızın örnek olması, bizleri ve gençleri gayrete getirmesi dileğiyle ves’selâm…

 

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

26.03.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 32 33 34 35 36 [37] 38 39 40 41 42 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...