Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607176
 Sitede Aktif: 4
 Ip: 172.71.1.177
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
25
BU AŞKIN SAÂDETİ YOK
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BU AŞKIN SAÂDET’İ YOK!

Bu olay, Şubat boyu dünyâda, geçen hafta da Elazığ’da meydana gelen deprem felâketlerinden daha fazla etki yaptı hepimizin üzerinde. Öbürleri, nihâyet, adı üstünde; doğal âfet. Bu olayı dramatik yapan doğalın ötesine geçmesi; örfü, âdeti, töreyi, aklı, iz’ânı satırla biçmesi, aşk gibi en sevgili bir kavramla hıncı, nefreti, kısaca katli yan yana getirmesi. Hem de tâ İstanbullardan kalkıp, bu kış gününde dağları taşları aşıp neredeyse doğu sınırlarını zorlaması!

Enteresan; Ferhat dağları delmişti aşkı için, olacak şey değildi ama, sevgilinin ve de sevginin şartı buydu. Ferhat, sonunu düşünmeden, cânı pahasına kazmayı vurdu dağlara. On yılları aldı göze en azından. Çünkü olacak şey değildi onun yaptığı! Ama, aşk yaptırıyordu işte! Hâlbuki, tehdit etse, kestirmeden kotarabilirdi işi. Ama, aşkın kitabına sığar mıydı bu?

Ama, söz konusu ettiğimiz olay farklı. Burada, sevgiliyi öldürmek için yollara düşüp, dağlara vurmak var! O da kolayından hem de; kesmek, doğramak sûretiyle, kestirmeden, işi ânında bitirmek!

Münevver-Cem olayı, en canlı örnek olarak ortada. O olay ne dehşet şeydi öyle?! Şimdi de her mahkeme ayrı bir dram olarak sürüp gidiyor.

Son olayı biliyorsunuz. Gazetelerdeki genel manşet cümleleri ortalama olarak şöyleydi:

ÇILGIN ÂŞIK DEHŞETİ...

SAADET ÖĞRETMEN SATIRLA ÖLDÜRÜLDÜ!

Kimisi doğrandı, kimisi parçalandı vs. gibi tâbirler kullanmış.

Hepsi de acı ifâdeler; çünkü sonuçta olay çok can yakıcı!

Yazılanlara göre, Muğla Üniversitesi’nden iki yıl önce mezun olan Denizlili Saadet USLU, Ardahan’ın  Göle İlçesi Merkez Anaokulu'nda 5 yaş grubu öğretmeni olarak 20 gün önce göreve başladı.

             Bu arada, atamayı beklerken akrabalarının yanına gittiği İstanbul'da görüp kendisine aşık olan Yalçın A, reddedilmesine rağmen genç öğretmenin peşini bırakmadı.

Yalçın A, Saadet Uslu'nun öğretmen olarak Göle'ye atandığını öğrenip ilçeye geldi ve otele yerleşti. Sabah evinden çıkıp 500 metre uzaklıktaki okuluna gitmekte olan Saadet Uslu'nun önünü kesen Yalçın A. elindeki satırla saldırdı.

 Satır darbeleriyle kanlar içinde kalan genç öğretmen çığlık atıp yardım isterken, Yalçın A. peşpeşe vurmayı sürdürdü.  Çevredekilerin müdahalesiyle çılgın aşık kaçarken Saadet öğretmen ambulansla hastaneye kaldırıldı fakat kurtarılamadı.

 Cinayetin ardından saldırganın peşine düşen Göle Emniyet Müdürlüğü ekipleri kâtili yakaladı. Yalçın A., ilk ifadesinde cinayeti işlediğini itiraf etti. Saadet Ulus'u çok sevdiğini belirten Yalçın A. İfadesinde;

 “İstanbul’da tanıştık. Onu çok seviyordum. Mektuplar yazıyordum. Ama o bana yüz vermedigi gibi tersledi. Aşkıma karşılık vermediği için öldürdüm” dedi.

Benzer bir olay, bir hafta önce yaşanmıştı hatırlayacaksınız:

DERYA ÖĞRETMEN FECİ ŞEKİLDE KATLEDİLDİ!..

İstanbul Bağcılar’da bir ilköğretim okulunun müdür yardımcısı Ekrem Şavran (33) kendisinden ayrılan ana sınıfı öğretmeni Derya Çakır’ı (25) sınıfta, en büyüğü 6 yaşındaki 26 öğrencisinin gözleri önünde önce tabancayla vurdu. Tabanca tutukluk yapınca da beraberinde getirdiği ekmek bıçağıyla boğazını keserek öldürdü. Öyle bir aşk ki, çocukların, mâsum yüreklerin durumu hiç umûrunda değil. Aşk deyince her şey fedâ!

            Derya öğretmen geçen hafta Bulancak’ta toprağa verildi. Artık her yanımız cinâyetlerle dolu. Ordu’da da cinâyetlerde ve alkolden kaynaklanan olayların artışıyla alâkalı kaygıları dile getiren yetkili açıklamalar var. Aynı şekilde intiharlarda da artışlar var. Bu konuda il müftülüğünden yardım istendiği yansıdı basına.

Tüm bunlar, her ne kadar aşk aşk denilse de, bir aşksızlığın ifâdesi. Mevlânâ’nın bir sözü var:

“Aşka uçmadıktan sonra kanat neye yarar?”

            Evet, biz de diyoruz ki; Saâdete değil de felâketlere, sevgisizliklere götüren şeyin adı aşk olsa ne yazar? Demek ki, ortada bir yanlış anlama var; ya da çarpıtma! İsterseniz bu noktada, yıllar öncesinden bir alıntıya yer verelim:

F A R K

Shakespeare “ Otella”da, kıskançlık yüzünden sevgilisini bıçaklayan kahramanına şu sözleri söyletir:

-         Âh,keşke bin canın olsaydı da seni bin defâ öldürseydim!

Fuzûlî ise sevgilisine şöyle seslenir:

-         Âh,keşke bin canım olsaydı da sana bin defâ fedâ etseydim!

Doğu ile batı arasındaki fark bu işte!      

(Ömer ÖZTÜRKMEN 29.10.94 Türkiye Gazetesi)

Demek ki, aşkın adı aynı aşk, ama zeminde bir kayma var! Ülkemizde, her şeyde olduğu gibi burada da taşların yerine oturması, kavramların aslıyla buluşması gerekiyor. Aşk anlayışlarımızı gözden geçirmemiz,  bilhassa gençlerimizi dizi eksenli aşk salata ve safsatalarının pençesinden kurtarmamız gerekli.

Aksi takdirde aşk deyince aklımıza artık saâdetler deği, felâketlerden başka bir şey gelmeyecek. Bizden söylemesi ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

15.03.2010


Mar`12
25
HOŞGELDİNİZ ERENLER
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

“HOŞGELDİNİZ” EREN’LER!

            İlk başta yeni yazarlarımıza “HOŞ GELDİNİZ” diyor, Ordu Hayat Âilesi bünyesinde güzel hizmetlere hep birlikte imza atmanın hazzıyla, nice kıvanç ve mutlulukları sonsuza dek yaşamayı diliyor, saygılar sunuyorum.

            Öteden beri, imkânlarının el verdiğince yüreğinin sesini bizlerle paylaşan, her biri bir köşeden GÖNÜL POSTASI’yla, İLMİHÂL’iyle bizlere ve sizlere seslenen, TAŞLAR ve GEDİKLER diyerek sözü tam yerinde değerlendiren CAN DOST’lara ve TÂRİH GÖZÜYLE bizim adımıza olaylara bakan AYDIN kardeşlere teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Rıdwan EREN Bey Hocamız İSLÂMDA HAYAT  konusuyla başladı ve İNSANIN YARATILIŞ GÂYESİ ekseninde yazılarına devam edecek. Mâlum, ilim sonsuz bir deryâ…

Hüsnü YÜCEL Bey’e gelince. O da Rıdwan Bey gibi bildik bir sîmâ. “Cemalettin YILDIZ ve Mehmet SEYDİ beni buraya  davet ettiler ve burada da yazacağım.” diyor.

İyi ki dâvet edilmiş ve iyi ki yazıyor. Ordu Belediyesi’ndeki görevi, siyâsetçi kişiliği dolayısıyla Ordu siyâset, ekonomi ve kültür gündeminin nabzını verecek kısa, samîmi ve özlü yazıları şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da merakla tâkip edilecek. Gazetemiz için o da gerçek bir kazanım oldu. Sevinçliyiz, mutluyuz.

Hakîkâten, bizim yazarlarımızın hepsi de oldukça birikimli ve yetkin. Yazıları da profesyonel. Nitekim -Ankara’da yaşadığından olsa gerek, oralarda BAŞKENT NOTLARI tutup Ordu mahallî basınında güncel başlıklarla yayınlayan- Sn. Ali ÖZTÜRK de bu farkı fark edenlerden. 24.01.2010 târihli olarak  www.ordugazete.com’a gönderdiği, ORDU YEREL BASINI başlıklı yazısında genelde Ordu Basını’na değinirken, özelde Ordu Hayat Gazetesi’ni anlatıyor:

“Ordu’daki yerel gazetelerden, inter-nette web sitesi olanları, vaktim oldukça bilgisayardan  takip etmekteyim.

            Hepsinde de  yerel konularla ilgili haber  ve yorumlar haliyle epey bir yer tutmakta.

            Bunun yanında ülkemiz genelini ilgilendiren konularda da  bazı yazarlarının yorumları, gerçektenden de genel basındakileri aratmayacak kadar üstün nitelikte.”

“Siyasi görüşlerine katılır ya da katılmayız; bana göre  Hayat Gazetesinin bazı yazarlarının  köşe yazıları, diğer gazetelerdeki bazı  değerli yazar arkadaşlarımızınki gibi gerçekten de  okumaya değer nitelikteler…”

Yazıları Ordu OLAY refîkimizde de ayrıca yayınlanan Sn. Ali ÖZTÜRK’ün yazısının diğer bölümlerine de bir başka yazıda yer vereceğiz. Kendisine tüm değerlendirmeleri ve ilgisinden dolayı teşekkür ederken, müsâdesiyle, yaklaşık 3 aydır yazılarına ara veren Ayten ÖZTÜRK Hanım’a da bu vesîleyle bir HOŞGELDİNİZ demeyi fırsat bilmiş olalım. Kendisi, uzun denilebilecek bir aradan sonra “PASAPORT”la döndüğüne göre uzaklardan geliyor olmalı! Fakat bu, bizim bildiklerimizden farklı. İşte, PASAPORT başlıklı yazıdan bir paragraf:

Her Müslüman günlük hayatının içerisinde salat ve selamları ile "sevgi peygamberi"nin kalbine kalbi ile bir yol arama gayretindedir. Bilir ve inanır ki sevgi kalpten gelip kalbe gider. Kalbi zindeleştiren bu selamlaşmalar inananları, dünyada başlayıp ahirette devam edecek yollara yolcu eder. Peygamber muhabbeti olan bir kalp adeta sonsuzluğun pasaportu gibidir.”

GÖK SOFRASI için pasaportunu almış uçarken YER SOFRASI’nı da ihmâl etmemek sûretiyle, yereldeki bizlere bir nevî jest yapan yazar, sanki etrafımızdaki değerlere dikkât çekmek için özellikle uğramışçasına, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Şehrimizin göbeğindeki “yatır”ı bilirsiniz. Buhara’lı Şeyh Şakir Efendi yatırı. Buhara'dan kalkıp gelmiş, insanlara inanç hizmetlerinde bulunmuş bu muhterem zatın önünden geçerken  kalbindeki peygamber sevgisini düşünürüm. O sevgi ve muhabbetin derecesiydi O'nu o günün zor şartlarında buralara getiren.”

            Ne mutlu, her nerede ve ne konumda bulunursa bulunsun, o mîrâsa sâhip olduğu bilinciyle davranıp, çevresiyle gönül birliği yaparak, güzel hedeflere kilitlenip, kıyısından-köşesinden hizmet ve himmet kervanına tutunmaya çalışanlara…

Yücel’i, Yatır’ı; sofrası, hatırıyla hoşgeldiniz Eren’ler ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

12.03.2010


Mar`12
25
GÜZELORDU İÇİN GÜZEL AÇIKLAMALAR
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

GÜZELORDU İÇİN “GÜZEL” AÇIKLAMALAR

Güzelordu İÖO projesiyle ilgili kaleme aldığımız bundan önceki son yazımız, daha başlığında arzu ve niyetlerimizi ele veriyordu: GÜZELORDU GÜZEL OLSUN!

Sanki, eli kulağındaymışçasına, hemen ertesi gün erken saatlerde ajanslara Ordu Vâliliği’nin bu konuya dâir açıklamaları düştü. Başta gazeteniz olmak üzere tüm mahallî gazetelerimizde yer aldı bu açıklamalar. Sonraki günlerde de yorumlar ardı sıra geldi.

SATIR ARALARI

Vâliliğimizin açıklamasında serdedilen fikirler, verilen müjdeli haberler ve getirilen yorumlar “akıl için yol birdir” dedirten cinstendi. Burada teknik boyuta girmek tekrar olur. Âcizâne biz, bu beyanatın metninden çok, satır aralarından algılayabildiklerimizi sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Öncelikle Ordu Vâliliği’nin duyarlılığı takdîre şâyân. Açıklamalarda devlet ciddiyetiyle birlikte kamuoyuna karşı bir samîmiyet ve şeffaflık da kendini belli ediyor. İş “fısıltı” gazetesinin insafına bırakılmıyor. Aksi durumda, net bir görüntü, dolayısıyla berraklık hayâl olur. O zaman yakıştırmalar, vehimler, desîseler başlar. Bu da, huzûru, güveni, ümîdi ve tadı-tuzu bitirir.

FISILTI DEYİP GEÇMEYİN!

“Fısıltı” deyip geçmeyin. Özellikle son iki belediye seçiminin belirleyicisi olmuştur. Yok, falan partinin adayı işçilere el uzatmamış, yok şu son seçimde, “kirli pasaklı insanları gereksiz yere öpmek, kucaklamak zorunda kalıyorum!” vs. benzeri söylentiler sonuçları büyük ölçüde etkilemiştir.

Bu açıklamada, basının ciddîye alındığı gözüküyor. Vatandaş tarafından piyasada konuşulanlar da es geçilmemiş. Dolayısıyla tüm görüşler, fısıltılara kadar değerlendirilmiş, tüm görüş sâhipleri muhâtap kâbul edilmiş ve tatminkâr bir açıklama yapılmıştır.

Bu açıklamadan, karşımızda herkesi dinleyen, tüm düşüncelere açık, huzûrunda her şey, her şekilde tartışılabilecek, vatandaşın hissiyâtını göz ardı etmeyen bir irâde ve idâre var olduğu algısı doğmuştur.

KAMU NEREDE?

Hattâ, yazıda açıklandığı kadarıyla, halkın da projesi olabileceği var sayılarak duyuru da yapılmış. Ancak, hiçbir proje teklifi ulaşmamış kendilerine. Zannımca, bu konu kamuoyu nezdinde pek duyulmamış olabilir. Bundan sonrası için yapılabilecek şey; erbâbınca teklif edilen projelerin halka sunulup tanıtılarak, tercih noktasında fikir ve eğilimlerini almaktır. Sonuçta, takdir büyüklerimizin elbette yine. Orada da ilgisiz davranılırsa tercih bütünüyle kendilerine kalacak, kimsenin de artık söyleyecek sözü olamayacaktır.

Evet, bu beyanatta, okulun, her şeyden önce okulun yüzde yüz “okul” olarak yapılacağı ile ilgili açıklamanın güzelliği yanında, açıklamanın tarz olarak güzelliği de, özellikle kayda değerdir.

 “DELİ” GÜZEL!

GÜZELORDU deyince güzelliğin ardı arkası gelmiyor. Bir adama kırk defâ deli dersen deli olurmuş derler. Güzelordu diye diye güzellikler sökün etmeye başladı herhâlde! Diğer GÜZEL açıklama da Türkiye Mühendisler Mimarlar Odası Ordu Şubesi Başkanı (TMMOB) Mehmet Özçelik’ten geldi:

“Okul alanı olarak tahsis edilmiş bu taşınmaza başka işlevler yüklenmemelidir. Bu kadar yoğunluklu bölgeye 24 derslikli bir yapı yapılmak istenmesi bile tartışılması gerekirken, bunun üzerine ticaret alanlarının da eklenmesi hiçbir kamu yararı sağlamamakla beraber salt ticari kaygı güdüldüğü intibâı yaratmaktadır.”

Bu görüşlere tamâmen katılıyoruz. Geçen hafta başındaki yazımızda da ifâde ettiğimiz gibi, bu proje, şehri tıkayan darboğazı aşmak için bir FIRSAT olabilir. Sayın ÖZÇELİK de açıklamasının devâmında aynı görüşleri dile getiriyor;

“Arsa yapısı itibariyle, özel proje ve çevre düzenlemesi yapılması gereken bu bölgede; doğru planlanırsa şehrin nefes alması sağlanabilir, şehrimizin kentsel kimliğine uygun ve görsel manada doyurucu çok güzel projeler çıkarılabileceği görüşündeyiz.''

ANADOLU GÜZELİ

Fâruk Nâfiz ÇAMLIBEL’den bir dörtlükle mîmârî noktadaki duygularımızı ifâde etmeye çalışarak sözü noktalayalım:

Başka sanat bilmeyiz, karşımızda dururken

Söylenmemiş bir masal gibi Anadolumuz

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken

Sana uğurlar olsun; ayrılıyor yolumuz!

Güzelordu güzel olsun derken, yâni bize özel; yâni, Anadolu olsun! Gerekirse ulusal çapta proje arayışlarıyle berâber, Anadolu taransın. Çünkü yapılacak binâ, en az, belki bir asır, şehrin kimliğini yansıtacak, öğrencilerin mensup oldukları kültür kodlarına paralel gelişecek kişilik oluşumlarına, halkın âidiyet bilincine önemli katkıları olacaktır. Sözün özü, proje, Güzel Ordu’nun orta yerine yakışan güp-güzel bir proje olsun. Bu husus her türlü titizliğe değer.

Bu her iki açıklama ve sonrasında kaleme alınan yorumlar da, bizi bu anlamda ümitlendirdi. Dileğimiz, en kısa sürede, projenin en güzeliyle ve hayırlısıyla belirlenip, bir an önce gerçekleştirilmesidir ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

09.03.2010


Mar`12
25
NİNELERİN DÜNÜ, KADINLARIN GÜNÜ
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

NİNELERİN DÜNÜ, KADINLARIN GÜNÜ!

            Bu gün, Kurban Bayramı ziyâretlerinde kendisine uğradığımız, yaşı 90’a yaklaşmış bir ninemizin ağzından not aldığım cümleleri sizinle paylaşmanın tam zamânı. Aslında, dünyâ kadınlar günü bağlamında daha güncel değerlendirmeler yapma düşüncesindeyken, dün sabah, sözünü ettiğimiz ninemizin kısmî felç geçirerek hastâneye kaldırılmış olduğu haberini almamız dolayısıyle geçen yılın ajandasına başvurdum. Aradığım kayıtları 2009 ajandasının Kasım ayı sayfalarında buldum.

NİNE YUVALARI, ÇİLE HAVALARI

O gün, çaldığımızda bize kapıyı, kendisinden birkaç yaş küçük olan diğer kardeşi açtı. O da bayram dolayısıyla uzaklardan gelmiş. Bizleri görünce ikisi de çok sevindiler. Dilleri çözüldü. Tâbiri câizse, coştular. Ev sâhibesi olan daha konuşkan. Yaklaşık 50 yıl boyunca zorluklarla tek başına mücâdele etmiş. Gün görmüş olduğu her hâlinden belli. Ayrıca, açık sözlü ve dobra. Biz bir şey sormadan, o kendisi bütün kâlbini açarak döküldü bize.

Konuştukça açılıyordu. Çileler yüzünde çizgi çizgiydi. Ne kadar yaşlı olsa da, açıkgöz, çalışkan ve girişken kişiliği tavırlarından, özellikle konuşma iştah ve harâretinden yansıyordu. Böyle konuşkan ve çenesi işlek olanına rastlamak da her zaman mümkün olmuyor. Biz bunu fırsat bilerek not almaya çalıştık. Keşke çevremizdeki büyükleri böyle konuşturabilip de tecrübelerinden yararlansak. İşte bizim o nineden kapabildiğimiz orijinâl cümleler:

ÇOK ÇİNGENELİK ETTİM!

“Çok Çingenelik ettim. Genç yaşta 6 çocukla dul kaldım. Buralarda kendimi ezdirmemek için eteğimde tabanca, bıçak dolaştım.

Hacca gittim. Hoca dedi ki;

-Sen neye geldin? 6 çocuğu bakıp-edip, yetiştirip, evlendirmişsin; daha ne?

Sizin anlayacağınız, çok çalışıyorduk. Bir günde iki defâ pancar kesip sırtımda Ordu’ya pazara götürüp sattığım çok oldu. Hem de kar dizde. Pancar para etti. Pazara iner-inmez hemen bitti. Tekrar köye gelip pancar keserek omuzlayıp çarşıya döndüm. Çileye bak!

Evlilik yılları hep ayrı bir çileydi. Bizde hiç akıl yokmuş. 7 sene kaynatalık tuttuk.  Söyletme tuttuk. Kaynata yanında konuşmak yok. O da demiyor ki; “GİT YAT!” O uyuyana kadar gidip yatmak yok! Öyle ya! Ne derler?

“Garı büyüklerin hizmetini bıraktı, gocasının yanına yatmaya gitti!” derler!

Bi defâsında, çok rahatsızım. Ayakta duracak hâlim yok. Kimseye bir şey de denilmiyor. Bizim odaya değil de başka bir odaya gittim uzandım. O da ayrı bir hatâ tabiî! Sonra, bir sürü sopa yedim. O günün şartalarında haklıydılar belki ama, durumum da dayanılacak gibi değildi. Hâlden anlama diye bir şey de yok!”

ADAMLAR ADAM DEĞİL Kİ!

“Şimdikiler garı mı? Ama, adamlar adam değil ki! Bu yana gel, inek; öte yana sür, öküz! Aha, benim kızımın iki gelini var. Kızım hizmetçileri gibi. İş tamâmen eskisinin tersine dönmüş! Kızım, sabah erkenden kalkıp başlıyor hizmete. Hem de öyle titiz ki; aman gürültü olmasın! Gelinler rahatsız olmasınlar! Saat 11.00 oluyor; hâlâ ses-sedâ yok! Kendisi de gitmiyor çağırmaya; çocuklardan birini gönderiyor, uyanmışlar mı, müsâitler mi, gelebilirler mi baksınlar diye!

Her neyse… Geliniyor. Kahvaltı yapılıyor. Büyük gelin et yemezmiş; ona ayrı yemekler hazırlanıyor.  Onun için bezelye kızartılıyor! Eh, şimdi böyle!

Kızım şehirde oturuyor. Bâzen beni yanına alıyor. Gidiyorum zaman zaman. Ama duramıyorum. Tek başıma da yaşasam, en iyisi burası. Korkma da korkmuyorum. Yıllardır hep böyleyim. Oraya, şehre gidince, sabah kahve içiliyor. 11.00’e doğru çay. Sonra kızım güne gidiyor. Her gün bir gün ya da toplantı oluyor. Yatsı çağı geliyor eve. Şimdi kadınlar böyle! Neden? Çünkü, şimdi koca yok! Aslında, koca olsun da bak!”

AÇIK YARADAN ZARAR GELMEZ

Bizim esprili bulduğumuz için aynen aldığımız bu apaçık sözler onların samîmiyetinin göstergesi. Çocuklarına kızgınlıklarından ziyâde, değişim ve dönüşümlerin tezâhürlerini kabûllenmişliğin ifâdesi. Âile içinde de açık olmalılar. Aynı şeyleri, sözünü ettikleri kişilerin yanında da rahatça konuştuklarına emînim. Bunca çileye rağmen böyle dinç kalmasının sebebini de, her şeyi çevresiyle rahatlıkla paylaşmasında aramak gerek. Ne demişler; açık yaradan zarar gelmez.

Evet, dünün de, bugünün de gerçekleri burada, ninenin sözlerinde en açık şekliyle resm’ediliyor. Hangisi iyi? Demokrasi var. Seç seç al! Hangisini alırsınız? Alan varsa alsın! Ben, ikisini de almıyorum; kalsın. İkisi de ne insânî, ne de İslâmî. Bir dengenin tutturulması lâzım. Denge deyince de adâlet geliyor akla.

Kadınıyla, erkeğiyle insanı en iyi bilen, şüphesiz onun yaratıcısıdır. İslâma teslim olmayanı her şey, her kes bir tarafa çeker. Orası da herkesin kendi zevki ve çıkarı tarafıdır. Kadınlar üzerinden dünyânın ne müptezel hâle getirildiğini basın-yayın organları en iğrenç ayrıntılarıyla göz önüne getiriyorlar. Kadını da, erkeği de yaldızlı sahteliklerden ve aldanmışlıklardan kurtarmanın yolu, onları yaratıcının hayat sahnesinde kendilerine verdiği rollere ve prensiplere çağırmaktır.

Yüce Rabbim hala ninemize ve bizlere burada sıhhat ve âfiyetler; az ağrı, âsân ölüm ve kâmil îmanla hayat sahnesinden ayrıldıktan sonra da sonsuz mutluluk kapılarını aralamayı nasîp eylesin ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

08.03.2010


Mar`12
25
KALPAKLIDAN VEFÂYA...
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

KALPAKLI’DAN VEFÂYA...

Şubat, yapacağını yaptı ve tüm şubatlığıyla geçip gitti. 28’le başlayan şöhretinden tâviz vermeye niyeti yok gibi. Yine fırtınaları ve FIRTINA olaylarıyla ülke gündemini ve özelde Ordu piyasamızı çalkalayıp geçti. Ancak, bu fırtınaların ardı iyi gelecek inşâllâh. Tıpkı, tüm şubatların ardından mart, kışların peşinden de bahar geldiği gibi.

Bizim bu gün, asıl arz etmek istediğimiz şey; mâlumunuz Câvit KALPAKLIOĞLU Ağabey, 2005’in 9 Şubat’ında rahmet-i Rahmân’a kavuşmuştu. Rabbim mekânını cennet eylesin. Avukatlığı ve -kendi tâbiriyle- münevver olarak telâffuz edebileceğimiz kişiliği yanında, aynı zamanda gazetecilik ve yayıncılık yönüyle yerel basınımızda unutulmaması gerekirken, kendisiyle ilgili her hangi bir yazıya yer verilmemesi husûsunu hangi kelimelerle ifâde etmemiz gerekir acabâ diye düşünmekten kendimizi alamadık. Belki, bu şubatta da sürüp giden, dış dünyâdaki doğal depremler, içte de siyâsî ve yargısal depremlerle fırtınaların anaforunda araya kaynayıp gitti diyerek tesellî bulmak en iyisi olacak gibi gözüküyor.

Ama, o dolu dolu bir insandı. Bu toprağın ve onun taşıdığı rûhun karasevdâlılarındandı. Duygu ve düşünce ırmağı sessiz ve derinden akan bu adam, zaman zaman boralaştırdığı ve yüksek sesle söylenmesi gereken yerde haykırmasını bildiği için, onun yankıları bir yerlerden dönüp gelecek ve dinleyicilerini bulacaktır. Ordu’da, belki de ilk yayınevini kuran ve MEMLEKET YAYINLARI adı altında, benim bildiğim en az iki kitap yayınlayan bu adam, dâvâ aksiyonerliği, fikir haysiyeti, gazeteciliği, yayıncılığı ve mücâdeleci aydın kişiliği ile kitaplara konu olacaktır. Onun gürül gürül müktesebâtı bir yerlerden patlak verip, yol bularak gelecektir. Buna inanıyorum.

Cenâzesi, avukat olması hasebiyle, evinden alındıktan sonra Adliye önüne getirilmişti. O zamanın Ordu Baro Başkanı Sn. Kenan ÇEBİ orada, Câvit Ağabey’i -ağyârını mânî, etrâfını câmî diye tâbir edilen- veciz bir şekilde anlatmıştı. O gün o konuşmayı kaydetmek isterdim.

Bir de, Câvit Ağabey kendisi, ölümünden kısa bir süre önce Ensar Vakfı Ordu Şûbesi’nde bir konuşma yapmıştı. Konu başlığı şöyleydi: TÜRKİYE MUHTARI; FETHİ GEMUHLUOĞLU. O gün, Köprübaşı Hatîce CANLI İş Merkezi’ndeki salonumuzda sâdece çok yakından tanıyıp teşrîk-i mesâi ettiği Fethi Ağabey’i anlatmakla kalmamış, Ergun GÖZE’nin, kendisinin ölümü üzerine yazdığı HÂİN MÜVEKKİL başlıklı yazısında vurguladığı cinsten hatıralara da yer vermişti.

Bir nevî içini dökmüştü. Sanki vedâ konuşması yapmıştı. Konuşmacıyı kendim takdim etmiştim. Bir de kamerayla çekim yapmak işgüzarlık gibi bir şey geldi bana. Daha doğrusu mâlûmâtfürûşluğa benzer, işfürûşluk gibi bir şey anlamına gelebilir mi diye düşündüm. Kamera orda durdu, biz de kendisini hâtıralara kaptıran konuşmacının duygu seline kapılıp gittik. İşte, o konuşmayı kaydetmediğime de çok hayıflanıyorum.

Burada yeri geldi. Ölümünden bir yıl önceydi. Ocak ayı. 16’sı. Yer AKM. Yine, Ensar Vakfı Ordu Şûbesi olarak SITKI ÇEBİ ŞÜKRAN GECESİ yaptık. En az 10 yakın arkadaşı SITKI ÇEBİ’yi anlattılar. Tüm program bir televizyon kanalımız tarafından kameraya çektirildi. Ancak, daha sonra istediğimizde kasete bir türlü ulaşamadık. Aradılar, bulamadılar.

Konuşmacılardan biri de Câvit Bey’di. Belki bizim hatâmız da olmuş olabilir, kasetin peşine düşmekte geç kalmış olabiliriz ama, Sıtkı ÇEBİ ile ilgili kasetin de hemen silinmesi, üzerine başka kayıt yapılması, ya da bir yerlere atılması gerekmezdi. Öyle bir kaset fırsat bilinip bir yerlerde saklanmalıydı kimse bir şey söylemese bile. Ama, biz bulmak istediğimiz şeyi olmayacak yerde aramış olmalıyız!

Geçen hafta başı Avukat Kenan Bey’le karşılaştık. Adliye önünde yaptığı konuşmadan aldığım ilhamla, yazdığı gazetede Câvit Âbi’yle ilgili bir yazı kaleme almasını istedim. Cevap olumluydu.

Aynı gündü gâlibâ; bir ara, birlikte aynı büroyu paylaştıkları arkadaşı Av. Tevfik KARABULUT Bey’e de konuyu açtım. Baro’nun dergi olarak bir özel sayı çıkarma düşüncesi olduğunu söyledi.

Şâir Gökhan AKÇİÇEK de, yazdığı bir kitapta Câvit Bey’den de söz ettiğini söyledi. Acele fotoğraf istedi. Sanırım yakında içinde Câvit Bey bulunan bir kitaba kavuşacağız. Sabırsızlıkla beklediğimizi söylemek isteriz.

            Hüsnü YÜCEL Bey de, gazetemizdeki ilk yazısında, köşe yazarlığı mâcerâsını anlatırken, ilk defâ, Câvit Bey’in MEMLEKET GAZETESİ’nde yazmaya başladığını belirtiyor. Belki bir gün onunla ilgili hâtıralarını da yazar; kim bilir?

            İşte böyle, kıyısından, köşesinden derken, az ya da çok değinilirken, birikimler şahlanıp kitap hacmine ulaşacak; tüm bu çalışmaların sağladığı zemin üzerinde vefâ kitaplığı yükselip zenginleşecektir.

            Sözün özü, şehrimizin; vefâ zemîninde taban bularak boy atıp gelişebilecek bir kültür hamlesine ihtiyâcı var demek istiyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

05.03.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 35 36 37 38 39 [40] 41 42 43 44 45 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...