Menü

Anket

Sitemizi Beğendiniz mi?
Evet (%73,9)
Hayır (%20,0)
Kararsız (%5,93)

Toplam Oy: 219

Tüm Anketler

Takvim

« Aralık - 2025

»

PT SL ÇŞ CM CT PZ
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31

İstatistikler

 Toplam Hit: 4607068
 Sitede Aktif: 4
 Ip: 172.70.126.12
 Browser: Default - 0.0
 Toplam Kategori: 20
 Toplam Blog: 561
 Toplam Yorum: 28
 Toplam Resim: 6
 Toplam Mesaj: 17

Etiket Bulutu

15 Temmuz 2016 Cumâ Dirilişi adayname aile âile Akdeniz Üniversitesi akrostiş anı Antalya Antalya Palas aşık edebiyatı ÂŞIK EDEBİYATI BABA başbakan başkanlık Bedford, Araba sevdası Biyografi cami cemaat cemiyet chp cuma cumhurbaşkanı çocuk edebiyatı Çocuk Edebiyâtı ÇOCUK ŞİİRLERİ dede deneme DÎNÎ ŞİİRLER DİNİ-MİLLİ ŞİİRLER DÖRTLÜK edebiyat eleştiri eymür eymür köyü eymürname GÜZELLEME halk şiiri halk şiri HÂTIRA hâtıralar HAYAT HİKÂYESİ HECE HECE VEZNİ hiciv İMAM-HATİP PİLÂV GÜNLERİ işkence KADİR GECESİ KÂFİYE komşu ülkeler koşma köy yazıları köyname lüleburgaz MANİ Manzum Fıkralar mızrap NÂMELER Nasreddin Hoca NURİ KAHRAMAN okul edebiyatı ordu ordu hayat ordu hayat gazetesi ordu imam-hatip Palace Palas RAMAZAN RAMAZAN EDEBİYATI recep tayyip erdoğan siyâset şiir toplum türkiye ulubey Yalçın Yüksel Yeni Türkiye zulüm

MIZRAP 2010

Bu Kategoriye Ait Blogları Rss İle Takip Et
Mar`12
26
ORDUDA DERGİ NEDEN YOK?
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU’DA DERGİ NEDEN YOK?

Çünkü, "işin ucunda para yok!" diye mi başlayalım söze bilemiyorum?! Ama, sâdece para değil sebep belki de! Öyle ya! O zaman, olayın adını yanlış koyma durumunda kalabiliriz. En iyisi durumu biraz irdelemek. Bakalım sözün sonu nereye varacak?

Mâlum, dergiler, kitapla gazete arası, formatı îtibârıyle çeşitli yazı ve kültürel niteliği olan mataryelleri bünyesinde barındırabilen, saklanması, biriktirilmesi, ciltlenmesi, taşınması, okunmasının kolaylığı dolayısıyle çeşnisi, içeriği ve albenisiyle matbuatta ayrı bir yeri olan yayın türleridir. Gazeteler günlüktür, dergiler en azından haftalık, genelde aylıktır. Etkisi ve kalıcılığı da buna göre değerlendirilebilir.

GAZETE GANÎ, DERGİ HANİ?

Başta şunu belirtmek gerekir ki, Ordumuz, şehir olarak yayını bol bir yer. Bununla övünsek mi, bilemiyorum? Çünkü, her şeyimizde mevcut dağınıklık burada da kendini gösteriyor. Bizden daha büyük şehirlerde bu kadar gazete yok meselâ. Daha az ama, daha kaliteli, daha profesyonel ve de tirajlı. Bizim ilçemiz olup da dergi çıkaranlar da var. Kimi batsa kimi çıksa da, hiç dergisiz kalmıyorlar. Fatsa buna bir örnek. Ünye zâten, neredeyse bölgede bir tane, bu anlamda. Fatsa’da Çınar ve Kertenkele Edebiyat Dergileri, Ünye’de Sükût, Canik ve Uzak dergileri ilk aklımıza gelenler.

Ordu’dan bir dergi adı geliyor mu aklınıza? Belki bir-kaç isim söylersiniz gelip-geçen ve bir zaman sonra kaçanlardan. Ama, onlar bizim konumuzun dışında. Onlara, para koku ve kaygısından dolayı dergiden çok sergi ya da vergi demek daha doğru olur. Dergi deyince akla bir MEKTEP geliyor. Yayın ilke, seviye, haysiyet ve ciddiyeti olan bir yayın geliyor. Eğitici, öğretici, yetiştirici. Kültür, sanat, edebiyât ekseninde derleyici, toparlayıcı. Yazarları, okuyucuları ve oluşturduğu ilgi hâlesiyle bulunduğu yerde bir ihtiyâca cevap veren bir dergi.

Bir Ordu Ensar vardı bir zamanlar. O da belirli bir dönem, 5 sayı kadar çıktı ve dönemin elverişsizliği, ilgisizlik ve alâkasızlık sebebiyle aradan çekildi. bizim hayâl ettiğimizden daha çok amatör bir bülten hüviyetinde de olsa, yine de, keşke devam edebilseydi; bu gün olaylar, yazılar, şiirler ve fotoğraflarıyla zengin bir arşiv oluşmuş olurdu.

Evet, ne diyorduk; şehrimizdeki yayınlardan dem vuruyorduk. Gazetelerimizin kuru bir kalabalıktan ibâret olduğunu anlayınız ki, o kadar gazeteden bir dergi bile çıkmıyor bugün. Bu kadar gazete ve onların yazarları bir dergi ortaya koyamıyorsa, bu ne anlama gelir ve neyi gösterir?

Neyi gösterecek, gazeteleri besleyen kültürel alt yapının zayıflığını ya da devletin dergilere ihâle vs. îlânları vermediğini! Hele böyle bir şey denensin; ortalık hemen dergiyle dolar ki, aman böyle bir şey olmasın! Biz para için dergi istemiyoruz. Kültür için, sanat için, edebiyât için istiyoruz. Bunlarla, madde zâten yan yana durmaz. Durur gibi olsa da şiiriyeti olmaz.

DERGİ BURCU, BOYUN BORCU...

Evet, bu anlamda, toprağımıza ve onun kültürüne hitap eden bir dergi hepimizin boynunun borcu. Şehir ve evlâtlarının sâhip olduğu birikimlerinin zekâtı. Şimdi, böyle bir şeyin gerçekleştirilmesi istense; aslında çok basit. Bir firma, zâten vermekte olduğu reklâm giderine sayarak bir derginin yayınlanmasını pekâlâ sağlayabilir. 100 kişi çalıştırıyordu, 101 kâbul etsin. Sonuçta o firmaya kazanç olarak bir şekilde döner bu. Kendi personeli ve çevresi için de bir eğitim, kültür hizmeti olur aynı zamanda. En güzeli, edebiyâtçıların kendi imkânlarıyla yayınlamaları, ama olmuyor işte. Biz, hiç olmazsa böyle olabilir, reklâmlarla destek olunabilir diyoruz.

Ama, iş çevrelerinin hesap mantığı çok daha somut verilere dayandığı için, biz edebiyâtçıların da hesaba-kitaba, matematiğe pek kafası çalışmadığından, karşı tarafı tatmin edici bir şey söyleyemiyoruz. Belki, çok istesek söyleriz de; netîcede edebiyâtçıyız! Edebiyât duygu işi. Duygusalız, daha da açığı alınganız yâni! Karşıdan, sizce çok önemli bir konuya ciddî bir îtiraz gelince bacaklarınızın bağı çözülüyor ve tabiî içinizden birşeyler kopuveriyor; her şey dökülüyor. Orada kalakalıyorsunuz. Karşı cevâba mecâl kalmıyor.

DERNEK ile DERGİ ARASINDA

Geçen günlerde, öğrencim de olan varlıklı bir gence sohbet arasında bu konuyu açtım. Cevâbı gönlümü de okşadı. Şu anlamda, yâni meselenin farkında ama, insanlar, kendisi kendince oluşturduğu bir mantık ya da iş disiplini gereği, olaya bilerek olumlu bakmıyor. Bizim anlatamamamız diye bir şey yok yâni. Cevap şu:

- Hocam bak, siz yıllarca bu işler için uğraşıyorsunuz. Kimseyi iknâ edebildiniz mi? Hayır! O zaman, ya vaz geçeceksiniz, ya da tek başınıza yapacaksınız!

Ya biz güven veremedik, ya da onlar bu işin bir ihtiyâç olduğunu düşünmüyorlar. Kültürü, edebiyâtı bir hizmet kolu olarak görmüyorlar. Çünkü, biliyoruz ki onlar büyük işlere imza atıyorlar, yardımlar gerçekleştiriyorlar. Yardım fonlarını kurumsallaştırmak adına dernek kurmuşlar. Hattâ, yardım talep edenlerin durumunu araştırmak ve yardımları hakîkâten muhtaç olanlara, sistematik bir şekilde tevzî ettirmek için maaşlı eleman tutmuşlar. Dergi benzeri kültürel çabaları, en azından şimdilik lüzumsuz görmeseler mutlak ilgilenirlerdi. Belki de, bu hizmeti de başkaları desteklesin istiyorlar, bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey var, bu hizmet kolunda ve de yolunda bir yere gelemiyoruz!

  DERGİ ŞART MI? 

Zaman zaman fikirler olgunlaşıyor; lâkin dergi bir türlü olmuyor. Ham meyve olarak kalıyor dalda. Olgunlaşamadan çürüyor. Nasıl iş bu böyle? Bu kadar iş adamlarımız var, zenginlerimiz, vekillerimiz, bakanlarımız, entellektüellerimiz, partilerimiz, avukatlarımız, mühendislerimiz, öğretmenlerimiz, yazarlarımız, gazetecilerimiz; neler, neler!... Lâkin, hâlâ, tüm bu birikimlerin muhassalası niteliğinde bir meyve yok ortada? Bu da Ordu’ya has bir durum. Ordu farkı, sizin anlayacağınız! İmkânı olan bir-kaç kişi, bu anlamda bir niyet ve irâde koysa ortaya, bu iş olur mu, olmaz mı? Söyleyenler söylesin!

Belki denilecek ki; peki şart mı dergi çıkarmak? Değer mi bu kadar söze? 

Öyle ya! Ne yalan söyleyeyim, gâlibâ onlar da haklı gibiler ves’selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

22.11.2010


Mar`12
26
BAYRAMDAN SEYRANA...
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

BAYRAMDAN SEYRANA...

           Yüce Rabbimizin lütuflarına sonsuz şükürler olsun. Madden-mânen, sosyâl, kültürel olarak her anlamda dolu dolu bir bayram daha yaşadık elhâmdülillâh. Havalar da güzeldi. Yollar, izler, köyler-köşkler. Ziyâretler, kapılar-bacalar. Yapraklar, çiçekler, meyveler, sebzeler. Her yön hareket, her yanda bereket. Manzaralar rengârenk, heryerde düzen, her yerde âhenk.

         Daha Arefe gününden tatlı bir heyecan başladı. Önce toprağın altındakiler ziyâret edildi. İlk bayramlaşma onlarla yapıldı. Toprağın üstündeki günleri hatırlandı. Bizlerin de onların yanına gideceği düşünüldü. Ders alındı ya da alınmadı, ama görevler büyük ölçüde yapıldı. Kur'an okuyan bizzat okudu. Kimisi başkalarına okuttu. Kimi mezarları temizlemekle, üzerindeki otları yolmakla, mermerleri yıkamakla yetindi. Ama, sonuçta herkes bir şeyler yaptı. Ölmüşlerini unutmadı. Rabbimiz cümlemizin geçmişlerine rahmet eylesin. Bizlere de, onların hâllerinden ibret almayı, oraya geçerken îmânla gitmeyi, cennetle, cemâlle müşerref olmayı nasîp eylesin.

            Bayram sabahı, her zaman yapmaya çalıştığımız gibi köyümüze gittik. Çocuklar da yanımızdaydı. Küçükler ilk defâ bayram namazına gitmenin heyecan ve farklılığını yaşadılar. Kendilerini de adam sırasına kattılar. Toplu bayramlaşmanın ardından kahvaltı. Sonra öğleden sonra Ordu'da, Belediye Ayışığı Salonu'nda yapılan protokol bayramlaşması. Ordumuz da artık küçük değil. Her gün basında göregeldiğimiz insanlarla yüzyüze gelme şansımız günbegün daha bir azalıyor. O anlamda bu protokol geleneği çok iyi. Ankara'dan, İzmir'den, İstanbul'dan, hattâ Avrupa'dan bu yanasını bir araya getiriyor.

            Mezar üstlerinde, câmilerde, cumâlarda olan da bu. Şu veyâ bu şekilde, eften ya da püften sebeplerle tartışanlar, atışanlar-tutuşanlar, bayramın sıcak iklîminde soludukları aynı havanın etkisiyle, tüm olan-bitenleri unutur hâle geliyorlar. Sanki hiçbir şey olmamış gibi! Bayramın özelliği ve de güzelliği de burada zâten. Demek ki, bayram sevinç, bayram mutluluk, bayram kaynaşma, bayram kucaklaşmadır. Birlik-berâberlik, dirlik-düzenliktir. Demek ki, topyekun bayram yaşamak istiyorsak, hattâ sonsuzda bunu sürdürmek istiyorsak kardeşler olarak kucaklaşmak zorundayız!

                                            FÂDIL ŞARLAN ZİYÂRETİ

            Bayramın ilk günü, gazeteci Yâsin ÇANAKÇI arkadaşımız ve babamla berâber Fâdıl ŞARLAN Bey amcamızı ziyâret etmek nasîp oldu. Bayramlaştık, elini öptük, duâsını aldık. Sohbetine doyum olmamakla berâber, daha fazla yormamak adına, ilerde daha detaylı görüşmek sözü alarak ayrıldık. Bize, kısaca çalışma odasını açtı. Genel anlamda bir bilgi verdi. Orada, azımsanması mümkün olmayan bir kültürel mîras var. Gerçi, daha çok meraklısını ilgilendiriyor. Daha çok mûsikî üzerine eski kayıtlar çok. Raflar, muhâfaza altına alınmış teyip ve video kasetleriyle dolu. Plâklar karton kaplar içinde. Ben dergi zannettim ilk etapta. Çünkü, dik duran ve birbirine bitişik hâlleriyle öyle bir izlenim uyandırmışlardı.

            Bilmem, şimdi onları seslendirecek âletler var mı. Çünkü artık her şey dijitâl. Video cihazı, plâk, gramafon hak getire!? Olsa bile, çalışırlar mı? Biraz müşkil şu saat îtibârıyle. Bir de, o eserleri anlayıp çözümleyebilecek, irdeleyecek birikimli kişiler var mı? Birikim yetmez, merak ta gerekli. Hayırlısı, yâ nasîp… İnşâllâh, bir vesîle ve imkân olur da, hiç olmazsa bir envanter çalışması çıkar ortaya.

            Bayramın 3. günü köylere doğru açıldık. Komşu, dost, akrabâ ziyâret ettik. 15 kadar yere uğramışız. Bayramlaşma görevini yapmanın ötesinde, bayağı bilgi ve izlenimle döndük. Bizim topraklarımız her anlamda bereketli. Konuştuk, dertleştik, duâlaştık, helâlleştik. Fotoğraflar çektik. Teyp kaydı yaptık. İnşâllâh, ilerde yeri ve zamânı geldikçe paylaşacağız. Eskilerden anlatılanlar yanında, yenilerden espriler, hikmetli rüyâlar; neler, neler…

                                           “ARTIK ŞEHRE İN!”

            Ama, gel gör ki, dün son gün telefonla aradığım, Ankara'da yaşayan Ahmet KILIÇ Ağabey, "seni tâkip ediyorum, meselelerden kaçıyorsun, hep köylerde dolaşıyorsun, artık şehre in!" diyor. Siyâsetin yozlaştığına vurgu yaparak, artık ayrık otlarına yer verilmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyor. Benim de, yazı konularında daha seçici olmamı ve önemli meselelere net olarak parmak basmamı tavsiye ediyor.

            Protokolde karşılaştığımız Şenol PAZAR Bey de, ilgiyle okunmasına karşılık yazılarımızın biraz uzun olduğunu söylüyor.

            Her iki tespite de katılıyorum. Farkındayım. Özellikle yazıların uzunluğu konusunu, başta annem olmak üzere, söylemeyen yok gibi. Uyarılara teşekkürler. Elbette ki, dikkâte alacağım ve de uymaya çalışacağım. Eleştiriye her zaman açığız ve de düşünce ve yorumlara müteşekkiriz. Hattâ, bunların olmaması bizim için daha rahatsız edici, eğer rahatsızlık verilebileceği düşünülüyorsa.

            Artık bayram geçti. Bundan sonrası seyran! Hem de ne seyran! Herkes işine-gücüne dönecek. Biz de ister-istemez şehre ineceğiz! Bundan sonra, mevsim gereği, konular kendiliğinden gelecek. Siyâset kızışacak. Yeni partiler var. Yeni seçim, yeni dönem, yeni adaylar ve yep yeni gelişmeler, sürprizler… Sözün özü, artık "Eski hâl muhâl!" Kültürel çalışmalar bağlamında da yeni gelişmeler söz konusu. Kış ta gelip oturunca, köy muhabbetleri kendiliğinden yaza kadar ertelenme durumuyla karşı-karşıya kalacak.

            Böylesi, her şeyiyle güzel, daha nice bayramları hep birlikte idrâk etmek, millet, memleket ve İslâm Âlemi olarak her anlamda sevgi-saygı ve kardeşlik eksenli sonsuz mutluluklara ulaşmak dilek, arzu ve temennîsiyle ves'selâm…


 

ORDU HAYAT GAZETESİ

19.11.2010


Mar`12
26
PLÂTFORMUN DİLİ, PANELİN YANKISI..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

PLÂTFORMUN DİLİ, PANELİN YANKISI…

Cumâ günü akşamı TESK OTEL’de, hepimizin yakından tanıdığı, her biri birer gönül, fikir, misyon ve aksiyon adamı olan yazarlarımız Hüseyin GÜLERCE ve Ahmet TAŞGETİREN’in katıldığı REFERANDUM SONRASI TÜRKİYE başlıklı panel Orduluların yoğun ilgisine mazhar oldu. Bulancak, Ünye, Gölköy hinterlândından da azımsanmayacak bir katılım söz konusuydu.

Bu ilgi, muhâfazakâr çevrelerde, AkParti iktidarıyle gelen rehâvetin artık çok gerilerde kalma zamânının çoktan gelmiş olması gerektiği husûsunun altının kalın bir tonla çizilmek istendiğinin ifâdesiydi. Paneli organize eden ORDU SİVİL DÜŞÜNCE PLÂTFORMU’nun amacı da bu tespit üzerinden okunabilirdi rahatlıkla. Artık bir şeyler yapma zamânı. Bir nevî “zafer sarhoşluğu” olarak niteleyebileceğimiz, bu normâlin ötesine geçen mahmurluğa bir son verilmeli. Yüzler yeniden duru, berrak yayla sularıyla yıkanmalı, gözler açılmalı, ruhlar uyanmalı. Anadolu, belde belde, il il, bölge bölge canlanmalı, yeniden ayağa kalkmalı.

Herkes koşup gelmişti; sanki kâlbinin derinliklerinde bu duygular dolaşıyormuşçasına. Sanki uzun bir sessizliğin ardından şöyle diri bir ses duymak, derin bir nefes almak, bir heyecan dalgası yakalamak ister gibi. Salon, dinleyici bir salondu. Ayakta ya da oturan herkes anlatılanlara odaklanmıştı; ve sonuna kadar da bu dikkât devam etti.

Her kesim ve kısımdan insanlar vardı. Çünkü, bu plâtform herkesin plâtformuydu. Şu an 25 civârında kişinin öncülük ettiği oluşumda toplumumuzun her meslek ve meşrebine hitâp eden insanlar var. Katılmak isteyenlere açık ve her geçen gün yeni renkleriyle gelişerek daha da zenginleşecek gibi gözüküyor.

Panel sonrası yapılan değerlendirme toplantısı, her şeyin düşünülüp dikkâte alındığını, panel ve konferansların yapılacakların sâdece bir bölümünü teşkil ettiğini, bunun oylumlu, derinlikli, sistemli ve de uzun soluklu bir yürüyüş olduğunu gösteriyor. Zâten, panelden önce sunucunun okuduğu ve plâtform adına Süleyman ATABEYOĞLU Bey’in dillendirdiği cümlelerden, bu hareketin dolu, nitelikli ve oturmuş bir manifestoya sâhip olduğu da anlaşılıyor.

Plâtformun dilini biraz felsefî bulanlar var.  Ancak kâlp dili ve merâmı açık. Böyle, az da olsa gizem buluması aslında duygu ve düşüncelere derinlik kazandırıyor. Olaya renk, merak ve tahayyül katıyor. Herkes kendince bir şeyler anlamaya çalışarak kendisi de zihnî çabalarla eylemin bir parçası hâline geliyor. Yeter ki, merâmı anlasın, mesajı alsın ve meseleye inansın. Bu da ilk programda gerçekleşmiştir. Gerisi, plâtformun performansına kalıyor.

Kimlerin emeği var, neler konuşuldu? Emek herkesin. Sonuç hepimizin. Konuşulanlar sır değil. Bu sütunlara da sığar değil. Bir kısmı haberlerde yer alacaktır. Referandum sonrası Türkiye’yi ulusal medyadan zâten izliyoruz ve üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Etkilerini gözlemleyip içten hissedebiliyoruz. Muhterem konuşmacılar da tüm samîmiyet, hâlis niyet ve heyecanla meseleyi canlı canlı anlattılar.

İşte, Referandum sonrası Ordu! Bundan sonraki yazılarımızda yer yer referans olarak alabileceğimiz bu panel referandumun bir hediyesi olmuştur diyebiliriz rahatlıkla. Daha doğrusu, plâtform. Millet, “yürüyelim arkadaşlar!” demiştir, “söz artık bizde!” demiştir. Ordu da buna karşılık vermiştir. Hayırlı olsun!

 ÖZTÜRKLER DE ORADAYDI

Bizlere YER SOFRASI’yla nostâljik lezzetler, millet olarak geçmişte ve günümüzde yaşanmış, yaşanan masalsı incelikler ve doğal ya da kültürel zenginliklerden pasajlar ikrâm eden yazarımız Ayten ÖZTÜRK’den söz ediyoruz. O da gelmişti panele. Yanlarında da güzel mi güzel bir çiftle berâber hem de! Bu çiftler, evlilikleri neredeyse 60’a merdiven dayamış ak saçlı, pâk gönüllü çiftler. İçlerindeki güzellik yaşlarındaki oran nispetinde yüzlerine yansımıştı. Rabbim böylesi örneklerin sayılarını ve nûrâniyetlerini çoğaltsın inşâllâh…

İşte eli öpülesiler; onlar ve benzerleri! Kar-kış demeden, soğuk-buz, kaş-bayır demeden böylesi hizmet kokan yerlere gele gele hepimizi ve ülkeyi bir yerlere getirdiler. İğneyle kuyu kazdılar da, bizler suya ulaştık. Rabbim cümlesinden râzı olsun.

Hepsini temsîlen Haccı anne ve babamızın ellerini öpüyorum. Daha bu dünyâda, çelik-çocuk, torun-torba, dost-akrabâ ve tüm sevdikleriyle berâber daha nice mutlu günler görmelerini, bayramlar yaşamalarını niyâz ediyorum. Sabahattin Âbi’ye de ayrıca selâmlarımı sunuyorum.

YUNUS HOCA’YA RAHMET!

Cumartesi günü sabah, vefatını duyar duymaz ODÜ’ye koşma ihtiyâcı duydum. Prof. Dr. Yunus ŞILBIR Bey kendisiyle ünsiyet edilen, insana değer veren, dost yüzlü, sevecen bir insandı.  Görev yaptığımız yıllarda, yakın görüşmesek te, Üniversite imtihanları dolayısıyle okulumuza geldiklerinde merhabalaşırdık. İnsan onda kendine yakınlık hissederdi.

Proğramı sunan arkadaşın dediği ve ondan sonra konuşanların da tekrarladığı gibi, biz de aynı temennîlere katılıyor ve gönülden niyâz eyliyoruz:

Allâh ganî ganî rahmet eylesin!

Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!

BAYRAM KARTI!

Sevgili okurlar. Son söz olarak cümlenizin bayramını kutluyor,

kurbanı lâyıkıyla anladığımız, maddesi-mânâsıyle, büyüğümüz-küçüğümüz,

çeliğimiz-çocuğumuzla doya doya yaşadığımız bir bayram olması,

milletimiz, memleketimiz, İslâm âlemi ve insanlık için hayırlara vesîle olması;

ve de bayramdan sonra sıhhat, âfiyet ve selâmetler üzre yine buluşmak dileğiyle,

en kalbî selâm sevgi ve saygılar sunuyorum ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

14.11.2010


Mar`12
26
ÂSÛDE ÇİÇEKLER ÜLKESİ..
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ÂSÛDE ÇİÇEKLER ÜLKESİ…

Dün sabah, eski yuvaya, hem okuduğumuz, hem de 20 yıla yakın görev yaptığımız okulumuza bir uğrayalım dedik. Sağolsunlar, arkadaşlar gördükçe “gelmiyorsun!” diye sitem ediyorlar. Yolum da okulun önüne uğramıştı. Direksiyonu o tarafa kırdım. Kimliğimi nöbetçiye teslim edip okulun bahçesine girdim. Daha yeni birkaç adım atmıştım ki telefonum çaldı; “doğru kaleme gel!” diye. Ben de öyle yaptım. Bir de ne göreyim, bizim gibi emekli başka arkadaşlar da gelmemişler mi?

Kısaca, bugün bizim arkadaşlardan cenâzeleri olanlar var. Biz Ulubey Yukarıkızılen Köyü’ndeki cenâzeye gitmeyi tercih ettik. Bir minibüs ayarlayıp, aynı havayı teneffüs etmeyi daha uygun gördük. Havalar da çok güzeldi. Güzün tabiata vurduğu renk cümbüşü manzaralar arasından kıvrıla kıvrıla, Ulubey üzerinden Elmaçukuru, Akoluk, Ohtamış derken Yukarı Kızılin’e ulaştık. Cumâ Namazını Kıran Mahallesi Câmii’nde kıldık.

Namazdan önce, emekli görevlilerden Ahmet OĞURLU’nun güzel vaazını dinledik. Namazı, yine emeklilerden Mahmut Bâki arkadaşımız kıldırdı. Notlar aldım, ama, ayrıntıya girmeyeceğim. Paylaşmak istiyorum ama, söz uzayacak. Şu kadarını söyleyeyim ki, iki arkadaşımız da çok oturmuş bir görev olgunluğuyla yaptılar vazîfelerini. Mesajlar da, okuyuşlar da tam kıvamındaydı. Ne söz uzadı, ne de saz. Mahmut Bâki hocanın ağırbaşlı okuyuşuna vurgu yapmadan geçemeyeceğim. Tegannî yok. çünkü, iyi okuyayım diye bir hırs ve zorlama yok. Tam tadında ve yerinde bir okuyuş. Kendisini tebrik ediyorum. Ahmet Hocamızı da. Mevlitten mısrâlarla süslediği konuları Allâh dostlarının güzel sözleriyle renklendiriyordu.

Yine de bir örnek vereyim: birisi Hasen-i Basrî hazretlerinden öğüt istemiş. O da;

“Burada korkan orada korkutulmayacaktır. Burada korkmayan orada korkutulacaktır!” buyurmuş. Bu da nasıl olur; haramlardan kaçmak, helâlleri seçmekle. Mahmut Bey Hocamız da hutbe de, Efendimiz’in(SAV) Vedâ Hutbesi’ni okudu. Ne kadar güzel oldu. aslında sık sık hepimizin tekrarlaması lâzım. Rabbim ikisinden de râzı olsun. Âmin.

Cenâze ev yanında olduğu için namazdan sonra oraya geçtik. Yollar dardı. Biraz zor oldu ama, sonuçta mezarlığın bulunduğu yere gelebildik. Cenâze de oraya geldi. Kalabalık bir katılım vardı. Namazı hep birlikte kıldık.

Ömer KÖSEOĞLU Beyle yıllarca birlikte görev yaptık. Diğer kardeşleri ve eşi de öğrencimiz. Bundan yıllarca önce düğününe de gitmiştik. Şimdi de annesinin cenâzesi dolayısıyle gittik. Anne Sâdiye KÖSEOĞLU, uzun süredir hastalıklarla mücâdele ediyormuş. Fakültelerde falan dolaşmış. Son bir-iki aydır evde yatıyormuş. Geçen gün evlerinde rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş. Duâyı yapan arkadaşımız Tâlip CAN Bey’in de vurguladığı gibi, milyonlarca hacının kutsal topraklarda Allâh, Peygâmber aşkıyla yalvarıp-yakardığı, Zilhicce ayının, Kurban Bayramı’nın eşiğindeki bu mübârek cumâ gününde kendisini ebediyete uğurladık. Efendimizin, anneler için müjdesi açık: “Cennet anaların ayakları altındadır.”

Hem nasıl anne?! Hepimiz köy insanıyız. Karadenizin çetin coğrafyası ve zor şartlarını hepimiz biliyoruz. Tâbiri câizse, dişiyle-tırnağıyla toplayıp 5 çocuğuna bakmış. Onları, herkesin gıpta edip, örnek alacağı kıvam ve evsafta yetiştirmiş. Ülkeye, biri hâkim, birisi Üniversite hocası, ikisi öğretmen, birisi hemşire olarak görev yapan 5 pırlanta hizmetkâr kazandırmış.

Hele torunlar!... Onları ne kadar seviyordu kim bilir? Belki de anne-babalarından daha fazla titriyordu üzerlerine. Nereden mi biliyorum; mezarlıkta gördüm 3-5 tânesini. Evlerinin yanından, bahçelerden ve yâ yol boylarından çiçekler toplamışlar. Ellerinde tutuyorlar demet demet.Bbiz namaz kılarken onlar hemen yan tarafımızda bekliyorlardı. Her hâlde, biricik ninelerinin toprağı üzerine, temiz, günâhsız yürek ve elleriyle koyup cennetine cennet katacaklar!...

Yavruların isimleri de cennet gibiydi; hep cenneti hatırlatan isimlerdi. Duramayıp, namazın ardından yanlarına gidip sorunca öğrendim. Hangisiydi bilmiyorum ama, Zeynep olabilir; hem söylüyor hem ağlıyordu. Anlaşılan, nineleri gidince kâlplerinin derinliğinden bir şeyler kopmuş, büyük bir boşluk oluşmuştu. Rabbim bu güzel çocuklara sabırlar versin. Onları, ölmüşlerinin defterlerine güzel şeyler yazdıracak, böylelikle hem onlar hem de kendileri, dolayısıyla millet-memleket-vatan için faydalı olacak hayırlı evlâtlar eylesin.

Evet, isimleri neredeyse unutuyorduk: Zeynep, Betül, Âsûde, Emirhan, Melek! Hepsi de cennet çiçekleri gibi isimler. Şimdi, Yahya KEMÂL’in Rintlerin Ölümü şiirinde geçen; “Ölüm âsûde bir bahar ülkesidir…” ifâdesi nasıl akla gelmesin ki?!

İnşâllâh, çok güzel bir günde, çok güzel bir mevkîde toprağa verdiğimiz Sâdiye annemizin kabri de, penceresi cennet bahçelerine açılan âsûde bir bahar ülkesi olur. Ve, yavruları ve tüm sevdikleriyle berâber Rabbimiz onları Efendimiz(SAV)in komşuluğunda buluşturur.

Sâdiye anneye rahmet diliyoruz. Rabbimiz inşâllâh, burada ulaşamadığı bayramlara orada ulaştırsın diye duâ ediyoruz. Geride kalan çelik-çocuk, dost-akrabâ, cümle sevdiklerine de sabr-ı cemîller diliyoruz ves’selâm…

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

12.11.2010


Mar`12
26
ORDUya SİVİL DÜŞÜNCE, YAZMALI KURBAN
MIZRAP 2010

Yorumlar(0)

ORDU'ya SİVİL DÜŞÜNCE, "YAZMA"LI KURBAN! 

Dün gazetelerimizde, bir panel haberi yer aldı. Orada da yer aldığı gibi, ilimizde artık, bir ORDU SİVİL DÜŞÜNCE PLÂTFORMU söz konusu. Hayırlı olsun. Böyle bir oluşuma büyük ihtiyaç vardı. Ordu, tek kelimeyle boşlukta bir il. Kimi sağa çekiyor, kimi sola. Onu doğru yola, geçmişin, günün, geleceğin gerçeklerine uygun yola kılavuzlayacak, çıkar hesabı yapmayan bir gönüllüler topluluğuna ekmek, su kadar ihtiyaç vardı. Zamanla kendilerini tanıma imkânı bulacağız. Neler yapacaklar, göreceğiz. İlk etkinlikleri sağduyulu bir rotanın habercisi. Yolları açık olsun.

ORDU’ya SİVİL DÜŞÜNCE!

Bir nükte yapmama, daha doğrusu nükteli bir tespit yapmama müsâde edin:

Burası, öteden beri hep Ordu. Adından mı, tadından mı bilinmez, hiçbir zaman bizim anladığımız mânâda sivil olmadı, olamadı. Sivil diye seçilenler de Ankara’ya gidince seçenleri unuttular, menfaati olduklarından başkasını tanımadılar. İletişim noktasında hep “esas duruş ve topuk selâmı” beklediler. İnsanlara değer verip, karşılarına alıp da, memleketin bir meselesini tartışmadılar, danışma ihtiyacı duymadılar. Dertlerini dinlemediler. Sivilden kopuk bir temsil ne kadar sivil olarak değerlendirilebilir ki?

“Ben sivile sivil demem, sivil benim askerim olmadıktan sonra!” tavrıyla hareket edildikten sonra, işin adı sivil olsa ne yazar, ya da başka şey?! İşte, bu anlamda, âkiller topluluğu olarak değerlendirebileceğimiz bu plâtformu, sessiz çoğunluğun, mağdur halkın, bilhassa kültürel, sosyâl, toplumsal tüm beklenti teâmül ve temâyüllerinin yerel temsilcisi olarak görüyor, bir ümit ışığı olarak değerlendiriyorum. Bekleyeceğiz, göreceğiz.

BUGÜNDEN BAŞLAYALIM!

Plâtform, REFERANDUM SONRASI TÜRKİYE başlıklı, ülkemizde ve dünyâda tanınan ünlü gazeteci-yazarlar Ahmet TAŞGETİREN ve Hüseyin GÜLERCE’nin katılacağı bir panelle bu akşam ilk olarak Orduluların karşısına çıkacak.

“Hiçbir siyâsî, ideolojik yapılanma ile organik bağı olmadığı”nı deklare eden ve “İçerisinde  hemşehrilerimizle daha gelişmiş şartlarda yaşamaktan mutlu olacağımız Ordu şehrinden başlayarak inanç hinterlandımızın uç boylarına kadar insani, vicdani kaygı taşıyan herkes ile ortak çslışmaya, süren çabalara eklemlenmeye ya da öncülük etmeye” hazır olduklarını belirten bu topluluğu, bu akşam 19.00’da TESK OTEL’de yapılacak panele geniş katılım sağlamak gayretiyle destek verip, böylelikle besmele çekerek izlemeye başlamış olalım inşâllâh…

BU BAYRAM “YAZMA”LI OLSUN

Bunu derken, bayram süslü-püslü olsun demek istemiyoruz.Gerek yok.Çünkü, işin tabiatı bu!  Bayram günleri sevinç, coşku ve heyecan günleri. Ömrümüzün en güzel, en müstesnâ günleri.

En güzel elbiselerimizi giydiğimiz, en güzel tavırlarımızı takındığımız güleryüzlü, hoş günler. Büyüklerimizle, küçüklerimizle, akranlarımızla bir araya geldiğimiz ünsiyet günlerimiz onlar. Hepimizin hayâtını ve hâtıralarını süsleyecek dostluk, yârenlik, eğlence ve muhabbet günleri. Geçmişle bugünü kıyaslarken daha çok o günlerle bu günlerin bayramlarını konuşmaz mıyız?

Bu bakımdan, bayram günlerinin sosyâl, kültürel ve toplumsal boyutları oldukça oylumludur.

Örfler, âdetler, gelenekler, görenekler arz-ı endam eder. Yenilikler kıyın kıyın sahneye gelir. Dedeler-nineler, anneler-babalar, teyzeler-halalar ya da amcalar-dayılar vs. hemen başlarlar; “hey gidi hey, bizim zamânımızda şöyleydi, bizim zamanımızda böyleydi, ne günlerdi” diye. Ağzı açık dinleyenleri, ağızlarına baktırırlar da, bundan da ayrıca keyif ve zevk alırlar.

Olsun; netîcede bu da bayram ve de bayramın bir parçası! Bayram içinde bayram gibi bir şey. Hele bir konu açın da sonucu görün. Büyükler neler neler anlatacaklardır sizlere geçmişe dâir.

İşte biz, Bu bayram yazmalı olsun derken, bu anlatılanları not alın, kaydedin demek istedik. Daha da önemlisi, bayram vesîleyle gittiğimiz yerlerde, fırsatları bu anlamda değerlendirelim. Bilhassa, hâtırat dağarcığı zengin olan büyüklerimizin ziyâretini yapalım ve de konuşturalım. Gelecek bayrama, yâ nasîp! Ben inanıyorum ki, keşke konuştursaydık, dediğimiz niceleri var. Göçüp gittiler; geride kalanlara ışık olacak, kıvanç verecek tüm engin hâtıralarıyla berâber.

Bunu yaparsak, yerel târih adına, âile şuuru ve vefâ adına önemli bir adım atmış olacağız. Hem, onların ne kadar çok, ilgiye, konuşmaya, paylaşmaya ihtiyaçları olduğunu göreceksiniz.

Böylelikle bayram da, bizler de gâyemize ulaşmış olacağız. Bu anlamda, hiç olmazsa bir sayfalık, iki sayfalık not, kayıt ya da röportajla dönemez miyiz bu bayramdan? Bundan bizlerden çok sizler ve çocuklarınız memnun olup istifâde ederler. Denemesi bedava…

KURBANI ANLAMAK

Aslında, şu sıralar asıl gündemimiz bu. Kurbanı yeterince algılayamıyoruz. tâbiri câizse, "Parayı bastırıp!" işi efe efe hâllediyoruz. Ancak kurban çok boyutlu bir ibâdet. Sâdece bir KESME ameliyesi değil. Konuyu özetlemek te müşkil. hiç bir tarafını ihmâl etmeden sindire sindire, muhabbet ve ciddiyetle işlemek lâzım. alıntılar yapmayı düşünürken hiç bir cümlesinden vaz geçemedim. Altınoluk Dergisi'nin bu ay ki sayısının ana konusu BAYRAM ve KURBAN. Osman Nûri TOPBAŞ Hoca Efendi'nin imzasını taşıyan, gönül diliyle kaleme alınmış bu yazıyı dergiden veyâ internetteki sitesinden mutlakâ okumanızı, hem de hissederek okumanızı tavsiye ederim. Kurban neymiş görelim. Ona göre hareket edip, hem dünyâda hem de âhirette bereket ve güzelliklerine erelim.

Cumâmız mübârek,ORDU SİVİL DÜŞÜNCE PLÂTFORMU hayırlı,

ömrümüz Allâh yolunda iyiliklere güzelliklere kurban olsun;

gönüllerimiz Hak için halka hizmet aşkıyla dolsun ves'selâm...

 

ORDU HAYAT GAZETESİ

11.11.2010


Toplam 228 Blog, 46 Sayfada Gösterilmektedir.
«« « 3 4 5 6 7 [8] 9 10 11 12 13 » »»

En Çok Okunanlar Son Yorumlananlar Hakkımda
POPÜLER MASONLAR ORDUDA (7140)
AKROSTİŞ YAZILARI (5512)
FOTOĞRAF-NÂME (5186)
MODA-NÂME (5064)
EYMÜR-NÂME 2 (4928)
EYMÜR-NÂME 1 (4652)
Bedford-nâme (4624)
Nûri KAHRAMAN (4617)
EYMÜR-NÂME 3 (4590)
BAYRAMLAŞALIM DOSTLAR! (3949)
ÜÇ ÖZTÜRK, BİR MEVLÂNÂ.. (1)
CHP-NÂME (1)
GACAROĞLU AHMET EFENDİ (1876-1962) (1)
FOTOĞRAF-NÂME (4)
37 YIL ÖNCESİ, KÖYDE BU GÜN.. (1)
NASIL BİR İL BAŞKANI? (1)
ERKAN TEMİZ BEYİN TELEFONU (1)
BİZ DE İMAM-HATİPLİYİZ Sn. ADİL AKYURT (1)
MODA-NÂME (3)
AKROSTİŞ YAZILARI (4)
 

Www.GirdapTasarim.Com Tarafından Hazırlanmıştır...